Merhaba uzun zamandır ertelediğim bir şeyler yazma isteğimi artık gerçekleştirmeye karar verdim. Günlük olarak yayınlayacağım yazılara şu aşamada herhangi bir okunma beklentisine girmeden devam edeceğim. Böylelikle daha rahat bir şeyler üretebileceğime inanıyorum. Bir beklenti üzere gitmek işler yolunda gitmediğinde kesici bir etkiye sebep olabilir düşüncesindeyim.
Hayatımın bazı dönemlerinde yoğun şekilde yazılı içerik ürettiğim dönemler oldu ve bu içerikleri hep kazanç elde etme amacıyla yazdım. Durum böyle olunca da tahmin edilebileceği gibi sipariş üzere içerikler yaratıyordum. Ve artık kazanç sağladıklarımın yanında kafamı boşaltabileceğim bir eylem olması açısından şu anda yaptığım gibi serbest içerikler de yaratmak istiyorum. Yukarıda da dediğim bu içerikleri -tabi bir sıkıntı olmazsa- günlük olarak yayınlayacağım.
Farklı bir tarz denemek açısından içerikleri belirli bir okuyucu kitlesine hitaben yahut belirli bir alan üzere oluşturmayacağım. Böylelikle içimden geldiği gibi yazabileceğim.
İçeriklerin tek karakteristik yanı seçiminde net bir niyet olmayan yazı yazmaya başladığım an da karar verdiğim bir kelime ile başlaması olacak. Bir kelime belirleyeceğim ve sanki bir muhabbet ediyormuşcasına o kelime üzerinden bir şeyler ortaya çıkarmaya çalışacağım.
Hatırlatma: İçerikleri yazmaya başlamadan önce bir ön hazırlık yapmayacağım. Her şey yazmaya başladıktan sonra belli olacak. Bu durumda bana sınırsız zırvalama hakkını verecek.
İlk kelimemiz: Şamdan.
Şamdan
Şamdan, uzun ayağıyla genel de çok kollu olan ve bu kolların ucunda mum veya mumların olduğu gereç.
Bir arkadaş grubuna benzetebiliriz şamdanı. Mumlar grubun üyeleri, mumların bağlı olduğu ve onları havada tutmaya yarayan destek ayağı ise grubun ta kendisidir.
Her mum yanarak kendinden bir şeyler vermek suretiyle ışık vermeye devam eder. Ta ki yana yana bitene kadar. Arkadaş grupları da hep bir şamdanın mumları gibi bir aradadırlar. Beraber gülerler, beraber vakit geçirirler. Her arkadaş grubu birlikteliklerinin sonsuza dek süreceğini düşünür. Çünkü bu düşünce son derece konforludur. Kişiyi rahat hissettirir. İnsanların doğaları gereği bir gruba ait olma dürtüleri vardır. Bu dürtü onların yaşam içerisinde karşılarına çıkabilecek olumsuzluklara karşı yalnız hissetmemelerine olanak sağlar.
Bu senaryo grubun üyeleri hep bir aradayken fevkalade güzel bir şekilde ilerler. Ancak ne zaman grup üyelerinden birini veya birilerini kaybederse işte o zaman grubun sağladığı birlikteliğin ne kadar önemli olduğunun farkına varırsınız.
Ne yazıktır ki bu kaybetme halini yakın bir süre içerisinde tüm vuruculuğu ile tecrübe ettim. Uzun zamandır bir arada olduğumuz arkadaş grubumuz zaman içerisinde yaş almanın da beraberinde getirdiği yoğunluklardan dolayı ufak çaplı bir dağılma yaşamıştı. Bu dağılmanın temelinde grubun içerisindeki bazı arkadaşların grubun diğer bir üyesine ve üyelerine karşı müsamaha seviyelerinin düşmesi yatıyordu diyebilirim.
Dağılmanın olduğu süre boyunca herkes birbirinin varlığından haberdar bir şekilde hayatına devam ediyor ancak bu devamlılık iki tarafa bölünmüş bir tarafı dört diğer tarafı iki kişi olan iki ayrı mikro grup olarak devam ediyordu.
Ne zaman ki grubun geride kalan her bir ferdini delip geçen o ölüm haberi geldi. Grup tekrardan birleşti. Doğal akışta lafı bile edilmeyecek, edilmemesi gereken sebeplerin ayrılmamıza sebep olduğu grubumuz insanın başına gelebilecek en kötü şeyin; ölümün, gerçekleşmesi ile birleşti.
Diğer arkadaşları şu an tam olarak hatırlamamakla birlikte bu arkadaşımızın ölümü benim aklımın yettiği diyebileceğim dönem içerisinde ölüm gerçeğiyle ilk karşılaşmamdı. Dayanması, alışması ne zor…
Aklıma geldi de şimdi ölüm haberini aldığımda ne yapacağımı bilememiştim. Daha önce hiç yaşamamıştım ki. Üstelik ölen arkadaşım dağılan grubun dışarda kalan tarafındaydı ve uzun zamandır görüşmüyorduk. Ne yapması gerekiyordu insanın tanıdığı birisi öldüğünde en ufak bir fikrim yoktu.
Sadece düşünüyordum. Ağlamalı mıydım? Küfür mü etmem gerekiyordu? Peki ya duvarlara yumruk atsam? En en en ufak bir fikrim dahi yoktu. Bir gün öncesine kadar yaşımla ilgili küçümseyici en ufak bir şey duysam ben artık çocuk değilim yaşım bak şu kadar oldu diyerek mangal da kül bırakmazdım. Ama o ölüm haberini aldığımda… Küçüldükçe küçüldüm. Kendimi ufacık elinde boya kalemi olan bir çocuk gibi hissettim.
Kendimi de o arkadaşımı da çocuk yerine koyarak, Sadece tek bir soru soruyordum: Şu kısa hayatımızda ölüm gerçeğiyle yüz yüze gelecek kadar ne yaşamıştık ki? Öyle ya, daha okullarımız bile bitmemişti.
Onun anısına.