Devamı;
Tanımadığım adamla beraber aşağı yuvarlanmaya devam ediyordum. Bana sıkı sıkı sarılmış, koruyormuş gibi duruyordu. Dün yağmur yağdığından dolayı her yerimizde ıslanmıştı. Günüm daha nasıl mahvolabilirdi ki.
En sonunda durduğumuzda adamın üstünde öylece bekledim. Fazla sert yuvarlandığımızdan dolayı başım dönüyordu .Biraz bekledikten sonra, öksürük sesiyle yüzümü adamın göğsünden çekip suratına baktım.
Yuvarlandığımızdan dolayı karışmış; kumral saçlara, ela renk gözlere sahipti. Kemikli burun yapısı eşsiz bir görünüş sunuyordu. Yani ortalama bir yakışıklılığı vardı.-kendini kandırma adam gayet yakışıklı-diyen iç sesimi duymazlıktan geldim.
“Hanımefendi diyorum ki bir kalksanız.”
“Ha. Evet, evet kalkayım.” diyerek kızaran yüzümü saklayıp ayağa kalktım. Fakat kalkmamla geri düşmem bir oldu. Tamam artık buraya kadardı bu kadar rezillik ne görüldü nede yaşandı.
“Pardon bilerek olmadı. Kusura bakmayın.” dediğimde ıslanmış mantosunu takmayıp ayağa kalktı ve üzerini çırptı.
“Bir insan neden bu yağmurda topuklu ayakkabıyla gezer ki? Hadi diyelim giydin neden yokuştan inmeye çalışırsın?” kendi kendine konuşuyormuş gibi bir hali vardı. Yolun ortasında ikimizde öylece durmuş üstümüzü çırpıyorduk. Bir yandan söyleniyor bir yandan da işine devam ediyordu.
“Pardon da size ne benim giyiniş biçimimden istediğimi giyerim. Hem özür diledik ya daha neyi uzatıyorsunuz?” bağırarak konuştuğum için çevredeki insanların garip bakışlarına maruz kalıyordum.
Ne bakıyorsunuz der gibi göz kırptığımda yollarına devam ettiler. Bu ağır abi halleri nerden geliyordu asla bilmiyordum. İçtenlikten uzak bir gülme sesi duyunca başımı o yöne çevirdim.
“Gerçekten mi hiç güleceğim yoktu. Hem suçlusun hem de güçlüsün. Kızım sen benim üstüme düştün sen.” Sanki bilmiyorduk.
“Sana çekil demiştim beni dinlemeyen sensin. Beni dinleseydin şuan üstün bu halde olmazdı.” diyerek çamurlu ve ıslamış kıyafetlerini gösterdim baş parmağımla.
“Ne yapacağımı bilememiştim o kadar hızlı koşuyordun ki yolundan çekilmem için zaman yoktu.” diyerek elini sıkılmış biçimde ensesine attı.
“Eminim ki öyledir.”
Çantamı aramak için etrafımda döndüğümde ileride çamurun içinde görünce koşarak yanına gittim. Fakat ilerlememi engelleyen şey ağrıyan bacağım olunca inleyerek ayağımı tuttum. Yavaş yavaş çantamı alıp telefonumu da yanında ekranı çatlamış biçimde bulunca lanetler yağdırarak adamın yanına geri döndüm.
Suçlu ben olmasam da “Bak kusura bakma işe geç kalıyorum, benim gitmem lazım. Yeniden özür diliyorum.” diyerek seke seke işe gitmeye çalıştım. Aslında işe gitmeyip patronumdan izin alabilirdim fakat ilk günden izin almak iyi bir izlenim bırakmazdı; daha doğrusu izin verecekleri bile belli değildi.
İş yerime varınca ilk olarak üstümdeki ıslak mantomu çıkarıp masama oturdum. Geç kaldığımı kimse fark etmemişti. Çekmeceden ıslak mendili alıp temizleyebildiğim kadar üstümü temizledim. Hava zaten soğuktu ıslak olduğum için soğuğu iki kat hissediyordum.
Bugün tanımadığım bir adama çarpmam rezillikti bir de utanmadan kavga etmiştim adamla. Pişkinliğimi her yerde konuşturan bir insan değildim ama ne olduysa sinirden patlamıştım. Her şeyi bir kenara bırakıp gelen dosyaları incelemeye başladım.
Kapı çalma sesiyle başımı kaldırıp gelen kişiye baktım.
Evren bana şaka yapıyordu herhalde. Üstü başı ıslak bir halde karşımda duran kişi, sabah çarptığım kişiden başkası değildi. Şaşırmış bir şekilde ona bakarken muzip bir şekilde yarım ağız güldü. Peşimi bırakmayacak mıydı bu adam?
“Aaaa kimler varmış burada?” diyerek sahte bir şaşkınlıkla masaya yaklaştı.
“Görmüyor musun ben varım ya.” dedim. -Oha ciddi misin başkası sanmıştı seni-diyen iç sesimi duymazlıktan geldim.
“Hadi ya ben başkası var sanıyordum.” İzin almayarak masamın karşısındaki sandalyeye oturdu gevşek gevşek.
“Kısa kes ne istiyorsun?” artık sinirlenmeye başlıyordum.
“Kızgınız demek he? Oysaki benim sinirli olmam gerekiyordu.” ciddi bir yüz ifadesine bürünüp pozisyonunu değiştirdi.
Cevap vermeyip boş boş yüzüne baktım.
“Diyorsun ki ağırdan alalım. Tamam o zaman sıkıntı değil benim için.” cevap bekliyor gibi bir hali vardı.
“Eğer ki kıyafetlerinin parasını ödememi istiyorsan sana verecek tek kuruş param yok.” zaten kendimle zor geçiniyordum bir de üstündeki pahalı kıyafetlerinin parasını mı verecektim?
“Konu kıyafetlerimin parası değil.”
“Ne o zaman, ne istiyorsun benden? umarım verebileceğim bir şeydir.
“Benimle randevuya çıkmaya ne dersin?” dediğinde elimdeki kalem şaşkınlıktan masanın üstüne düşmüştü.
“Doğru duyuyorum değil mi, benimle randevuya çıkmak istiyorsun?
“Yok kendimle randevuya çıkacaktım ayıp olmasın diye seni de çağırıyorum.”
Söylediği sözler karşısında aniden kahkahalarımı patlatınca irkilerek bana baktı. Herhalde benim bir ruh hastası olduğumu düşünüyordu. O kadar çok gülüyordum ki midem bulamaya başlamıştı.
“Farkında olmadan komik bir şey mi söyledim?” dedi soru sorarmış gibi.
“Evet çok komikti, lütfen bir daha olmasın.” diyerek gülmeden yaşaran gözlerimi tavana diktim.
“Ben ciddiyim, şey hanım şey… İsminiz neydi?”
“Ayça.”
“Ben de Çetin bu arada. Sormadın ama söyleyeyim dedim. Kabul ediyor musun randevuya çıkmayı?”
Çetin denen adamı boş verip kalemi geri elime aldım kaldığım işe devam ettim. Bir süre gitmesini bekleyip yokmuş gibi davranmaya başladım.
“Cevabın ne?”
“He? Evet, evet sen kartını koy şuraya al birde şu kağıda buluşacağımız yeri ve saati yaz boş olursam gelirim.” diyerek herhangi bir kağıdı Çetin’in önüne ittim.
“Tamam o zaman umarım gelirsin. Bekletilmeyi sevmem.” umursamazca başımı sallayıp onayladım.
“Görüşürüz Ayça.” diyerek kapıdan çıktığında rahatlamış biçimde sandalyede yayıldım. Adam sümük gibi yapışmıştı resmen. Bir de buluşacağımız yeri yazmıştı. Elime kağıdı alıp buruşturarak çekmeceme attım.