Rönesansa Kısa Bir Giriş

Kaynak belirtilmedi

‘’Şüphe ediyorum demek ki varım’’

  Hepimiz bu sözün sahibini 17.yüzyılda yaşamış olan Descartes olarak biliriz. Fakat Descartes’in bu önermesini çok önceden Augustinus (354-430) zaten söylemiş bulunuyordu. Fakat aradaki fark, mutlak ve görecelik arasındaki farkta yatmakta; ilki mutlaklığın olamayacağını diğeriyse mutlaklığın yani kesin bir ‘doğru’ önermenin olduğunu düşünmekteydi.

  Bu düşünceleri daha fazla açabiliriz ama önemli olan soru, yaklaşık 1000 yıllık dönemde ne oldu da kesin olan (kesin tanrı, kesin cennet gibi) önermelerden vazgeçip, insanı her şeyde şüpheye iten ve asıl olanın kesin doğrular yaratmak değil de aslında nesneler dünyasına şüpheyle yaklaşmanın ‘doğru’ olduğu bir duruma geldik?

  İstersek ara dönemlerde boğulabiliriz fakat dönemin genel fikirlerini bilmek, bu yazı için yeterli olacaktır. İlk önce şunu bilmeliyiz ki, ne orta çağ da (özellikle son dönemlerinde) kendi kalıplarından kurtulamamış, kendini gerçekleştirememiş insan, ne de rönesans döneminin içinde mistik inanışlara sahip olunmayış vardır. Dönemler bize net ve keskin ayrılışlar değil, kademeli ve geri dönüşsel bir çerçeve sunmaktadır.

  Orta Çağ deyince hepimizin aklına karamsar bir tablo gelmektedir ve bunda kısmen haklıyız. Karamsar bir tablonun sebebi, Orta Çağ’da kendi kararlarını veremeyen, belli amaçlar içine doğmuş insan modelinin olmasıdır. Yani Orta Çağ, kapalı bir kutu ve statiktir. Oysa Rönesans, kültürel bir baharın gelişi, insanı arayan, onun özüyle ilintili yeni bir hayat kurma arayışıdır. İnsanın sekülerleşmesi, dünyanın anlaşılmaya ve denetlenmeye elverişli olduğu düşüncesi kazınmıştır. Bu dönemde, Virtu, yani, kendini dinsel geleneklerden uzak sayan, kendi gücüne dayanan insan modeli ortaya çıkmıştır. Burada aklın gelenekler karşısındaki üstünlüğünü de görebiliriz. Bireyler, geleneksel düşünceden, kolektif denetimden kurtularak, bireysel düşünmeye bir nevi sapkınlığa da geçişi sağlamıştır.

  Bu dönemin görsel sanatlardaki beğeniyle yani kültürel bir yeniliğin yanı sıra, ekonomik bir devrimin de olduğunu söyleyebiliriz. Burası aslında konuları entegre etme açısından önemlidir. Çünkü bilim, sanat, felsefe gibi alanlardaki üretkenlik, sermayenin birikimi olmadan olmazdı. Tam tersi şekilde de sermaye birikimi, Orta Çağ’ın gelecek dünyanın vaadinden kurtulup ‘bu dünyanın’ önemine yönelen seküler insan olmasaydı pek mümkün olmazdı. Yani buradan şunu anlıyoruz, Rönesans, sadece aklımıza bilim, sanat, estetik gibi alanlardaki kültürel yenilikleri değil, kapitalizmin bir öncüsü olarak görülecek kadar önemli bir ekonomik döneme de işaret etmektedir. Çünkü, Rönesansın doğuşu kabul edilen İtalya’ya baktığımızda, bu dönemin yaratılışının eğitimle olduğunu görürüz. Yani Orta Çağ kilise eğitiminin çöktüğünü ve ticaret-iş becerilerine dönük abaküs okullarının ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Buraya öğrenciler genç yaşta getirilir -10 veya 11- temel aritmetik, parmak hesabı, muhasebe, faiz hesaplama, çarpım tablosunu ezberleme gibi eğitimler verilirdi. Sonuç olarak, burada çocukların, ticari zekâ için bu dünyaya yönelik eğitildiğini görebiliriz.

  Yukarıdaki açıklamalardan bir çıkarım yaparak şöyle bir çözümleme de getirebiliriz; akıl da ticarette doğal değildir, yani kendiliğinden zaten var değil, sonradan ortaya çıkmıştır. Bu iki kavram da aslında sapkınlık ve şeytani olarak görülmüştür; çünkü, mevcut düzeni sarsan, ilişkileri ve değerleri yeniden yaratan bir rol oynamıştır. Akıl ve ticaret, Rönesans döneminde değil de, Antik Çağ’da çıkmasına rağmen, Rönesans devrimiyle tekrardan yan yana gelmiş ve beraber gelişmiştir. Buradan da şöyle bir sonuç çıkarabiliriz; Rönesans insanları Antik Roma ve Yunandan beri gerileyen durumu fark etmiştir ve o tarihi yeniden inşa etmek üzere harekete geçmiştir.

  Döneme sanat tarafından bakarsak ise şunu görürüz, önceden yararlı bir şey olarak görülen tablolar, artık dönemin sanatçıları tarafından altına damgalarını vurdukları, müşterilerin eserlere etkide bulunduğunu, yani, sanatın zevke yöneldiğini görürüz. Burada şunu anlatmakta fayda vardır; edebiyat ve sanat, insanların dillendiremedikleri durumu resmetme şeklidir. Bir tiyatro eseri, tablo veya şiir. Halkın dile getiremediklerinin sesidir. İnsan çoğu zaman çekinir ve eser vermenin, çokça anlatmaktan faydalı olduğuna inanır. İşte bu içten gelen geleneğin Rönesans döneminde konulu sanat eseri siparişine kadar gittiğini görürüz.

  Buradan genel olarak şunu anlıyoruz; üst burjuvazi (tüccar) ve sanatçı beraber gelişti. İkisine de soyluluk unvanı verildi. Hatta yeni doğan bu tüccar sınıf, aristokrasiye yaklaştı, saraylar yaptırdı. Tabii bunların yanında siyasi anlamda, kilisenin yerini devlet aldı. Bunu en basitinden Machiavelli’nin ulus-devlet anlayışında görürüz. Evet, ulus-devlet anlayışının Sanayi Kapitalizm (18.-19.yy) dönemine ait olduğunu söyleyebiliriz. Fakat o dönemde yer alan birçok şeyin -kapitalizm, hümanizm, bireycilik- tohumlarını daha önceki dönemlerde görebiliriz.

  Sonuç olarak, bilgi bombardımanına kapılmadan bu iki dönem arası geçişliliği şöyle özetleyebiliriz: Kilisenin otoritesine karşı gelemeyen ve doğuştan belirli amaçlarla donatılmış bir insandan, içsel imanın (burada içsel düşünmenin önemine vurgu yapılmaktadır) ve düşüncenin gelişimiyle, kolektif denetimden uzaklaşıp özgün ve rasyonel akla ulaşan insan modeline geçiş yapılmıştır. İnsanın kendini bu dünya hakkında sorgulamaya tutması ve beraberinde getirdiği düşünsel ve ekonomik devrim. Sanatçının ve tüccarın birlikte gelişmesi, ekonomik anlamda bir tüccar eğitimi verilmesi ve kültürel anlamda sanatçının değerinin yükselmesi. Yine ekonomik anlamda, kısa vadeli ve kâr peşinde koşan ilkel güdülerin yerini, hesaplama ve uzun vadeli rasyonel planlamanın alması. Aynı şekilde, kâr ve aklın da tıpkı sanatçı ve tüccarın beraber olduğu gibi büyüdüğünü de söyledik. Son olarak ise, her şeyin belirleyicisi olarak görülen kilisenin yerini devletin aldığını da söyledik.

Böylesine bağlanmış olanlar için bağlarından o büyük kurtuluş apansız, bir deprem gibi gelir: Genç ruh birdenbire sarsılır, etkilenir, irkilir – kendisi de anlamaz olup biteni… Belki az önce yaptığı şey hakkında bir utanç kızarması ve aynı zamanda onu yaptığı için bir ferahlama, esrik, içsel, ferahlatıcı bir ürperti, bir zaferin kendini ele verdiği – bir zafer? Neye karşı? Kime karşı?

                                                                                                              -Nietzsche

 

 

Mert Kara
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
ALKIŞ ( CIBBAN ) ÇAVUŞLARI
Sonraki
Çok Kazanmak İsteyenlerin Kripto Borsası

Çok Kazanmak İsteyenlerin Kripto Borsası

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.