Aysız bir geceydi. Ancak bu onlar için dezavantaj değildi. Her yeri kan içinde kalmış iki kişi, ellerindeki yegâne şey olan hayatlarını da kaybetmemek adına, terk edilmiş binanın en alt katında, duvarda irice açılmış kurşun deliklerinden dışarıdaki karanlığı izliyorlardı. Hava puslu ve soğuktu.
“Yasını gemiye dönünce tutarsın Lion,” dedi yüzbaşı sakinliğini koruyarak. “Mermini doğru saydığından emin ol. Cevap gelir gelmez yola koyuluyoruz.” Kaskındaki tuşa basıp telsizle tekrar konuştu. “Operatör, ben Yüzbaşı Milton. Cevap verin… Operatör… Bravo ekibinden Yüzbaşı Milton. Cevap verin.” Telsizden duyulan tek cevap hışırtıydı. Milton küfretti.
Lion, titreyen ellerini zapt ederek otomatik tüfeğini omzundan aldı ve şarjörünü çıkarıp mermisini saydı. Gece görüşünün yeşil ortamında gözleri yanılmıyorsa merminin parlayan kovanlarından altı adet sayabilmişti. Tüfektekini de düşününce yedi. Şarjörü geri taktı ve gürültüyle silahının emniyetini açtı. Üşüyordu.
“Sakin ol,” dedi Milton ona dönerek. “Nefesini kontrol et, filtreni tüketiyorsun.”
Bu bilgi ona yardımcı olmadı. “Anlaşıldı,” diye karşılık verdi ancak sesi istemsizce titremişti. Maskelerinin içlerindeki telsizden neredeyse fısıldayarak konuşuyorlardı. Çevresinde ne olup bittiğini kan ve çamur içindeki maskenin buğulu camının ardından görebiliyordu sadece. Bu bile onu yeterince telaşa sokmuştu çünkü on dakika önce yaşanan şeylerin izleri camına yapışmış haldeydi.
“Biraz daha bekleyeceğiz,” dedi Milton. Dışarıyı gözetlemeyi bıraktı ve moloz yığınları arasına bıraktığı tüfeğinin yanında çöktü. Sonra uzun uzun Lion’un kıvranışlarını izledi. “İyi misin?”
“Pek değil efendim,” diyebildi Lion. “Sanırım kusacağım.”
“Maskeni çıkaramazsın. Yüzey tamamen buharla kaplı. Biraz dayan.”
“Deniyorum efendim.”
“Merak etme, gemiye sağlam döneceğiz. Çok uzakta değil. Aramızda yarım mil kadar mesafe var. O piçlerin buradan uzaklaşmalarını ve ortalığın daha da sessiz olmasını bekliyoruz sadece. Bizi burada bulamazlar.”
“Bulamazlar, dimi efendim?”
Milton, karşısındaki maskenin ardında duran korku dolu gözlere kendinden emin bir şekilde cevap verdi. “Bulamazlar.”
Karanlıkta moloz yığınlarına kamufle olmuş bir şekilde ses çıkarmadan beklediler. Binanın diğer odalarından gelen en masum çıtırtılar bile Lion’un sinirlerini bozuyordu. Sanki her an o şeylerden biri çıkacak ve bacaklarından yakalayıp karanlığın dibine çekecekmiş gibi eli sürekli tetikteydi. Lion sırtından aşağıya doğru bir ürperti hissetti. Maskesini delip geçen o çürük et kokusundan odaklanamıyor ve midesi bulanıyordu. Ancak mide bulantısı sadece kokudan değil, zihnindeki kötü düşünceler yüzündendi. Bu düşüncelerden kurtulmak için, konuşma ihtiyacı duydu.
“Sence 13. birliğe ne oldu?” diye sordu fısıltıyla. Milton’u bulunduğu yerden göremese de o moloz yığınlarından birinin arasında nerede yattığını biliyordu.
“Tanrı bilir. Ortalıktan öylece iz bırakmadan kaybolmak…” Milton soluklandı. “Garip ve korkunç. Tek diyebileceğim bu. Gerçi onlar bizimkilere benzemiyorlar, daha acemiydiler. Ama bu yine de ortadan kaybolmayı açıklamıyor. Onları işi olduklarını düşünmeden edemiyorum.”
Lion sorduğuna pişman olmuştu. Onlardan bahsedilmesi bile yeterince kötüydü. “Mantıklı bir açıklaması olmalı. Koca müfreze öylece kaybolamaz.”
“Ben de öyle düşünmek istiyorum. Nöbet değişiminde sıklıkla yaşanan bir şey değil sonuçta. Neyse. Gemiye dönmeden ne olduğunu bilemeyiz.”
“Tabii dönebilirsek.”
“Gece görüşünü kapadın mı?”
“Neden?”
“Pili bitmesin. Kapat.”
“Anlaşıldı.” İstemeye istemeye kaskındaki tuşa bastı.
Ve Lion, gerçek karanlıkla yüzleşti.