Öncelikle giz olacak mızrağın kanca kısmını direğe bağlayabilirim. Böylelikle daha rahat hareket edebilir. Hızlıca toplamaya da gelir üstelik. Gizin ucuna da kapela görevi görecek şekilde delikler açabilirim. Yelkeni kontrol etmek kolay olur. Aslında düşündüm de, bir delik açsam yeter. Sonuçta gerçek bir gemi donanımı yapmıyorum şurada. Yelkeni de gize halatla dolayarak sabitlerim.
Direği oturduğum yere bağladım ama çok sağlam değil. Bu yüzden yanına oturup sürekli direği tutuyor olmam gerekecek. Yelkenin iskota yakasını bir halat yardımıyla kıç taraftaki babaya bağlayacağım.
Rüzgarı geniş apazdan alarak seyir edeceğim, bazen zikzak çizeceğim ama bu şekilde daha hızlı giderim. Tabi havanın da böyle olmasını umut ediyorum. Gerçi havaya bakıldığında nasıl bir hava durumunun beni beklediğini anlayabilirim. Tepemdeki ince beyaz tüy bulutlar bana havanın iyi olacağını söylüyor.
Rüzgar şuan tam istediğim yönden, kuzeyden tatlı tatlı ve küçük de olsa bir yelkeni dolduracak şekilde esiyor. Artık yelkenimi germeye ve yola çıkmaya hazırım. Neredeyse bir saattir bununla uğraşıyorum.
Yavaşça kaldırmam ile rüzgarın tekneye verdiği hızı hissedebildim. Suyun hareketlendiğini duyabiliyordum. Tamamen kaldırdığımda da zaten yelkenim hemen şişip hızla yana doğru eğim aldı ve benim de teknenin yönünü biraz kaçırmama sebep oldu ama rüzgarın kuvvetine alışmam uzun sürmedi. Hemen rotama girebildim.
Apaz seyri yapmak beni nedense mutlu etti. Belki de, hızlı el yapımı yelken takımımın sorunsuzca teknemi istediğim yönde sürüklemesi gurur verici olduğu için mutlu olmuşumdur. Rüzgarın yanımdan esip yelkenimi yalayarak devam etmesi, teknemin suda yarattığı şerit halinde ince köpükler ve dalgacıklar ve güneşin ısıtan yüzüyle birlikte, daha ileride beni bekleyen ve hayatımı belirleyecek olan kara parçasını da bulduğumda, benden daha mutlu bir insan yoktur herhalde diyeceğim.
Şimdi tek gereken şey beklemek ve rotamı kaybetmeden ilerleyebilmek. Her şey benden yana; rüzgar, deniz ve güneş.
Umarım beni bulmaya geliyorlardır. Gerçi Kurt Simmel’in yüzünü görmek, dünyada isteyeceğim son şey olsa bile onun, o büyük ve az sallanan gemisine muhtacım. Acaba diğerleri gemiye, fırtınaya yakalanmadan çıkabilmiş midir? Ne kadar balık tuttuklarını merak ediyorum. Eğer tuttukları balık bir sonraki limana kadar yetecek kadar erzakı sağlarsa, Kurt Simmel’in beni gözden çıkarma ihtimalinin olduğunu düşünmeden edemiyorum. Ne de olsa vicdan yoksunu olan bu adamın, bir tane adamını denizde bırakmayacak kadar düşünceli olduğunu kimse söyleyemez. Onun tek derdi, her zaman söylediğim gibi kendisi ve onun biricik kızı. Belki de çoktan beni geride bırakıp, diğer limana yelken açmışlardır. Bu beklemediğim bir şey değil.
Böyle bir durumda diğer ticaret gemilerine umut besleyeceğim. Gerekirse adada büyük bir ateş yakarım ve dumanıyla ticaret gemilerine ya da çevrede artık kimler varsa onlara işaret veririm.
Peki korsanlar beni bulursa ne olacak. Bunu hiç düşünmemiştim. Onlarla daha önce hiç yüz yüze karşılaşmadım ve onlara İngiliz vatandaşı olduğumu söylediğim anda ya kafamı koparırlar ya da akıllarında ne tür işkence planları varsa onları yaparlar, bilmiyorum. Onlarla karşılaşmam en kötü senaryo olur. Onlar bulacağına, hiç kimse bulmasın daha iyi. Gideceğim adada oranın sahipleri olan, medeniyet görmemiş yerliler de olabilir. Daha önce bir kitapta okumuştum, ada yerlilerinden bahseden bir kitaptı bu. Beyaz adamlara tanrı gözüyle bakıyorlar ve eğer onlara daha önce hiç görmedikleri teknolojik şeyler verirseniz de, sizi daha da yüceltiyorlar imiş. Ben de bu şans olduktan sonra, hiç de öyle bir şey olacağını sanmıyorum.