Sözlükte anlamı “Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim” olan duygu kelimesi insanların anlamlandırmasıyla “Saklanması gereken, gizli, ayıp sayılan” kelimelerini ifade eder olmuştur. Duygularımız; çoğu insanın gözünde saklanmalı, üstü örtük yaşanmalıdır ve toplum nesilden nesile hepimize bunu öğretmiştir. Tam da şu anda bulunduğumuz konum her nereyse oturalım, düşünelim. En son kime, ne şekilde duygularımızı ifade ettik? Aşık olduğumuz kişiye seni seviyorum demeyeli ne kadar zaman geçti? Annemize, babamıza sarılıp “İyi ki varsınız.” cümlesini kurarak hayatlarımızda bulundukları, bize destek oldukları için hangi akşam teşekkür ettik veya gün geldiğinde öfkeden patlayacak bir halde bulunmaktayken saygı boyutunu aşmadan sinirimizi kusmayı becerebildik mi? Üzüldüğümüzde “Yok bir şey” dedik. Korktuğumuzda eziklik duygusu hissettik.
Sevinince içimizde sakladık çünkü güven duygusunu kimselerden alamadık, hiç kimselere veremedik. Esasında bizler duygularımızı her fırsaatta saklamayı, onlardan kaçmayı denedik. Şimdi oklar kime çevrilmeli diye düşündüğümüzde ise eleştiri oklarına vurulan kesinlikle hepimiz olmamalıyız. Oklara vurulanlar bize bunu öğretenler, duygularımıza ket vurmamız gerektiğini kulağımıza fısıldayanlar olmalı çünkü insanlar duygulara sahip olduğu kadar bu duyguları paylaşmayı isteyecek sosyal bir varlıktır ve eğer ki duygularımızı paylaşmamız gerektiğini, korku, güven, sevinç, öfke, üzüntü, tiksinme, şaşkınlık ve beklentiden oluşan sekiz temel duygunun dışında birçok duyguya sahip olduğumuzu, bu duyguların bizlere verilmiş en büyük nimet olduğunu herkese anlatan insanlar olursa, “Duygularımızı Saklamamalıyız.” broşürleri asılırsa pekala bu işi aşarız. Hiçbir mala, mülke değişmememiz gereken hislerimizin hepsini doyasıya yaşar ve yaşattırırız. Ne de olsa bizler robot değil, insanız.