Dünyada en çok soykırım yapan millet Ruslar’dır.Rusların Türk haklarına karşı uyguladığı sürgün,sünni açlık politikası bir soykırım politikasıdır. Rusların Türkler üzerinde yaptığı Soykırımı, Çarlık Rusyası,Komünist Rusya ve Kapitalist Faşist Rusya diye 3 devreye ayırabiliriz:
TATARİSTANIN FETHİ KAZAN SOYKIRIMI
Rus Çar’ı Korkunç. (1530-1584) bulunduğu 150 000 kişilik Rus ordusu tarafından işgal edilmiş ve insanlık tarihinin en facialı-en kanlı Tatar soykırımı gerçekleştirilmişti. Erkek-kadın-çocuk demeden 30 000 kişilik Kazanlı Tatar kılıçtan geçirilip, şehir büsbütün Tatardan arındırılmıştı. Kazan hanı kahraman Süyun bike hatunu ve yüz binlerce tatar yiğidini kılıçtan geçirdiler. Yine yüz binlerce Türk’ü doğuya sürdüler.Önü açılan İvan, astragan ve sibir hanlığını da işgal ederek Kuzey Türk topraklarını çiğneyip, Kamçatka’ya ve pasifik Okyanusu’na kadar bütün toprakları işgal etti. Tatar, Kazak, Kırgız, Altay, Tuva ve Yaka (saka) Türklerini, Moğolları ve diğer yerli halkları imha ettiler. O bölgelere Rus nüfus yerleştirdiler. Yalnız Çukçilere baş gelemediler. Fakat onları da dünyadan tecrit edip köşeye attılar.Ruslar batıda da Türkler’i imha etmeye devam ettiler.Geçtiğimiz yüzyılda emperyalist Rusyanın etkisi altında bulunan Türk Devlet ve Toplulukları üzerinde ağır ve çıkmazlarla dolu sayısız trajedinin yanı sıra kayıpların da meydana geldiği aşikârdır.Bugün 10 milyon km² lik bir coğrafyadan daha geniş bir sahada yaşayan neredeyse 250 milyon civarındaki Kıpçak, Oğuz, Karluk, Sibir ve Avrupa Türkü bu yüzyılda dili, edebiyatı, tarihi ve milli kültürlerine yapılan tahrip ve saldırılardan az veya çok darbe alarak çıkmıştır.
RUSLARIN KAZAKLARA YAPTIĞI SOYKIRIM
Rusların Kazakistanda uyguladığı soykırımı Çarlık Rusyası ve Sovyet Rusya diye İki döneme ayırabiliriz. Kazaklar barış içerisinde yaşadıkları geniş bozkırlara 1723 yılında Çin?den gelen 70 bin atlı Jongar (Cungar) askerinin işgaliyle savaşa girdi. Müslüman Kazak Türkleri kendi hâkimiyetleri altındaki bozkırları 1 milyondan fazla Kazak Türkünü savaş ve ardından gelen açlıkla şehit vererek toprakların asıl sahipleri olduklarını dünyaya bir kez daha gösterdi.Kayıplar açlık ve savaş yılları nüfus ve savunmalarını azalttı. 2. Çin istilasına dayanamayacak durumda olan Kazak Türkleri kendi istekleriyle Rus Çarlığının himayesini kabul etti.Çarlık rejimi Batı Türkistan’da yaşayan tüm göçebe Türkleri yerleşik şehir düzenine geçmeye mecbur bıraktı. Tarihte ilk kez 1897 yılında Kazak Türkleri ve diğer Türk boylarının nüfus sayımı yapıldı. Sayımların sonuçları arşivlere Kırgızlar 250.000, Türkmenler 250.000, Tacikler 250.000, Özbekler sınırları içinde 750.000-sınırları dışında 750.000 olmak üzere 1,5 milyon iken Kazakların nüfusu 4.300.000 kişi olarak geçirildi. Kazakların nüfusu neredeyse Batı Türkistan’da yaşayan halkların toplamının iki katıydı.Son yüzyıl içerisinde SSCB’nin yaşattığı Kızıl Kırgınlar? neticesinde Kazak Türklerinin nüfusunun 8 ile 9 kat arası artışı engellenmiştir. Günümüzde Özbeklerin 25 milyonu aşan nüfusları ile kıyaslandığında Kazakların bugün 40 milyondan fazla nüfusları olması gerekirken maalesef Kazakistan nüfusu içerisindeki Kazak Türklerinin sayısı 9 milyonu geçmemektedir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev geçmişte yaşananların unutulmaması için 1997 yılını ülkede Milli Barış ve Siyasi Göç ve Sürgün Kurbanlarını Anma Yılı olarak ilan etmiştir. Elbette bu anma yılının en büyük amacı bugün tarihte düşündürücü ve endişe verici olan bu olaylardan ders çıkarılarak geleceğe emin adımların atılmasıdır.Peki, bu yüzyıl içerisinde neler yaşandı? Kazak Türklerine ne oldu da nüfusları azaldı?1991 yılında Kazak Türklerinin bağımsızlıklarını ilan etmelerine kadar olan yüz yıllık dönem içerisinde 1920 yılındaki ezici rejimin baskı ve getirdiği kaçınılmaz sonlar, 1929-1933 yıllarında SSCB’de bolluk varken yapılan suni açlık, 1937-1938 yıllarında tüm Kazak aydınları ve halk öncülerinin toplu yada gizli idamları, 1939-1945 yılları arasındaki II.dünya savaşı, 1950’li yıllardaki doktorların halk üzerinde yürüttüğü genetik ve kimyasal denemeler, 1960 yılındaki Moskova?daki Kazak gençlerinin sürülmeleri, 1970 yılındaki Akmola eyaletinde yaşanan meşhur Tselinograd olayı ve son olarak Kazakistan başta olmak üzere bugünkü Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık yolunu açan Jeltoksan (Aralık) ayaklanması Kazak Türklerinin nüfuslarının azalmasında büyük rol oynamıştır. Bu arada 40 yılı aşkın süredir Kazak bozkırlarının en verimli topraklarından olan Semey Eyaletine nükleer poligonlar kurularak eyalet ve çevresinde yapılan 468 nükleer ve atom bombası denemeleriyle ölüme mahkûm edilenlerin sayısı ise tam bilinememektedir.Yapılan bir araştırmaya göre, 20. yüzyılda tüm dünyada 170 milyon insan katledilmiş veya yok olmaya terk edilmiştir. Yok edilen bu insan nüfusunun sadece 110 milyonu yani üçte ikisi Komünist rejimin kurbanları olarak tespit edilmiştir. Bu yok edilen 110 milyon insanın üçte ikisi yani 60 milyondan fazlası da Türk soyludur. Bu rakamlar dehşet vericidir. Bugün Kazakistan’da hemen hemen her evde birinci derece bir yakınını bu yüzyıl içerisindeki trajedilere kurban verene rastlamak mümkündür.Bu konuda ciddi bir araştırma yapıldığında bir zamanlar SSCB halklarının tarihinde insanlığın koruyucusu ve kutsal liderleri olarak isimleri insanların beyinlerine korku ve vahşetin gücüyle kazıyan V.Lenin ve İ.Stalin döneminde 46,6 milyon insanın çeşitli senaryo ve yollardan öldürüldüğü görülecektir. Bu katliamların 4 milyonunun V.Lenin, 42,6 milyonun ise Kızıl Kırgının? mimarı İ.Stalin zamanında gerçekleştirildiğini söylemek istiyoruz.1954 yılının SSCB hükümetine sunulan bazı raporlarında sadece Kazakistandan 58.maddenin ihlali gerekçesiyle rejim karşıtı ilan edilen 3 milyon 770 bin kişinin tutuklandığı belirtilmiştir. 642 bin 980 kişinin idam edildiği, 2 milyon 369 bin kişinin ise 25 yıl ağırlaştırılmış hapis cezalarına çarptırıldığı da Moskova yönetimine aynı raporlarla bildirilmiştir. Fakat 25 yılın sonunu hiç biri göremediği herkesçe malumdur. Bu tutuklananların büyük bir çoğunluğunun da eski SSCB sınırları içerisinde sürgün edildiği de gizlenmemektedir.Kazak bozkırlarında yaşanan ve tarihe Aktaban Şuburundu olarak geçen doğal kıtlık döneminin üzerinden geçen 210 yılda çoğalan Kazak Türklerinin nüfusu ise yine geçtiğimiz yüzyılda Kazakistanda yaratılan suni açlık ve kıtlıklarda 2 milyon 220 bin kişinin ölümüyle büyük bir kayba uğratılmıştır. Bu rakamlar devlet arşiv kayıtlarınca da doğrulanmaktadır. Bu ölümler kadar feci olan başka bir etken ise binlerce Kazak Türkünün kıtlık döneminde topraklarını terk etmesidir. 616 bin kişi Türkistan bozkırlarının çöle dönüşmesiyle ata vatanlarını geri dönmemek üzere terk etmek zorunda kaldığı da bilinmektedir.1927-1953 yılları arasında ise SSCB hükümet karşıtı denilerek suçlu bulunan 103 bin kişi siyasi sürgüne gönderildi. Bu siyasi suçluların 25 bini daha sonra idam edildi.Bu süreçte Stalinin tam desteğini almış olan dönemin SSCB Kazakistan Komünist Partisi sekreteri F.Goloşegin açlık ve katliamlar sürecinin en büyük aktörü oldu. Goloşegin?in yaptırımlarıyla kuzeyindeki bereketli toprakların üretimlerini engelledi. 1920’lerde nüfusun neredeyse 5 katı fazla olan büyük baş hayvanları toplu olarak kesildi veya yok edildi. Bunların temelinde ise kör siyaset uygulayarak Kazakistan?da küçük bir ihtilal planı vardı. Bu ihtilal maksatları arasında Batı Türkistan’ın güçlü ve zengin Kazak Türkü beyliklerini ortadan kaldırarak zenginleri halk düşmanı ilan edilmesine ve sürülmesine sebep olacak sürecin başlatılması yatıyordu.Nihayetinde 700’ e yakın beyin malları ve hayvanları ve toprakları ellerinden sorgusuz sualsiz alındı. Göçebe bozkır hayatına sahip Kazak halkı güç kullanılarak yerleşik düzene geçirildi.Bu durum elinden meraları ve hayvanları alınmış göçebe halkı kırıp yok etmeye başladı. Korkunç bir sonun kurbanı 40 milyondan fazla dağlarda ve yaylalarda aç susuz ve yemsiz bırakılan büyük ve küçükbaş hayvanlar sahipsizlik ve bakımsızlıktan telef oldu. 1927-1932 yılları arasında halk hayvanlarının telef olması ve ölüme terk edilmesi sonucu halkın besin kaynağı hayvanların tüm ülkedeki sayısının 4 milyona düşmesiyle açlık süreci başlamış oldu.Tarihi kaynaklar ve canlı şahitleri anlattıkları ise tam bir vahşet ve korkuyu ortaya koymaktadır. Geçimini hayvancılık ve topraklarının mahsulüyle sağlayan zengin Kazak Türkleri 1927-1932 yılları arasındaki 5 yıllık bir süre zarfında önce mal, mülk ve hayvanları ellerinden alınarak yoksul bırakıldılar daha sonrasında ülke genelinde başlayan açlık sonucu büyük çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan binlerce kişi toplu ölümlere maruz kaldı. Köy ve kasabalarda yaşayan 50 ile 100 bin kişilik nüfusların günde 30?80 kişiye kadar ölü verdikleri artık ölüleri gömmenin imkânsız hale geldiği ve sonunda halkın başka ülke topraklarına göçtüğü bilinmektedir.1932 yılından sonra onlarca köy haritadan silinmiştir. Ülkede kalan Kazak halkı bu kıtlık sonrasında SSCB rejiminin gereğini yerine getirmek zorunda bırakıldı.1933 yılına açlıktan ölen Kazak Türkünün sayısının 2 milyon 300 bin kişiydi. Bu tarihi trajedi Kazak halkı tarafından Kızıl Kırgın Kurbanları? olarak anıldı. Bu ölüm oranı o yıllarda Kazakistan nüfusunun %54?üne denkti.Ülke çapında bu yıllar zarfında yaklaşık 80 bin kişinin katıldığı büyük ayaklanmalar yaşandı. Bu olaylarda 5551 kişi Stalin’in gizli polis servisi tarafından tutuklandı ve 883’ü anında idam edildi. Kalanlar ise sonu bilinmeyen bir hayata kurban gitti.1936-1937 yıllara gelindiğinde Kazak milli şahsiyetleri ve aydınlarının halk üzerinde bağımsızlık, Turancılık ve Pan-Türkist düşünceleri önem kazanmaya ve sahiplenilmeye başlandı.Milli ruhu doğuran yazar ve şairlerin güçlü kalem darbeleriydi. Adeta kılıçtan etkili olan bu kalemler halkın korkularla sindirilmiş ruhlarını canlandırarak kendine getiriyordu. Ana dil, Turan egemenliği, bağımsızlık konuları tüm ülkeyi etkisi altına almaya başladı.Bu kalemlerin başında İstiklal savaşında kendi ülkesi işgal altındayken Mustafa Kemal ve Türkiyeli kardeşlerine hitaben Alıstagı Bavırıma (Uzaktaki Kardeşime) adlı şiirini yazan Mağcan Cumabayev, Ana dil ve Kazak Halk pedagojisinin temellerini atan Ahmet Baytursunov, İlyas Cansugirov, Beyimbet Maylin, Mırjakıp Dulatov ve Saken Seyfullin gelmekteydi.Halkının gözünü açarak karanlık bir dünyada yaşamasını istemeyen ve milli duyguları perçinleyen bu kalemler SSCB hükümetince Türkçülük ve Turancılık hareketiyle halk düşmanı ilan edilerek kurşuna dizildiler.Sonuç olarak geçtiğimiz yüzyılda emperyalistlerin pençelerinde bu ağır azabını çekmeye mahkûm edilen Kazak Türkü ve diğer Türk Cumhuriyetlerindeki kardeşlerimiz o acı günleri geride bırakmıştır.
JELTOKSAN OLAYLARI VE SOYKIRIMI
Bir Türk boyu olan Kazaklar, bağımsız yaşamak için tarih boyunca büyük mücadele verdi bedel ödedi.19’uncu yüzyılın sonlarına doğru şiddetini arttıran Rus istilasına dayanamayan Kazaklar önce Bolşeviklerin, ardından Sovyetler Birliğinin yönetiminde yaşadı.Ruslar, hem Çarlık hem de Sovyetler Birliği döneminde, Kazak Türklerinin dinî, millî, siyasî, sosyal ve iktisadî hayatlarına etki etti.Ülke varlıkları sömürüldü, Rus dili ve kültürü hâkim kılınmaya çalışıldı.16 Aralık 1986’da, Kazakistan Komünist Partisi 1’inci Sekreteri Dinmuhammed Konayev’in görevden alınıp, yerine Rus Gennadi Kolbin getirilmesi Kazaklar için yol ayrımı oldu.Kazakistan Devlet Üniversitesi’nde başlayan direnişte gençlerin talepleri dikkate alınmayınca olaylar büyüdü.Gençlere karşı her türlü baskıyı kullanmaktan çekinmeyen yönetime karşı oluşan öfke sonucu Almatı sokakları hareketlendi.16 – 17 Aralık tarihlerinde Sovyet uçakları Moskova’dan Almatı’ya 70 bin asker taşıdı. Silahsız Kazak geçlerinin üzerine acımasızca ateş açıldı. Çok sayıda insan öldü ve yaralandı. Resmi açıklamalar ölü sayısını 22 olarak duyurdu ama bu hiç bir zaman inandırıcı olmadı.Gösteriler tüm ülkeye yayıldı. Komşu, kardeş devlet ve topluluklardan da destek geldi.Dönemin Sovyetler Birliği yönetimi tehlikeyi gördü ve Gennadi Kolbin’in yerine Nursultan Nazarbayev’i atadı.Bu hareketin bir bağımsızlık hareketi olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Tutuklamalar, idamlar, sürgünler birbirini kovaladı ama iş işten geçmişti. Sovyet Cumhuriyetlerinin tamamında benzer gelişmeler yaşanıyordu.Türki halkların bu toplu hareketinden, Sovyetler Birliği hâkimiyeti altındaki Gürcistan, Ermenistan, Baltık Ülkeleri ve Ukrayna da faydalandı.24 Nisan 1990 günü Kazakistan Yüksek Sovyeti, bağımsızlığın ilk ve en önemli adımını atarak, “Devlet Başkanlığı” makamını tesis etme kararı aldı.Kazakistan Parlamentosunda yapılan gizli oylama ve 1 Aralık 1991 de yapılan ilk halk oylamasında, Nursultan Nazarbayev ilk devlet başkanı olarak seçildi ve başkanlık sistemine geçildi.10 Aralık 1991’de, Kazakistan parlamentosunda, “Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin adı “Kazakistan Cumhuriyeti” olarak değiştirildi.Kazakistan, bağımsızlığını da 16 Aralık 1991’de ilan etti.
ATA BEYİT KATLİAMI
1936-1937 Kırgızistan’da yaşanan Stalin rejimi tarafından yapılan Ata-Beyit (Baba mezarı) katliamı.Ata-Beyt mezarlığında ortaya çıkarılan 138 kişiye ait toplu mezarda içinde DNA testiyle doğrulanan Türk Dünyasının güçlü yazarı Cengiz Aytmatov?un 9 yaşındayken son kez gördüğü 1937 de KGB ajanlarınca götürülen 38 yaşında öldürülen babası Törekul Aytmatov’a ait olduğu öğrenilmiştir. Yine ayrıca Kırgızistan Milli alfabesinin mimarı ve doğu bilimleri âlimi Kasım Tınıstanov ve Orta Asya?nın yetiştirdiği en büyük âlim ve Turan Birliği?nin savunucularından olan Bayalı İsakeyev, A.Jienbayev, Abdıkadır Orazbekov, Erinbek Esenamanov ve niceleri de bulunmaktaydı.1938 yılında 138 kişinin kurşuna dizilerek üzerleri toprakla kapatılan kurbanların çoğu Kırgız Türklerine oldukları da tespit edildi. Katliam bugünkü Bişkek şehrinin yaklaşık 30km dışında bulunan Ala Dağların eteğindeki tuğla ocağında gerçekleştirildi ve 1938’deki bu katliamın birde tanığı vardı. Tuğla ocağı bekçisi Hıdır Aliyev. Aliyev, gizlendiği yerde şahit olduğu ve yıllarca yüzlerce askerin gerçekleştirdiği bu katliamı, orada inleyerek can verenlerin çığlıklarını mezara kadar götürmek istemediğinden ölmeden önce bugün 80 yaşlarına gelmiş, Issık Gölde yaşayan kızına şu sözlerle dile getirmiş: ?Eğer zaman ve şartlar uygun olursa herkes bilsin. Kireç ocağında çok büyük olaylar oldu. Zamanı gelince herkes öğrenmeli! ölüm öncesi bir vasiyet gibi kızına verdiği bu sır 1991 yılında tam bağımsızlığını kazanan Kırgızistan Cumhuriyetinin ilan edilmesinden sonra 1993 yılında kızı tarafından kurulan ilk Kırgız hükümetine iletildi.Kırgızistanın ilk Cumhurbaşkanı, devrik lider Askar Akayev bu durumu bizzat görev edinerek 1993 yılında bir kazı başlatılması için gerekli izni ve kararı çıkardı. Kazılar sonucunda bulunan toplu mezar sadece Kırgızistanı değil tüm Türkistan cumhuriyetlerinin kanını dondurdu. Toplu mezarda 138 ceset ve binlerce mermi kovanı bulundu.Bu durum karşısında devrik lider Akayev, 1936-1938 yıllarına ait tüm KGB arşivlerinin taranmasını emretti. Yapılan arşiv araştırmaları ve DNA testleri sonucunda iki kadın cesedi dışında herkesin isimleri belirlendi.Uzmanlar tarafından mezarda çoğunluğu Kırgız Türkü olmak üzere, Uygur, Tatar, Kazak Türkü Sovyet vatandaşları olduğunu rapor ettiler. Hükümet komisyonu KGB arşivlerinden burada yatanların bazılarının neden, ne şekilde cezalandırılarak öldürüldüğü ile kimlik tanımı yapılamayan bazılarının ismiyle iki kadın cesedinin isimlerine ulaşılamadı.Buna rağmen mezarda bulunan elbiselerin ceplerinden çıkan bir sararmış kâğıtta Sovyetlerin ünlü 58. maddesine istinaden yani basmacılık, Turancılık, ırkçılık, Troçkistlik (ajanlık) ve Pan-Türkizm suçlamalarıyla ölüm emirleri ve isim listelerinin bulunması birçok cesedin sahiplerini ortaya çıkardı.
NOGAY SOYKIRIMI
Ruslar 1783’te Kırım’ı işgal ettikten sonra Azak Denizi’nin doğusunda yaşayan Nogaylar ve bazı Adigelere yönelik toplu sürgün kararı almış, bu halkların Ural bölgesine gönderilmeleri için harekete geçmişti. Rusların sürgün kararına karşı ayaklanan Nogaylar, istilacı güçlere karşı zorlu bir direniş göstermişti.Ancak “Nogay Kasabı” olarak anılan Rus generali Aleksandr Suvorov ordusuyla kadın, çocuk ayırmaksızın Azak Denizi’nin doğusunda yaşayan 100.000’e yakın Nogay Türkünü şehit etti , Nogaylar topraklarından koparak farklı farklı bölgelere dağılmışlardı. 28 Haziran, yaşanan acılara binaen Nogay Soykırımı olarak tarihe geçti.
KIRIM SOYKIRIMI VE SÜRGÜNÜ
İkinci Dünya Savaşının sürdüğü dönemlerde Kırım Türklerinin acıları katlanarak çoğaldı. Savaş sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) Devlet Başkanı Stalin Rus olmayan milletlerin sürgün kararını müzakere edilerek karara bağlanmıştır. Stalin Kırım Türklerinin savaş sırasında Almanlarla işbirliği yaptığını iddia ederek top yekûn sürgüne gönderilmesini emreder. 18 Mayıs 1944 gecesi gelen emir? in ardından 100 binin üzerinde soydaşımız katledilmiştir.Stalinin emri Kırım Türklerine iletilir. 15 dakikada içerisinde, evlerinden hiçbir eşyayı almaksızın, bulundukları şehrin meydanında toplanmaları istenir. Evini terk etmek istemeyenler zorla götürülür. Direnenler, dipçik darbeleriyle hemen oracıkta öldürülür. Sağ kalan Kırım Türkleri hayvan taşınmasında kullanılan tren vagonlarına, âdeta istif eder gibi yerleştirildiler. İki ay süren bu zor yolculukta çok sayıda insan öldü. Ölüm sebebi susuzluk, hastalık, açlık, havasızlık, ve pislikti. İlk göç ettirilenler eşler, çocuklar ve yaşlı insanlardı; erkekler savaşa devam ettikleri için onlar daha sonra göce tabi tutulacaklardı. Dayanamayıp yolda can verenlerin gömülmesine bile izin yoktu , cesetlerini dışarı çıkartamazlar yaşayanların arasında çürürdü, ancak kısa molalarda demiryolu hattı üzerine bırakırlardı. İnsanlar havasızlıktan boğuluyor, bir çokları da akıllarını kaybediyordu.Kırım Türkleri Ural, Sibirya, Kazakistan, Özbekistan, Batı Türkistanın binlerce kilometre içlerine naklediliyorlardı. Sürgün işlemleri tamamlanınca hayatta kalmayı başarabilenler ulaştıkları yerlerdeki kötü şartlar altındaki hayata dayanamadılar. Açlık, sıtma, verem ve diğer hastalıklar sebebiyle ilk altı ay içerisinde de yarısı ölür, kalanların ise bulundukları yerleşim alanının dışına çıkmaları yasaktır. İzinsiz çıkanların cezası yirmi beş yıl mahkumiyetti. Eğitim görmeleri engelleniyor, kültürlerini korumalarına izin verilmiyordu. Kırım şivesiyle konuşanlar, şarkı-türkü söyleyenler cezalandırılıyordu. Adeta açık hava hapishanesi şartlarında yaşamaya mahkûm edilmişlerdi.Bütün Türkleri ayrı ayrı yerlere sürerek aralarındaki iletişimi koparıp direnişi kırıp parçalamaktı amaçları. 1956 yılına kadar bu zor koşullar altında yaşamlarını sürdürerek, ülkenin ahalisi içinde erimeyerek milli benliklerini korumayı bilmişlerdir.Sürgünün ardından Kırımın Arabat bölgesinde bir köyde, 150 civarında Türkün unutulduğu anlaşıldığında Stalinden gelen emir şöyleydi Bunların işini 24 saat içerisinde bitirin !? Emir yerine getirildi: Bebek, ihtiyar ve genç… köy halkı, küçücük bir tekneye dolduruldu. Tekne, kıyıdan bir-kaç mil açılınca batırıldı. Karadeniz?in hırçın dalgaları soydaşlarımıza mezar olmuştu.Kırımlıların dışında aynı akıbete uğrayan diğer milletler şöyledir, Kalmuk, Çeçen-İnguş, Volga-Germen, Kabartay-Balkar, ve Karaçaylılar da sürgüne tabi tutulmuşlardır.Sovyet Hükümetleri tarafından Kırım Türkleri ve diğer halkların halen bulundukları yerler, ısrarla gizli tutulmaktadır ve dünya kamuoyundan da büyük bir maharetle de yıllarca gizlenmiştir.5 Eylül 1967 tarihli kararname ile Kırım Türklerinin itibarının iade edilmesine karar verildi. Bundan cesaret alan Kırım Türkleri, kitleler halinde vatana döndüler ama bunun aldatmaca olduğunu ve yerleşme izinlerinin olmadığını, görünce tekrar geri dönmek zorunda kaldılar.Kırım Türkleri’nin millî mücadelesi, kitle hareketine dönüşmüştü. Miting ve protesto toplantıları düzenlendi. Toplantılara katılanlar ağır şekilde cezalandırıldı. 23 Nisan 1978 günü Musa Mahmut isimli bir Türk, soydaşlarına yapılan haksızlığı protesto etmek için kendisini yakarak intihar etti. Kırım Türklerinin efsaneleşen lideri Abdülcemil Mustafa Kırımoğlu hapse mahkûm edildi. Moskova gösterilerinden sonra, SSCB’yi yönetimi, Kırım Türkleri?nin haksız yere suçladıklarını anlamış vatana ihanet suçlarını? kaldırmıştır.Sovyet hükümetinin Kırım Türklerini vatanlarından uzak tutmak için gösterdikleri gayretlerin hepsi boşa çıkıyordu. Onlara sunulan yeni vatan seçeneği kabul görmemiş anavatanlarına dönme kararlılığından asla taviz vermemişlerdi.1990 yılının Temmuz ayında VATANA DÖNÜŞ’E izin çıktı. Kırım Türkleri?nden bir grup, 2-3 ay süren çileli yolculuktan sonra ata yurduna dönmüşlerdir. 1944’de ayrılırken üzerlerindeki elbiselerden ve gönüllerindeki vatan aşkından başka hiçbir şeyleri yoktu. Dönüşte; ceplerinde diplomaları, altlarında arabaları, cüzdanlarında az veya çokça bir paraları vardı, meslek sahibi olarak dönmüşlerdir. 15 dakikada terk ettikleri evlerine Ruslar yerleştirilmişti, hükümet de ev ve toprak vermediği için birçoğu vatana döndükten sonra aylarca naylondan yapılmış çadırlarda yaşadılar. İmkânı olanlar kendi evlerini kendileri inşa ettiler. Olmayanlar, zor şartlar altında, fakat vatanda olmanın huzuru içerisinde yaşamaya çalışıyorlardı. Sürgünden dönenlerin sayısı 260.000 civarındadır. Daha bir o kadarı dönüş izni bekliyor ve imkân arıyorlar.SSCB’nin dağılmasından sonra Kırım, Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasında çıbanbaşı olmuştur. 1774 yılında Osmanlı İmparatorluğundan koparılan Kırım Türkleri, bugün Ukrayna sınırları içinde bağımsızlık mücadelesi devam etmektedir. Dönüş yapan Kırım Türklerinin 50-60 bin kadarı Ukrayna vatandaşlığı hakkını elde etmiştir. Bugün büyük bir bölümü ise, Özbekistan vatandaşı durumundadırlar. Efendi değiştirerek yeni esaret zincirleri takmak değil, milli istikbale kavuşmaktı amaçları. İşte bu yüzden son Kırım Türkünün de anayurduna dönmeden, Kırımın gelecekteki durumunu belirlemek zor görülüyordu.Kırım Türkleri; büyük önderleri Gaspıralı İsmail Bey?in söylemi ile: Dilde, fikirde ve işte birlik sağlayabilirlerse, arzuladıkları çözüme ulaşabilirlerdi.Tarihte olduğu gibi ve halende devam eden Türklere karşı yapılan katliamlar incelendiğinde bütün belgeler karşılaştırıldığında esas katliamlara kimlerin maruz kaldığı çok net görülecektir. İnsanların eşitliğine ve halkların kardeşliğine dayandığını iddia eden Sosyalizm bu şartları ne yazık ki Slav ırkı için geçerli sayıyor.Kırım da, Balkanlar da, Kafkaslar da, Azerbaycan da, Irak da, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti?nde yaşanan katliamlar gerçek bir soykırımdır. Soykırımların baş aktörü kim olursa olsun, Emperyalizmin sahnelediği bu oyun yayılmacı ve istilacı politikaların çirkin bir yüzü ve büyük bir insanlık suçudur.8 MART 1944 BALKAR TÜRKLERİNİN SÜRGÜN VE SOYKIRIM GÜNÜ… BUŞUV KÜN…. KARA KÜN
8 Mart 1944 de, Balkar gençleri, çok uzaklarda cephede savaşırken, gücü anavatanda ki Balkarlı yaşlılara, kadınlara ve çocuklara yeten zalim Stalin ve Rus kızılordusu tarafından, Orta Asya ve Sibirya’ya toplu olarak sürgün edilmiş, işkence görmüş, aileleri parçalanmış, öldürülmüştür.Sürgünden itibaren, sistematik olarak Balkar halkı soykırıma uğratılmış ve bu yüzden 13 yıl boyunca Balkar Türklerinin nüfusunun yarısı soykırıma uğramıştır
AHISKA TÜRKLERİ SOYKIRIMI
16 Mart 1921 yılında Ahıska’nın Sovyet topraklarına bağlanması ile Ahıskalılar için kara günler yeniden başladı. 1956 yılındaki verilere göre bu yerlerdeki Türk nüfusu 138.000 kadardır. Sovyet yönetimi, zorla Gürcistan sınırları içerisinde bıraktıkları Abhaz, Asetin ve Acarlılara, Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanırken, Ahıska Türkleri yokmuş gibi farz edilerek, göz ardı edildiler. Bu yıllarda Ahıskalılar, okullarda önce Arap, sonra Latin ve daha sonra da Kiril alfabesi ile eğitim gördüler.Ahıska’da kolhozlar 1927 yılında kurulmaya başladı. 1921’den 1927’ye kadar bu geçen 6 yıllık süre içerisinde Ahıskalıların ileri gelenleri Sovyet yönetimi tarafından hapishanelere atıldı. 1930’lu yıllarda başlatılan baskı ve şiddet (Represiya) döneminde binlerce aydın ve din adamı “Kemalist ve Pantürkist” suçlaması ile evlerinden toplanarak cezaevlerine atıldılar. Bu insanlardan bir daha hiç bir haber alınamadı. Daha sonra Stalin’in de desteği ile Gürcü şovenizmi güçlenerek, Ahıska Türklerinin büyük bölümünün soyadlarını Gürcüce’ ye çevirdiler. 1938 yılında Sovyet Anayasa’sının kabulünden sonra, Ahıskalılar kayıtlara Azerbaycan milleti, dilleri ise; Azerice olarak geçti. Fakat bu durumda, Rusların kendi amaçları ve politikaları açısından pek fayda getirmeyeceği anlaşılınca bundan da vazgeçilip, 1940’da Ahıskalıların resmi dili Gürcüce ’ye çevrildi. Bu uygulamadan anlaşılan Ahıskalılar, bağlı bulundukları Türk kimliğinden tamamen koparılmak istenmiştir. Diğer taraftan bu yıllarda, İkinci Dünya harbinin patlak vermesi, bu harbe Rusya’nın dahil olmasıyla birlikte 1938-40 yıllarında Ahıska ve çevresine, Türkiye’ye mücavir sınırın korunması adı altında, on binlerce Sovyet askeri yerleştirildi. 1940 yılına kadar hiç askere alınmayan Ahıskalılar?dan birden bire 40 bin civarında kişi Alman cephesine sevk edildi. Askere sevk edilenlerin kız, gelin ve çocukları Borcom’a demiryolu inşaatında çalıştırdılar. 1944 yılında Borcom’dan Vale’ye döşenen 70 kilometrelik demiryolu yapımında binlerce Ahıska Türkü kötü koşullar sebebiyle hayatını kaybetti.Kaynaklardan öğrendiğimiz bilgilerden anlaşılıyor ki; Ahıska Türkleri?nin sürgün edilme düşüncesi Rus yöneticileri tarafından 10-15 yıl öncesinden planlanmaya başlanmıştır. Çünkü 1921 yılından sonra komünist Sovyet yönetimin, Abhaz, Asetin ve Acarlara Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanırken; Ahıska Türklerine bu hakkı tanımaması; 1930’lu yıllarda halkın lideri durumunda olan binlerce aydın ve din adamının hapse atılması; 1940 yılına kadar diğer özerk Cumhuriyetlerden askere adam alındığı halde, Ahıskalılar?dan askere alınmayıp, ancak Rus-Alman Harbi?nde 40 bin civarında kişinin Alman cephesine gönderilmesi ve geri kalan kadın ve ihtiyarlara da demiryolunun yaptırılması gibi olay ve uygulamalar gösteriyor ki, sürgün olayını daha önceden hazırlanmış bir planı tam istedikleri bir anda gerçekleştirmişlerdir.1944 Sürgünü ve Sürgününü Hazırlayan Koşullar Bilindiği gibi 1944 yılı Mayıs’ında hazırlanmış olan bir belgeye göre, önce Ahıska Türkleri?ni, S.S.C.B. üyesi olan Gürcistan’ın Şark ilçelerine (Rayonlarına) nakletmek kararı alınmış. Ancak daha sonra büyük ihtimal ki, bu karar halkın kafasını karıştırmak ve meşgul etmek için hazırlanmış sahte bir belge olduğu ortaya çıkmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, gerçek niyeti ve planı gizlemek suretiyle; ortaya çıkacak tepkiyi ölçmek, gibi gayelerle aslı olmayan bir dedikodu ortaya atılarak halkın zihni bulandırılmış ve dikkatler başka tarafa çekilmeye çalışılmıştır. Daha sonra, aynı yılın Temmuz’unda yeni plan tasdik olunuyor. Tasdik edilen bu yeni kararda, ahaliyi Gürcistan Cumhuriyeti’nden dışarıya çıkarmak, Orta Asya ve Kazakistan’a sürmek planı açıklanıp uygulamaya konuluyor.Sürgünün Uygulanması Bu acımasız Stalin rejimi, Devlet Savunma Komitesi kararına dayanarak sınır güvenliği gerekçesiyle 110 bini aşkın Türkü, Ahıska’nın 209 köyünden alarak kargo trenleriyle Orta Asya’ya sürmüştür.Şimdiye kadar gizli olan belgelerin açıklanmasından sonra sürgün olayını kısaca özetlersek Stalin rejiminin biraz daha iç yüzünü görmüş olacağız.13 Kasım 1944 yılında “Komünist İmecesi” uygulamasıyla yollar, köprüler v.s. gibi tesisler, daha başlarına geleceklerinden haberi olmayan halka tamir ettirildi. 14 Kasım 1944 günü, gece saat 12.00’de, daha önce sınıra takviye amacıyla yerleştirilmiş olan on binlerce Rus askeri, silahlarıyla Türklerin evlerine girdiler. Dört saat içerisinde kamyonlara doldurulan mazlum ve çaresiz Türk insanı demir yoluna getirildiler. Diğer taraftan bu sırada yüzlerce Ahıskalı aile ise, her türlü riski göze alarak, Rus askerleriyle çarpışarak, onlarca şehit verme pahasına Türkiye’ye geçmeyi başardı. Bu aileler halen Ağrı, Muş, Kırıkhan, İnegöl, Bursa, Ankara, İstanbul ve diğer yerleşim birimlerinde yaşamaktadırlar.Türkiye sınırına yakın köylerdeki insanlarımızın toplanması için 15 dakika izin verildi. Babaları, kocaları, kardeşleri Alman Cephesi’nde bulunan bu kimsesizleri ve ihtiyarları kim, hangi sebeple, nereye sürüyordu? belirsizdi.Böylece 100-120 bin civarındaki Ahıska Türkü, kara kış gününde yük vagonlarına 8-10 aile halinde koyunlar gibi doldurularak kapılar kilitleniyordu. Yer gök Allah-Allah haykırışlarıyla inliyor, ağlama, sızlama ve hıçkırık sesleri kulakları sağır ediyordu. Halbuki bu yakarışları işitecek vicdana sahip kimse yoktu. Vagonlar Hazar Denizi’ne yaklaşmaya başlayınca, bu insanlar kendilerinin denize döküleceklerini sandılar. Bu olay karşısında Azerbaycan’ın o dönemdeki yöneticileri, Ahıskalıları Azerbaycan’da iskan etmek istediler. Ancak Stalin’in kararı kesindi. Azerbaycan yöneticilerini kurşuna dizmekle tehdit etti. Azerbaycan Türkleri?nin gayretleri de netice vermedi. Üç gün sonra vagonlar tekrar Urallar Bölgesi’ne hareket etmeye başladı. Ural Dağları?nın soğuk havası bir çok insanın hayatına mâl oldu. Onlara kefen ve mezar bile nasip olmadı. Kefenleri Sibirya’nın bembeyaz karıydı. Bir buçuk ay süren yolculuk sonunda bu talihsiz insanlar Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a dağıtıldılar.Ahıska Türkleri sürülürken: Onlara; ?Sizleri Alman tehlikesinden korumak için başka yerlere geçici olarak göç ettiriyoruz, en kısa zamanda topraklarınıza geri döneceksiniz? diye yalan söylediler. Sürgün anılarını anlatan başta babam Rahmetli Mihrali BİNALİOĞLU ve sürgün yaşamış 100’den fazla insanların anılarını çok kısa olarak şöyle ifade edebiliriz: ?Gece Rus askerleri köyümüzün evlerini kontrol altına aldılar ve iki saat içinde toplanmamızı emrettiler. Sonra da silah zoruyla tren istasyonunda topladılar. 220’ye yakın Ahıska köyünün Türk ve Müslüman nüfusunun kırk-elli kişi bir hayvan vagonuna dolduruldu. Vagonlar hayvan vagonları olduğu için ısıtma sistemi yoktu. Tuvaletsiz, susuz, dışarıda -15, -20 derece soğukta, bir buçuk ay bir yolculuk yapıldı. Rus askerleri her istasyonda vagonları açarak: açlıktan, soğuktan ve hastalıktan ölenleri trenlerden dışarı atıyorlardı. Tren kapıları günde bir kez açılıyordu. Erkeklerin gözleri önünde utandıkları için tuvalet ihtiyaçlarını yapamayan kadınların idrar keseleri patlayarak ölenler vardı? Onları bu insanlık ayıbına düşürenler neden utanmadılar? Bu insanların suçu neydi?, Türk ve Müslüman olmak mı, nerde bu insanların cesetleri? Kim bu insanlık ayıbını üstlenecek? Altmış yıl içinde kimse üstlenmemişse, bundan sonra birilerinin üstlenmesi zor olur. Ahıska Türklerinin Özbekistan’daki sürgün yaşantıları:Bir buçuk ay süren bu zorlu yolculuktan sonra, açlıktan, soğuktan, hastalıktan, 17 bini çocuk olmak üzere 30 binden fazla insan vefat etmiştir. Orta Asya Çöllerine Ocak ayında gelen Ahıskalılar zor şartlar altında yaşam mücadelesi vermeye başladılar. Bu toprakların insanlarına, havasına, suyuna alışmak mecburiyetindeydiler. Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan çöllerine yerleştirilen bu insanlar sıkı bir polis ve KGB rejimi altında adeta bir karantinaya alındılar. 1944-1956 yıllar arasında sıkı yönetim uygulandı. Belli sınırlar içinde yaşamak mecburiyetinde kaldılar, bir köyden diğer bir köye izinsiz gidemediler. Düğün yapmak, evlenmek, yakın akrabaları ziyaret etmek için özel izin alınması gerekiyordu. Yüksek eğitim alma, seçme ve seçilme hakları yoktu. Ne yazık ki; bütün bu insanlık dramını dünya kamuoyu bilmiyordu. Bu insanlık ayıbı tam 12 yıl sürdü. (1944-1956) yılları arasında devam etti. Stalinin ölümünden sonra sıkı yönetim kaldırıldı. Ama Ahıskalılar Ahıska’ya dönemediler. Ellerinden alınmış mal ve mülkleri verilmedi, hatta turist olarak Ahıska topraklarını ziyaret etmeleri yasaklandı. Bunun başlıca sebepleri Ahıska’nın Türk sınırında bulunması ve 1944ten sonra boş kalmış Türk köylerine Ermenilerin yerleştirilmiş olmasıydı. Bir Türk toplumunun Türkiye sınır bölgesinde bulunması Rusya açısından sakıncalı olarak görülmüştü. Ahıska Türklerinin sürgünündeki Ermeni faktörünü de unutmamalıyız. 1915 Türk-Rus Savaşında Ermeniler Türklere ihanet ettikten sonra, artık Türk topraklarında kalamayacaklarının farkına vardılar. Rus Ordusunun arkasına takılarak Anadolu topraklarını terk ettiler ve Kafkasya’ya yerleştiler. Ahıskalılar Ahıskadan sürülünce de boş kalan köylere Ermeniler yerleştirildiler. İngiliz yazarı Robert Conguest; 120 bin kişilik bir Türk nüfusu yurtlarından sürülüyor ve bu olay 1969 yılına kadar Batı dünyasında duyulmuyor. Koca bir halk yurtlarından sürülüp binlerce km uzaklıkta sıkı bir polis rejimi altında yaşamaya mahkum ediliyor ve dünyanın bu soykırımdan haberi olmuyor? diye yazıyor. Nasıl adalet bu?Bir buçuk ay süren bu yolculuk sonucu 1944 yılının soğuk kışında Ahıska Türkleri Batı Türkistana ulaştılar. Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’ın çöl arazilerine dağıtıldılar. Yerli halk Ahıskalıları hiç de iyi karşılamadılar. KGB yerli halk arasında iyi çalışmıştı ki; Ahıskalıları düşman gibi karşıladılar. Siz insan yiyormuşsunuz, Almanlar ile iş birliği yapıyormuşsunuz diye yalan suçlamalarda bulunmuşlar. Ahıskalılar bu çöl dediğimiz arazileri güzelleştirmeye başladılar. Çalışkanlıkları, dürüstlükleri ile çok kısa bir zamanda yerli halktan daha iyi yaşamaya başladılar. Baskı ve zulümlere rağmen Türklüklerini, dinlerini, örf ve geleneklerini hep korumaya çalıştılar. Yerli halk Ahıskalılara; Göçmen, Kafkas diyenlere karşı kendilerinin Türk olduklarını ispat etmeye çalıştılar. Bu nedenledir ki; kimliklerine Türk diye yazdırıyorlardı. Merkez Komitesi; Azeri, Özbek, Gürcü, Rus yazmak istemelerine rağmen Ahıskalılar; Hayır ben Türküm ve asla milliyetimden vazgeçmem? diye direniyorlardı. Ahıskalılar hariç eski SSCB de Türk diye resmen kabul edilen başka millet olmamıştır. Koca bir halk yaşadıkları sınır boyundaki yurtlarından sürgün ediliyor, soykırıma tabi tutuluyor, 30 binden fazla insan açlık, hastalık ve soğuktan vefat ediyor, Sağ kalanlar sıkı bir polis KGB rejimi altında 12 sene yaşamaya mahkum ediliyor, Ahıska haritasından Türk toplumu siliniyor ve bütün bu mezalim gelip geçen Sovyet liderleri tarafından gizli tutuluyor. Daha da düşündürücüsü Türkiye’de gizli tutulması, bu sürgün ile ilgili bilgiye rastlanmaması hayret vericidir. Sürgüne tabi tutulan bazı milletlerin; Almanlar ile işbirliği yaptıkları için? sürüldükleri ileri sürülüyor, ama Ahıska Türklerine böyle bir suçlama yapamadılar. Demek ki; Ahıska Türklerinin sürgününün tek sebebi Türk olmaktı. Stalin Türk Devletine yapamadığını, Ahıska Türklerine yaptı. Ahıska Türklerine yapılan bu sürgün, resmen bir soykırımdır. Bütün dünyanın bunu böyle kabul etmesini istiyoruz. İnsanlık tarihinin en kirli sayfalarını teşkil eden bu sürgün olayının belgeleri yıllar sonra ortaya çıktı. Bu insanlık suçunu işleyenler, bu ayıbı ortadan kaldırmak için hiçbir girişimde bulunmadılar. İnsanlık tarihini inceleyenler bir gün bu suçun hesabını da soracaklar, ama ne zaman?
GÖKTEPE SAVAŞI VE TÜRKMEN KATLİAMI
Ruslar, 12 Ocak 1881’de çocuk ve kadınlar dahil binlerce Türkmen’i Göktepe kalesinde katletmişti. Göktepe Savaşı, Türkmenistan’da Aşkabat’ın 50 kilometre kuzey batısında bulunan yerde Rusların Türkmenlere karşı yaptığı büyük bir katliamdır. Çarlık Rusya’sının işgalci ordusunun Türkmenistan’ın Göktepe şehrindeki Göktepe Kalesi’nde kuşattığı onbinlerce Türkmen, gösterdikleri büyük bir direnişten sonra Ruslar tarafından hunharca katledilmişlerdi. Tarihi belgeler 40 bin kişinin hayatını kaybettiğini yazıyor. Türkmenistan’daki Yengi Şeher kalesi 1881 yılında işgalci Rus Çar imparatorluğu ordusu tarafından ele geçirildi. Kalenin gerçek adı Yeni Şehir’dir.Aralık 1880’de, general Mikhail Dmitrievich Skobelev komutası altındaki son derece modern teknolojileriyle donatılmış 6 bin kadar Rus askeri Gök-Tepe’yi işgal etti. Bu işgal yirmi üç gün sürdü. Rus ordusu daha sonra saldırıya geçti. Ruslar 12 Ocak günü 25 bin kişinin savunduğu şehri üstün teknolojileriyle ele geçirmeyi başardılar. Türkmenler burada büyük bir direniş gösterdiler ancak yine de büyük kayıplar verildi. Ruslar, kalelerin altına yerleştirdikleri bin 160 kilogramlık dinamitlerle kaleyi içten vurdular. Ruslar, büyük saldırılar sonucu kaleyi ele geçirdiler. Kalede bulunan yaklaşık 50 bin kadar sivil insan çöllere doğru savrulmaya başladı. Çöllere dağılan insanlar Rus ordusundan kurtulamadı. Ruslar, 6 bin 500 kadar insanı kalenin içinde katletti. Ruslar bu işgal sırasında çok az kayıp verdiler ancak Türkmen askerlerin çoğu hayatını kaybetmişti.
KIZIL ORDUNUN BAKU KATLİAMİ
Azerbaycan Türklerinin, Azerbaycan Halk Cephesi önderliğinde başlattığı bağımsızlık taleplerinin diğer cumhuriyetleri de harekete geçireceğinden korkan SSCB, Bakü’de yaşayan Rusların ve Ermenilerin can güvenliğini bahane ederek, Azerbaycan’a askeri müdahale kararı alır. 1990 yılında 19 Ocak’ı 20 Ocak’a bağlayan gece, 35 bin kişilik bir orduyla üç ayrı noktadan Bakü’ye giren Rus tankları, tıpkı 1956’da Budapeşte’ye, 1964’te Prag’a girdiği gibi; Bakü’yü istila etmiştir. Bu gece yarısı askeri baskında yüzlerce insan ölmüş ve yaralanmıştır. Hazar denizine atılanlar, penceresinden bakarken öldürülenler, arabasıyla geçerken kurşunlananlar, vurulan çocuk yaştakiler, gençler ve yaşlılar acımasızca katledilmişlerdir. Hele Tank paletlerinin altında kalanların fotoğrafları, Rus vahşetini sergilemesi bakımından bir ibret ve utanç vesikası olduğu kadar Rusların bir yüz karası olarak ebediyete kadar kalacaktır. Görevden alınan Cumhurbaşkanı Vezirov’un yerine Ayaz Muttalibov yönetimi eline aldı. Ayaz Muttalibov, Rus güçleriyle ortak hareket ederek sıkıyönetim ilan etti. Peşinden Halk Cephesi mensubu bir yığın insan tutuklandı. AHC, halka 40 günlük greve gitme çağrısında bulundu. Azerbaycan’ın bütün fabrikalarında ve petrol tesislerinde çalışanlar; bu katliamın failleri bulununcaya kadar grev yapma kararı aldılar. 30 Ocak’ta Ebulfez Elçibey’in Azerbaycan halkına, BM Genel Sekreterliği’ne, AGİT Başkanlığı’na hitaben yazılmış beyanatı, başta Azatlık Radyosu olmak üzere, dünyanın büyük radyo kuruluşları tarafından yayınlandı. Böylece tüm dünya Rus vahşetinden haberdar oldu. Bunun üzerine Rus askerleri, yerli işbirlikçilerin yardımıyla, Halk Cephesi binalarını kapatarak mensuplarını tutukladılar. Lakin bağımsızlık mücadelesinden yılmayan ve korkmayan Ebülfez Elçibey ve arkadaşları 26 Ocak 1990 günü, üç renkli Azerbaycan bayrağını, Rus askerlerinin gözü önünde El Yazmaları Enstitüsü’nün çatısına dikerek, Rus emperyalizmini dize getirdiklerini tüm dünyaya ilan ettiler. Sonuçta Büyük bir imparatorluk, Azerbaycan Halk Cephesi önünde diz çöktü. Azerbaycan Halk Cephesinin Azerbaycan’daki bu bağımsızlık zaferi, diğer bütün cumhuriyetlerin de yolunu aydınlattı. Onların da kurtuluş ilhamı oldu. Rus Kızıl ordusunun yirmi yıl önce Bakü’de döktüğü yüzlerce Azerbaycan Türkünün kanları üzerinde yeşeren, boy veren istiklâl ağacı, bu imparatorluğun bütün kutuplarını sardı. Diğer Cumhuriyetler de birer birer bağımsızlaştı. Bu vesileyle, Azerbaycan Halk Cephesinin lideri, bağımsızlık mücadelesinin unutulmaz kahramanı, büyük Türk milliyetçisi, Cumhurbaşkanı merhum Ebulfez Elçibey’i ve tüm şehitleri bugün tekrar rahmet ve minnetle anıyoruz. Tüm Türk dünyasının başı sağ olsun
KANLI OCAK (YANVAR KATLİAMI
)Aralık 1989’da AHC Azerbaycan’da fiilen iktidarı ele geçirmiştir. Ülkedeki fabrikalarda uzun süreli grevlerin yaşanması ve ulaşım sisteminin durma noktasına gelmesi Sovyetler Birliği’nin yalnız Azerbaycan’da değil, bütün Güney Kafkasya’da ekonomik ve siyasi kontrolünü zayıflatmaya başlamıştır. 2 Aralık’ta da AHC Sovyetler Birliği’nden ayrılacaklarını ve bağımsız Azerbaycan için mücadeleyi başlattıklarını açıklamıştır.AHC ile birlikte Azerbaycan’da komünist yönetime karşı örgütlü mücadelenin başlaması, Azerbaycan Komünist Partisi Lideri Abdurahman Vezirov’a karşı parti içindeki muhalefetin Moskova yönetimini kışkırtması, Dağlık Karabağ olayları ve Azerbaycan’dan çıkartılan Ermeniler yüzünden ülkede siyasi gerilimin artması ile birlikte 15 Ocak 1990’da Moskova yönetimi Dağlık Karabağ ve bazı bölgelerde sıkı yönetim uygulamaya karar vermiştir. 19 Ocak’ta da Bakü’de sıkı yönetim ilan edilmiştir. Bu sıkı yönetimden hemen sonra halkın bu karara uymaması, Bakü’de Ermenilere zulüm yapıldığı iddialarının ortaya atılması, AHC’nin iktidarı ele geçirmesi ve Sovyetler Birliği-İran sınırının açılması gerekçe gösterilerek20 Ocak’ta Sovyet ordusu Bakü’ye girmiştir. Azerbaycan’da iktidarı tekrar ele geçirmek isteyen Sovyet Ordusu’na direniş sonucunda resmî açıklamalara göre 143 kişi ölmüş, 750 kişi yaralanmış, 400 kişi gözaltına alınmıştır.20 Ocak 1990’da meydana gelen çatışmalar, Azerbaycan bağımsızlık mücadelesinin sindirilmesini sağlayamamış, aksine milliyetçilik hareketlerini güçlendirmiştir. 22-24 Ocak tarihleri arasında şehitler için yas tutulmuş ve 22 Ocak’ta Şehitler Hıyabanı’na defnedilmiştir. AHC’nin ülke çapında giderek güçlenmesi ile birlikte Azerbaycan’da Sovyet dönemine ait isimler, heykeller, armalar vb. izler kaldırılmaya başlanmış, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi olan 28 Mayıs 1918 tarihinin Azerbaycan Devlet Günü olarak kutlanmasına karar verilmiştir. 19 Ağustos 1991’de Moskova’da Gorbaçov’a karşı yapılan darbe girişimine de ilk tepki gösteren örgütlerden biri AHC olmuştur. Moskova’daki başarısız darbe girişimi diğer Sovyet cumhuriyetlerinde olduğu gibi Azerbaycan’ın da bağımsızlık sürecini hızlandırmıştır. Nitekim, 18 Ekim 1991’de Azerbaycan Devletinin Bağımsızlığına İlişkin Anayasa Aktı kabul edilmiş ve 29 Aralık’ta referanduma gidilerek Azerbaycan Yüksek Sovyeti’nin 18 Ekim 1991 tarihli bağımsızlık kararı onaylanmıştır.20. yıldönümü anılan 20 Ocak 1990 olayları, Moskova’nın Azerbaycan’da kontrolü sağlama girişimlerinin sonuncusu ve Sovyet tanklarının 1956’da Budapeşte’ye, 1964’te Prag’a girmesinden sonra girdiği son başkent olmuştur. Azerbaycan’ın bağımsızlık mücadelesinin son kilometre taşı olan 20 Ocak, millî kimliğin yeniden ortaya çıkmasına da katkıda bulunmuştur. Sovyet ajan okullarında hazırlanan senaryo aynen tatbik edilince, KGB tarafından organize edilen tahribat grupları sokaklara dökülerek Ruslara saldırdı. Yine KGB yetiştirmesi beslemeler vasıtasıyla Karabağ’ın intikamı adı altında Ermenilere karşı göstermelik bazı hareketler düzenlendi. Bakü, gerçekten çok büyük bir karışıklığa girerken, KGB’nin aradığı kaygan zemin de artık hazır olmuştu. Ruslar?ın istediği kadar bulanan suda balık avlamak için uygun olan mevsim gelip çatmıştı. Bu gelişmeler yaşanırken AHC kadroları, başta önderleri Elçibey olmak üzere, gece-gündüz demeden çaba göstererek halkı sakinleştirmeye çalışırken; Ermeniler ‘in zarar görmeden Bakü dışına çıkarılması için de büyük bir gayret sarfediyorlardı.Biliyorlardı ki; masum Ermeni imajı tekrar gündeme gelecek ve Rus orduları bu karışık durumu bahane ederek, sözde kendi halkını korumak bahanesiyle Bakü’yü işgal edecekti. Bunu önlemek için çok gayret sarf edildi ancak tüpten çıkan macunu geri koymanın zorluğu içinde, yapılan tüm çalışmalar boşa gitmiş ve bütün çabalar heba olmuştu.1990 senesinde 19 Ocak’ı 20 Ocak’a bağlayan gece, palet sesleri cehennemî bir homurtuyla şehir merkezine yaklaşmaktaydı. General Yazov komutasındaki Rus orduları Bakü’ye üç ayrı noktadan girdiler. Kurulan barikatlar, tankların karşısında hiçbir işe yaramadı. Bugünkü 20 Yanvar metro istasyonunun bulunduğu bölgede lokal bir direniş oldu.Fakat bu şanlı direnişi örgütleyen kahramanların hepsi de kısa süren çatışmalar sonunda şehit edildi. Rus tankları tıpkı 1956’da Budapeşte’ye, 1964’te Prag’a girdikleri gibi, 1990 yılında Bakü’ye de kan dökerek girdiler.Odlar yurdunun’Nazlı Başkent’i yine alev almış, cayır cayır yanıyordu.Bilindiği gibi, Bakü’nün de içinde yer aldığı ve Hazar Denizi’ne doğru uzanan bir çıkıntıya ‘Abşeron Yarımadası’ denmekte ve ülke nüfusunun neredeyse yarısı bu bölgede yaşamaktadır. İşte o kara Yanvar günü Abşeron, ölümlerin kol gezdiği bir viraneye dönmüş ve evlerin musluklarından su değil, kan akmaya başlamıştı.T-72, 80 ve BMP-3 tankları ‘Udar’ kodu ile Bakü sokaklarına büyük bir gürültü ile girerken, böylesine kalleş bir saldırı beklemeyen Azerbaycan Türkleri uykularından fırlayıp, Rus silahlı kuvvetlerine karşı, sopalarla baltalarla karşı koymaya başladılar. Ruslar 35 bin kişilik ağır zırhlılarla donatılmış ‘Alfa’ birlikleri ve ‘DTK-a’ diye isimlendirilen, tahribat eğitimli askerlerle hücuma geçmişti. Bakü Azatlık Meydanı’nda tarihin en büyük facialarından biri yaşanıyordu. İki gün süren, kadın, çocuk ve yaşlıların çoğunlukta olduğu bir katliam ile uygulanan soykırımını, dünya ülkeleri bir macera filmi seyreder gibi izlerken, yıllarca Azerbaycan’ın başında olan Haydar Aliyev ise etkili bir Rus generali olmasına rağmen kılını bile kıpırdatmayarak, o da seyirciler kervanına katılıyordu.20 Yanvar günü verilen canların her biri istiklâl bayrağının yükselmesi için birer altın kaide oldular. O günden sonra Azerbaycan’da hep bir ağızdan çıkan gür ve tek bir ses vardı:-Vatan sağolsun!..Bir saat içerisinde yüzlerce Türk hayatını kaybederken, binden fazlası da ağır ve ölümcül yaralar almıştı. Bakü sokakları al kanlara boyandı. Halk Cephesi mensubu olduğu gerekçesiyle yüzlerce insan tutuklanarak Rusya’nın uzak bölgelerindeki çeşitli cezaevlerine gönderildi.Vezirov görevden alınarak yerine Ayaz Muttalibov tayin edildi. Ayaz Muttalibov, Rus ordusundan güç alarak sıkıyönetim ilan etti. Azerbaycan Halk Cephesi, işçilere 40 günlük greve gitme çağrısında bulundu. Azerbaycan’ın bütün fabrikalarında, petrol tesislerinde çalışanlar, bu katliamın failleri bulununcaya kadar grev yapma kararı aldılar.Böylece Azerbaycan’da hayat durmuştu.30 Ocak’ta Elçibey’in Azerbaycan Türkleri?ne, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Başkanlığı’na ve sözde dünya demokratik güçlerine hitaben yazılmış bir beyanatı, başta Azatlık Radyosu olmak üzere, dünyanın büyük radyoları tarafından yayınlandı. Rus vahşeti bütün dehşetiyle dünyanın gözleri önüne, bu beyanat sayesinde açıkça serilmiş oluyordu.Daha sonra Rus askerleri, yerli işbirlikçilerin de yardımıyla, AHC binalarını kapatmaya ve Cephe üyelerini tutuklamaya başladılar. Teşkilâtın merkez binası da tamamen tahrip ve talan edilerek yağmalandı.Elçibey önderliğinde Azerbaycan Ülkücüleri 26 Ocak 1990 Cuma günü, üç renkli Azerbaycan bayrağını Rus askerlerinin gözü önünde ‘El Yazmaları Enstitüsü’nün çatısına diktiler. Hep bir ağızdan haykırıyorlardı:-Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez!..Abşeron “Kan Denizi” olmuştu ama Ruslar da bu denizin derinliklerinde boğulup giderken, Azerbaycan da bu “Kanlı Yanvar” hadisesinden kısa bir zaman sonra, hürriyetini ilan edecekti.Bedeli çok ağır bir mahiyette fazlasıyla ödenen nazlı bir hürriyet… “Benim sınırlarım, Azerimin hürriyet, hürriyet diye haykırdığı Hazar kıyılarında başlar, ta Viyana’da biter” diyerek feryat edenlerin arzusu kısmen yerine gelmiş, kutlu “Turan Ülkesinin” bir sınır taşı daha yerli yerine oturmuştu.Karanfiller ise hâlâ ağlıyordu? Gözlerinden yaş yerine kan dökerek.
Drau Faciası
Kuzey Kafkasyalıların uğradıkları zulüm sadece Kafkasya ile sınırlı kalmamış, Almanlarla beraber Avrupa’ya geçen ve oraya yerleşen Kafkasyalılar da acımasızca katledilmişlerdir. Bu hadise tarihe “DRAU FACİASI” olarak geçmiştir.1944 yılının sonlarına doğru Rusya’dan kaçan Kuzey Kafkasyalılar, Kuzey İtalya`nın Paluzza Bölgesi’ndeki İtalyan dağ köylerine yerleştirilirler. Savaşın bitmesinden birkaç gün önce de Avusturya`ya, Carinhia`nın Ober Drauburg bölgesine sürülerek, burada Drau nehri vadisine yerleştirilirler. Bu bölge daha sonra İngiliz işgal sahasına dahil edilir ve bu olay Kafkasya’daki Müslüman Türk halk için çileli günlerin başlangıcı olur.Ruslar, kaçan Kuzey Kafkasyalıların iadesini istemişlerdir. Bu mülteci iadesi isteğini uzun süre görüşen İngiliz ve Amerikalı devlet adamları nihayet cevap verirler. Soydaşlarının yaşadığı, dost ve kardeş Türkiye`ye ulaşabileceklerini ümit eden on bin insanın Ruslara verilmesi kararlaştırılır. Londra`dan gelen 28 Mayıs 1945 tarihli cevap şöyledir: “Mülteciler Sovyet otoritelerine teslim edilecektir!..”Kuzey Kafkasyalı mülteciler hakkında verilen bu insanlık dışı kararın uygulanması için, İngiliz tankları, bu insanları Dellah bölgesine sürerler. Burada “yurtlarına dönmeleri gerektiği ve bunun için kendilerine yardımcı olunacağı (!)” resmen tebliğ edilir. Herkes bunun ya ölüm ya da Stalin’in acımasız kamplarında mahkumiyet olacağını bilmektedir.Nitekim teslim edilenler hemen orada kurşuna dizilirler. Mültecilerin Ruslara teslimiyetlerini takip eden birkaç gün içinde, Drau Nehri korkunç olaylara sahne olmuştur.1945 yılının 28 Mayısında 7000 Kuzey Kafkasyalı, kadınları ve çocuklarıyla Sovyet otoritelerine teslim edildiler ve İslamiyet’e olan sadakatları ile Kafkasya’nın istiklali ideali yolunda can verdiler.
MAVİ OLAY FACİASI
Mavi Alay, Kızılorduya karşı savaşan Kırım Birliğine verilen isimdir. Bu aslında Kırım ve Karaçay Türkeri’nin ortak dramıdır. Sovyet baskısından dolayı yurtlarını terkeden Kırım ve Kafkas aileleri önce İtalyaya giderler. Almanya Savaşı kaybedince müttefik kuvvetler İtalya’ya girince mavi alay orada da kalamadı. Avusturya’da drau nehri yakınlarında ober drauburg bölgesine yerleştirildiler. ama çileleri bununla da bitmedi. İngiliz ordusu Avusturya’yı işgal edince esir düşüp, bu sefer dellach kampı’na nakledildiler. İngilizlerin elinde esir olmanın belki de onları kurtaracağını düşünmüşlerdi. en kötüsünden Türkiye’ye gidip, kendilerine yeni bir hayat kurabilecekleri hayallerine kapıldılar, âmâ ne yazık ki öyle olmadı. 1945 yılında londra’dan kamptakilerin sovyetler birliği’ne teslim edilmesini emreden bir telgraf geldi. sovyetler hepsinin kurşuna dizileceği kararını açıkladığı halde, ingilizler onları gönderiyordu. yalvarıp yakardılar ama dinleyen olmadı.Bunun üzerine 2.000 kişi Kızılcık Nehri’ne atlayarak intihar etti. Geriye kalanlarsa sınırı geçtiklerinde Soyvet askerleri tarafından kurşuna dizildiler.
1916 KIRGIZ SOYKIRIM
IMayıs 1916 yılında Rus çarlığı döneminde, Rus sömürgecileri kırgızistana silahlı baskın yapmış,Ruslar bu baskında milyonlarca Kırgız Türkünü öldürmüş,Rus katliamından kaçan Çuy, Issık-Göl ve Narın bölgelerinde yaşayan Kırgız Türkleri komşu Çin’e sığınmaya çalışmış ve bir kısmı yollarda ölmüştü.
SOVYETLER YIKILDIKTAN SONRA RUS DESTEKLİ KATLİAMLAR
Rus destekli katliamlarda Ruslar aktif rol oynamışlardır. Karabağ ve Birçok Azeri Kentinin işgalinde Rus 336.mekanize piyade tugayının büyük payı vardır, yoksa zayıf Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı askeri üstünlüğü düşünülemez, Azerbaycan ordusu Karabağ savaşında Rus ordusuyla savaştı, bir kaç çapulcu Ermeni’yle değil, Ermenistan Rusya’nın Kafkaslara inmesinden beri En önemli müttefikidir, Ermenistan ‘’Rusya’dır’’ unutmayalım.
HOCALI KATLİAMI
Rus 336.mekanize piyade tugayı desteğinde Ermeniler Karabağ bölgesindeki Hocalı kentinde 26 Şubat 1992’de 613 yaşlı, kadın ve çocuk, katletti. Katledilenlerden 83’ü çocuk yaştaydı.10 bin nüfuslu Hocalı’da olaylar sırasında yaklaşık 3 bin Azerbaycan Türkünün bulunduğu belirtiliyor. Saldırıda ölenler hakkında verilen resmi rakam 613 kişi olmakla birlikte, katledilen toplam Azeri Türkü sayısının 1.300 kişi olduğu söyleniyor. Saldırılar sırasında Hocalı’da yaşayan Ahıska Türklerinin de evlerinde yakılarak öldürüldükleri söyleniyor. Katliamın ilk gecesinde sekiz aile bütün fertleriyle öldürülmüş, 700’den fazla çocuk anne ya da babasını kaybetmiştir.Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın da Hocalı katliamınında rol aldığı belirtiliyor.
RUSLARIN SURİYEDE TÜRKMEN KATLİAMI
3,5 milyon Türkmen’in yaşadığı Suriyede Esad rejimini destekleyen Rus Hava kuvvetlerine bağlı Uçaklar Bayırbucak’taki Acısu, Fırınlık, Gimam ve Kızıldağ bölgelerinde Türkmen Çocukları ve sivillerine karşı katliamlar yaptılar.Rusya Suriyede hem Esad rejimini desteklerken Kuzeyde PKK’nin siyası uzantısı PYD’ye havadan uçaklarla destek vererek,PYD’nin Etnik temizlik yapıp,bölgenin Türkmenlerden arındırılmasına yardımcı oluyor. Türkler le Ruslar arasında Avrasya birliği masalarına inananlar önce Rus Tarihine baksınlar,Rus tarihi Türk kanının akıtılması üzerine yazılmış bir Tarihtir, Niye Türkler Ruslardan nefret ediyorlar bunun arka planı, Rus-Türk tarihsel mücadelesinde gizlidir..Unutmayın!Rusya,Türkler Üzerinde katliam ve Soykırım Politikalarını uygularken,Çeşitli Türk boyları arasına nifak tohumları ekerek, aynı atadan olan Irkdaşları birbirine düşürmede geri kalmamıştır.