Aynanın karşısına geçtin. Dudaklarına, burnuna, kaşlarına baktın. Sıra gözlerine gelince orada biraz daha kalmak istedin. Eski sen’e dair bir şeyler arıyordun . Kendine o kadar yabancılaşmıştın ki kendini tanıyamıyordun. Sanki bir odada yalnızdın, sonra birileri gelip sana dair bir şeyleri alıp gitmişti. Sahi ne oldu sana? Neden bu kadar değiştin? Haline acıdın,gözlerin doldu ama ağlamadın. Kolay kolay ağlayamazdın zaten. Mutfağa gidip bir fincan kahve yaptın. Pencerenin önüne geldin. Camdan dışarıyı izledin. Dışarıdakilerden kendini korumak istercesine pencereyi açmadın ve kahveni yudumladın. Kahveni en çok yalnız içerken zevk alırdın. Seni mutlu eden sayılı şeylerden biriydi. Bu ufak mutluluğunu başkalarıyla paylaşıp harcamak istemezdin. Kahve, her şey gibi bitiyordu. Bir son görmeye daha tahammül edemeyeceğin için her zaman dibinde biraz bırakırdın ve yine nereden geldiği bilinmeyen o boşluk hissi. Bunu bastırmak için yapmak zorunda olduğun işlerine yöneldin. Bir robot gibi yapıyor yaparken de bunalıyor ve sıkılıyordun. Mutlu değildin. Hiçbir şey de mutlu etmiyordu. Mutlu geçtiğini düşündüğün günün akşamında bile huzursuzluk buluyordu seni. Hemen ardından yine kahrolası boşluk. Sahi bu boşluk ne zaman dolacak? Sezen Aksu ve Cem Adrian dan rastgele bir şeyler açtın. Belki sana acırlar ve satırlar arasına gözyaşlarının dolmasına izin verirlerdi. Adrian ın,
Yolun sonundasın, yerin dibindesin.
Sessizliğin ortasında en derindesin.
Bırakma elini, kendi ellerini…
En sıkı tutacak kendinsin yine kendini.
Bu sözler kulağından kalbine işledi. Kendini bir yerlere dalarken buldun ve ansızın ağlamaya başladın. Neyin var senin? Sahi iyi misin?