Sanat Bir Kaçış Yolu Mu?

Kaynak belirtilmedi

 

Bir süredir özellikle “güncel” şiirlere baktığımda hüzünlü sanatı ne kadar çok kullandığımızı fark ediyorum.Sanatın yirmi birinci yüzyılında hüzün,keder,aşk acısı nedense çok iyi bir konuymuş gibi geliyor.Neredeyse tüm yazarlar bu hisse kapılıyor.Çoğumuz hüznümüzden beslenip ortaya kederli eserler koyuyoruz.Elbette üzüntümüz nedeniyle yaratıcılığımız da arttığından en beğendiğimiz yazılarımız en karamsar yazılarımız oluyor.

Fakat bunun sadece yazılarla sınırlı kalmadığını da bilmek gerekiyor.Bir filme sinematografi açısından bakmadığımızda,sadece benliğimze hitap edişiyle onu eleştirdiğimizde bizi “en çok ağlatan” film genelde en iyi filmlerden biri sayılabiliyor.Özellikle Türkiyede bunun var olduğunu düşünmekteyim.Örneğin Babam ve Oğlum filminde toplumca o kadar ağladık ki,bir klasik haline geldi.Yazılarımızda da bu oluyor.

Hatta belki sanatsal bir körelmenin ilk aşamalarındayız.

Geçmiş şairlerimize baktığımızda onların dağlara,köylere,şehir ışıklarına,yağmura bile şiir yazdıklarıını görürüz.Aynı zamanda bu yazarlar kendilerinin dışına çıkarak yazarlar.Şairler,kendi benliklerini bir kenarı bırakıp şiirlerinde bambaşka hayatlara empati yapıyorlardı.

Günümüzde kendi benliğinden çıkarak şiir yazan kaç şair kaldı ki?

Yine de kullandığımız bu hüzünlü edebiyatı kendimizce haklı bulabiliriz.Çünkü sanatın her biçimi duygularımızı sergilemenin,dışa vurmanın bir yolu.Duygular sanat için oldukça önemli.Yeterince hissetmeyen bir insanın mutluluğun resmini de,mutsuzluğun resmini de çizmesi mümkün olmayacaktır.Tam olarak bu nedenle tüm insanlar sanatçı doğar,hissettikleri için.Bu hüzünlü edebiyatın bize sorgulattığı şeylerden birisi de duygularımızı sergilerken neden üzüntüyü seçtiğimiz oluyor.

Sanattaki asıl mevzu duyguları sergilemek ise,mutluluğu neden sergilemiyoruz?

Hüznü dışa vurmak bir ihtiyaç gibi görülürken mutluluğu dışarı vurmak yeteri kadar önemsenmiyor.Bunun en büyük nedeni insanların sanatı bir kaçış yolu olarak görmeleridir.Hüzünlüyken dış dünyadan uzaklaşırız,konsantrasyonumuz ve yaratıcılığımız artar.Böylece hayatımızdaki hassasiyetler sonucu ortaya bir eser çıkarırız.

Maalesef çoğumuza üzüntüde kaybolmak neşede kaybolmaktan daha kolay geliyor.

 Ve sanat günden güne bir hüzün denizi olmaya devam ediyor.Yaratıcı insanların daha hassas olduklarını kabul edeli çok uzun zaman oldu ama maalesef sanatın bir hüzün denizi olmasına henüz alışamıyoruz.Mümkün olduğu kadar buna alışmamalı ve bazen kendi benliğimizden çıkarak şiirler yaratabilmeliyiz.Sanat meziyeti üzgünken mutlu birini resmedebilmek veya mutluyken kederli bir şiir yazabilmek gibi değerli işlerle de anılmalı.

Yaşadığımız hayatların bizde yarattığı yıkımları elbette sanata dönüştürmeliyiz fakat bundan birkaç yıl sonra yeni nesil kitaplarımızda mutluluğu bulmak çok zor olacak gibi görünüyor.Dengeyi sağladığımız sanat eserlerinde buluşmalıyız.

Sanat neşenin ne olduğunu unutursa insan da unutur.

 

 

Nisan Nur Özkahraman
yaşa ve yaşat
Önceki
Sinemada Kadın Karakterlerin Gelişimi ve Feminizmin Etkisi
Sonraki
Ait olmadığımız yerler ve insanlar…

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.