Tanıtım:
“Ben saksıda yalnız başıma büyümeye çalışan bir çiçektim. Sadece kabın büyüklüğüne kadar büyüdüm. Sense beni yalnız bırakmayan, her zaman yanıma uğrayan bir arısın. Çok güzel değil mi hikayemiz?”
—————-
Ayağınızda topuklularla, yokuştan aşağı durmaksızın koştuğunuzu düşünün. Birde bu yetmezmiş gibi durmak için bir adamın üstüne yığılmanız…Ah çok trajikomik bir durum değil mi? Gelin beraber Çetin ve Ayça’nın hikayesini okuyalım…
———–
“Herkes hayatında birkaç değişiklik ister. Bazımız hayatımızda birisinin olmasını ister, bazımızsa başarı ister. Ama ben yalnızlıktan kurtulmak istiyorum.”
Elimde okuduğum kitabın bu sözü bana birisini hatırlatmıştı. KENDİMİ. Evet, doğru herkes hayatında değişiklik ister ama ben ne istediğimi dahi bilmiyordum. İnsan kendini tanımalıydı değil mi? Ama ben daha kendi kişiliğimi bile çözemedim.
Elimdeki kitabı komodinin üstüne koyup, gözlüklerimi çıkardım. Uyumam lazımdı ama uykum yoktu. Üstümdeki yorganı kenara çekip ayaklarımı yataktan sarkıttım. Bakışlarımı kapıya yönelttim. Sanki birisini bekliyordum. Annemin iyi geceler demesini, babamın uyku öpücüğü vermesini. Oysaki böyle bir şey olmayacağını bile bile umut etmek aptallıktı…
Bakışlarımı ayaklarıma yönlendirip geçmişteki kazadan izi kalan yaralarıma baktım. Koyu renkten açık renge geçiş yapan birkaç yaram vardı. Eskiden çok acıtırdı yaralarım ama şuan acımıyor. Sadece yaralanan vücudum değildi kalbim ve ruhumda yaralanmıştı. Bütün ailemi kaybetmiştim. Annem, babam ve benden iki yaş küçük olan kardeşim. Bu durumda olmamın sebebi bendim. Kendime kızmam lazımdı ama içimdeki suçlama hissini bastıran bir şey vardı. Yalnızlık. Ama şuan mutlu olmam gerekirdi kendi ayaklarımın üzerinde duruyordum.
Ayağa kalkıp mutfağa yöneldim. Sürahiden bir bardak su doldurup yavaşça içtim. Pencereye ilerleyip dışarıda yağan yağmuru izledim. Her zaman yaptığım şeyi yaptım. Bulutlara, şimşeklere rol vermek. Bulutları annelere benzettim. Çakan şimşekleri ise baba. Kızışan bir kavgadalarmış gibi hissettim. Şimşek her çaktığında, bulut ağlıyordu. Olan yere sert darbelerle düşen yağmur damlalarına oluyordu. Anne her ağladığında çocuklarını kaybediyordu. Uğuldayan rüzgar ise çocuklarını kaybeden bulut için bağırıyordu.
Bardağı tezgaha koyup yatağıma geri döndüm. Gözlerimi zorla yumup uymaya çalıştım. Yarın ilk iş günümdü. Pozitif olmam lazımdı. Bedenimi yorganın altında küçültebileceğim kadar kendime çektim. Üzerime çöken ağırlıkla ruhumu yavaşça uykuya bıraktım.
——————–
Alarmın uyanmam için bağıran sesiyle gözlerimi zorlukla açtım. Şarjda olan telefonu alıp alarmı kapattım. Yatakta oturur pozisyona geçip bomboş karşımdaki duvara baktım. Her sabah yaptığım gibi hayatı sorgulama zamanımdı. Kaç dakika geçti bilmiyorum ama bir süre sonra ayağa kalkıp banyoya yöneldim. Küveti su doldurup içine hoş kokulu yağ damlatıp üstümü çıkarmaya başladım. En son olarak iç çamaşırlarımı da çıkarıp küvete girdim. İş zamanı için daha vakit vardı.
Banyoda biraz oyalandıktan sonra bornozumu üzerime çekip yatak odamdaki gardırobuma ilerledim. Ne giyeceğimi önceden belirlemiştim. Beyaz boğazlı kazağımı ve altıma siyah, kısa kalem eteğimi giyecektim. Kıyafetlerimi elime alıp iç çamaşır çekmecesine yöneldim. Çamaşırlarımı da aldıktan sonra giyinmeye başladım. İç çamaşırlarımı giyip üstüme ilk olarak beyaz kazağımı geçirdim ardından eteğimi de giyip yeniden banyoya yöneldim. Kısa kahverengi saçlarımı kurutup düzleştirdikten sonra hafif bir makyaj yaptım. Kahverengi gözlere sahiptim. Yani ortalamanın üzerinde bir güzelliğe sahiptim.
Mutfaktan önceden hazırladığım iki sandviçleri de yiyip mutfağı topladıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Zaten dudaklarımda az olan rujda bu sayede yok olmuştu. Umursamayarak sadece nemlendiriciyi sürüp siyah topuklularımı giydim. Bu havada topuklu giymek ne kadar doğru bilmiyorum ama ilk günden iyi bir izlenim bırakmak içindi her şey. Üzerime bordo renginde mantomu da geçirdim. Çantamı, anahtarı ve telefonumu alıp yola çıktım. İşe yürüyerek gidecektim. Hem sabah sporu gibi olur diye geçirdim içimden. Herkes benim gibi işe gitmeye çalışıyordu. Birbirine trafikte bağıran insanlar, çocuklarını okula yetiştirmeye çalışan ebeveynler her şey birbiriyle uyum içindeydi.
Sağa döndükten sonra biraz daha ilerledim ve karşımda gördüğüm yokuşla küçük dilimi yutacaktım. Önceden bu yoldan gelmemiştim başka bir yol kullanmıştım. Resmen dik biçimdeydi yokuş. Yavaşça yolun ortasından geçen demire tutunup aşağı inmeye başladım. Bir iki adım atmıştım ki gelen aramayla durdum. Bir yandan tutunup bir yandan da çantamdan telefonu çıkarmaya başladım. Arayan kişiye baktığımda Çağla olduğunu gördüm. Cevapla tuşuna bastıktan sonra yavaşça ilerlemeye devam ettim.
“Ayça nasılsın, işe varabildin mi?” dediğinde bir adım daha ilerledim.” Henüz hayır, varamadım ama az kaldı. Bu arada iyiyim.”” Vardığında haber et tamam mı? Meraklandırma beni.” görmese bile başımı salladım. Önüme gelen saçlarımı arkaya ittirerek kafamı geriye ittirdiğimde öne doğru savruldum.
Ağzımdan çıkan çığlıkla herkes bana dönmüştü. Aşağı doğru resmen topuklularla koşuyordum. Kendimi durduramıyordum. Önümde olan insanlara bağırıyordum kenara çekilmeleri için.” Çekilin önümden. Size çarpacağım!” “Çekilin!”
Hala koşmaya devam ediyordum oysa daha yolun yarısına bile gelememiştim. Yüzüme çarpan buz gibi havayla donmuştum. Durmaksızın bağırıyordum. “Yardım. Yardım edin bana!” diyerek. Beş metre ilerde duran genç adama baktığımda hiç hareket etmiyordu. “Çekil önümden sana çarpacağım yoksa!” dediğimde beni dinlemiyor gibi donmuştu.
Adama yaklaştıkça çığlıklarımı arttırmıştım. Beni dinlememiş yolun ortasında durmaya devam ediyordu. En sonunda onun üstüne yığıldığımda yokuştan aşağı beraber yuvarladık…