Yılın bu son zamanlarında Yedikavak hep kapalı olurdu. Bu yıl ise bu kapalı havaya dinmek bilmeyen yağmur da eklenmişti. Umut Bulut saat beşte okuldan çıkmıştı. Yarın hafta sonuydu. Yine yalnızdı ve bir an önce eve gitmek istiyordu. Yüzünü bir atkıyla sarmalamıştı. Yüzündeki lekenin görünmesini istemiyordu. Okuldan çocukların kendisiyle alay etmelerinden sıkılmıştı. Ana cadde üzerinden hızla iniyordu. Çantasını sırtına atmış, şemsiyesini açmaya uğraşıyordu. Eski bir şemsiyeydi ve bazen kapalıyken açılması zor oluyordu.
Eve vardığında hafif ıslanmıştı. İçeri girdiğinde annesi Asiye Bulut telefonla konuşuyordu. Oğluna tebessüm edip hafifçe başını okşadı. Konuştuğu kişi büyük ihtimalle Ömer Yener’in annesi Zeynep Yenerdi. ‘Anne, Zeynep Yengeye söylesene oğluyla konuşsun ve yüzümdeki lekeyle dalga geçmekten artık vazgeçsin.‘ Bunu annesine söylerse Ömer’den iyi bir dayak yiyebilirdi. Umut bu düşünceyi kafasından attı. Ve hemen odasına yöneldi. Konuşmaları hala duyabiliyordu. ‘Tabelasını gördün mü? Rengârenk. Tabelanın zemini siyahmış. Renkli sarı, Düşler mor ve Dükkânı cıvık bir pembe renkle ışıklandırılmış. Hah hah ha… Evet, Merak ediyorum ben de. Yakında orayı ziyarete gideriz. Tamam. Tamam. En yakın zamanda. Şimdi kapatmalıyım. Görüşürüz.’
Asiye Bulut telefon görüşmesi bittikten hemen sonra Umut’un yanına gitti. Onun biraz durgun olduğunu gördü. ‘Yine o serseri çocuklar yüzündeki leke yüzünden onunla alay etmişler.’ Diye düşündü. Dudaklarına üzüldüğünü belli eden bir ifade oturdu.
‘İstersen baban işten gelene kadar dışarı çıkabiliriz. Yemek yaptım ama dışarda da yiyebiliriz.’ Umut, annesinin kendisine üzüldüğü için bunu söylediğini anlamıştı. Ona hayır demek istemiyordu. ‘Sadece yürüyelim anne.’ Asiye Hanım az öncekine benzer bir dudak hareketiyle onaylar gibi başını salladı.
Dışarı çıktıklarında hava kararmaya başlamıştı. Yerler ıslaktı ve yağmur hafif hafif yağıyordu. Anne oğul ana caddeye kadar konuşmadan yürüdüler. Soğuk havayı solumak ikisine de daha iyi hissettirdi.
Asiye ‘Çoğu okul arkadaşların sana iyi davranmıyor. Bu durumu aşman için kendinle barışık olman gerekir. Yüzündeki leke seni özel yapmaktan uzaklaştırmaz. Sen, sen olduğun için özel bir çocuksun. Sana kötü davranan çocuklara gereken cevabı verebilirsin. Kendini savunmanı herkes anlayacaktır.’
Umut iç çekti ve annesinin söylediği şeyleri düşünmeye başladı. O da normal bir çocuk gibi okuluna gidip gelmek istiyordu. ‘Bundan sonra onları umursamayacağım. Ne söylerseler söylesinler.’ Bu düşüncelerini dile getirmeden yürümeye devam etti.
Kadın ona gülerek baktı. ‘Şu yeni açılan yere gidelim mi? Normalde Zeynep Yengenle gitmeyi planlamıştık ama olsun. Biraz daha vaktimiz var. Şöyle bir bakar çıkarız. Baban gelmeden eve gitmiş oluruz.’
Çocuk olur manasında başını salladı. Annesi ona sevgiyle sarıldı ve öylece ana caddeden dükkâna doğru gittiler.
Dükkânın kapısına yaklaştılar. Mağaza sanki onu içine çeken bir luna park gibi cazip geldi. Umut’un gözünü bir şeye sabitledi. Bayramda kendisine verilen harçlığı alan bir çocuk kadar mutluydu. (Gördüğü şeyin yerini hiçbir şey tutamazdı.) Vitrinin tam ortasında duruyordu. Yumuşak bir ışık kuklayı efsunlu gibi gösteriyordu.(Ya da Umut’a öyle görünüyordu.)
Umut ve annesi içerisinde gezinmeye başladılar. Şu an için içeride kimse yoktu. Ya da mağaza sahibi arkalarda bir yerlerdeydi. Umut, az önce gördüğü kuklaya doğru yaklaştı. Çok daha küçükken babasının ona aldığı diğer oyuncakları hatırlatmıştı.
Umut o kuklaya bakarken yaşadığı mutluluğu yaşıyordu. Gerçekten de hayatının en güzel anaları ona oyuncak alınan anlardı. Oyuncaklarıyla oynamanın dışında her şeyin kötü gittiğini düşünüyordu.
Umut birden bire ‘Hayatımı değiştirebilirim.’ Diye geçirdi içinden.
Bu düşünce damarlarına kadar zerk olmuştu. ‘Her şeye yeni bir başlangıç yapabilirim.’
Bunu başarabilir miydi? ‘Sanırım, bu kuklayı satın alıp onunla iyi bir arkadaş olabilirim.’
Ama anne bana gülerler. Tüm çocuklar.
Kimler? Okuldaki işe yaramaz çocuklar mı? O serseri Ömer mi? Şu kuklayı alalım. Sen oyununu oyna.
Bu düşünceler Umut’u biraz germişti. Ama hayır o kuklaya bakarken gelecekte nasıl olması gerektiğini gördü. Hayatında ilk kez değişebileceğine inandı. O kukla artık girişeceği mücadelede onun en kıymetli aracıydı.
Sonra nereden geldiği belli olmayan Bay Baki Kalır Göründü. Sağ elinde vitrindeki tozları almak için kullandığı tüyden yapılmış bir fırça vardı. Hiç müşteri beklermiş gibi bir hali yoktu adamın.
Asiye Hanım, ‘Sanırım müşteri beklemiyordunuz.’ Dedi.
Bay Baki Kalır gayet sevecen bir tonda ‘Yo yo,’ diye cevap verdi. ‘Sanırım kapalı ve yağışlı havalarda insanlar pek fazla uğramıyor. Yine de kimin ne zaman uğrayacağını bilemeyiz. Rahatınıza bakın. Siz benim şanslı müşterilerimsiniz.’
Umut ‘Vitrinde bir kukla gördüm.’ Diye lafa atıldı. Sonra heyecanlandığı için derin bir nefes aldı.
Dükkânın sahibi ‘Çok hoş bir şey değil mi?’ Toz fırçasıyla bir rafa hafifçe dokundu. Sanki raflardaki son toz zerreciğini de almış gibi bir hali vardı şimdi.
Asiye Hanım ‘O kuklayı almak istiyoruz. Kaç para acaba?’
Bay Baki Kalır tekrar ‘Çok hoş bir şey değil mi?’ diye tekrarladı. Adeta gözleri büyümüş gibiydi.
Umut biriyle gözgöze geldiği zaman hemen başka yöne baktığı için bu durumu fark etmedi ama annesi adamın tuhaf biri diye düşünmeye başlamıştı.
‘Tabi onu size satarım?’
Umut derin bir mutluluk duymuştu. Çünkü bu tür yerlerde her zaman satılmayan, tamamen dekor için konulan bir iki eşya muhakkak olurdu. İçinde duyduğu mutluluğun yanı sıra her şeyi değiştirebileceği düşüncesi yanıp sönüyordu.
Umut diğer yandan da kuklanın kaç para edeceğini düşünüyordu. Ya annesi kuklayı pahalı diye almazsa. İşte buna katlanamazdı.
‘Peki, ama ücreti ne kadar?’ Annesi karalı bir ses tonuyla tekrarladı bu defa.
‘Bu Umut’a bağlı.’
‘Umut’a mı bağlı?’
‘Evet, üzerinde kaç parası varsa.’
Çocuk ellerini cebine attı ve bozukluklarını, bir sakız ve bir şekeri çıkardı. Hepsi bu kadardı. Küçücük avuçlarını açtı ve adama uzattı.
Adam çocuğum eline baktı ve ‘Makul bir ücret.’ Dedi. Ama sakız ve şeker sen de kalabilir. Adamın yüzünde hoş bir gülümseme belirdi.
Umut duyduklarına inanamadı. Ve elindeki bozuklukları adamın avucuna uzattı. Elinde bulunan tüylü fırçayı avucunun içine alarak boşa çıkan parmaklarıyla bozuklukları aldı.
Asiye Hanım, adamın hali tavrı hoşuna gitmemiş olsa çocuğunun adını nereden bildiğini soracaktı. Bay Baki Kalır o kadar kibar ve nazik davranıyordu ki bunu sormayı cesaret edemedi.
‘Bu ücret gerçekten yeterli mi?’ adam, kadına bakarak ‘Evet yeterli ama Umuttan küçük bir de iyilik isteyeceğim.’
Kuklayı pakete koydu ve yılbaşı poşetine benzer bir poşetin içerisine bıraktı. Küçük bir not kâğıdı bir zarfın içerisinde duruyordu, zarftan başka bir şey daha vardı ama ne olduğu belli olmuyordu.
‘Zarfı ve dolayısıyla küçük iyilik isteğimi üzerindeki tarih gelmeden açmayın lütfen.’
Asiye Hanım ‘Bunu bu şekilde kabul edemeyiz.’ Aslında kabul ederdi ama oğlundan istediği küçük iyiliğin ne olduğunu merak ediyordu. Fakat adamın zarif tavırları kötü bir şey olmayacağı konusunda sanki onu efsunlamıştı.
‘Burada herkes için bir şeyler vardır.’ Küçük iyilikler başka büyük iyilikleri doğurur. Bundan emin olabilirsiniz. Benim işim bu. Sizlerin bir türlü bulamadığınız ve sizi değiştirecek eşyaları bulmak.
Umut ve annesi bu sözler üzerine artık söyleyecek bir şey bulamadılar. Bay Baki Kalır müşterilerine kapıya kadar eşlik etti. İyi dileklerini ileterek kapının arkasından onlara bakıyordu. Asiye Hanım başını çevirip kapıya baktığında az önce gördüğü adamın yerine çok kısa birini gördü. Dükkânın cam kapısına tutunan yağmur tanelerinin bir görsel yanılsama yaptığını düşündü. Birkaç adım attıktan sonra tekrar o yöne baktı ama kimseyi göremedi.
Yağmur Yedikavağı tekrar esir aldı. Her taraf çakan bir şimşekle aydınlandı. Asiye hanım oğlunu kendisine çekiştirerek şemsiyeyi açmaya uğraştı. Şemsiye yine sıkışmıştı. Tutma yerinden sağa sola çevirdi ve sonunda açmayı başardı. Anne oğul büyük adımlarla ana cadde üzerinden evlerinin yolunu tuttular.
…
Umut korkuyla irkilerek gözlerini açtı. Nefessiz kalmış gibi derin derin nefesler aldı. Şiddetle çarpan kalbinin sesini neredeyse kulaklarında hissediyordu. Uzun zamandır kâbus görmemişti. Anne ve babasının odasına gidemezdi. Artık büyümüş sayılırdı.
Tekrar yatağa uzandı ve ışığı yakmak için sert ama ses çıkarmayacak bir şey aradı. Çorakları hemen yatağının yanı başındaydı. Çoraplarını iç içe geçirerek sert ve yumuşak bir top yaptı. Yataktan çıkmaktan korktuğu için topu nişanladı ve düğmeye doğru fırlattı. Tek seferde odadaki ışığı açmayı başarmıştı.
Aklına hemen kuklası geldi.
Telaşlı gözlerle kuklasını aradı. Onun kaybolmuş olması korkusu az önce gördüğü kâbustan daha korkunç geldi bir an.
Kukla orada çalışma masasının üzerinde duruyordu. Akşam eve geldiğinde kuklayla pek fazla vakit geçirememişti. Şimdi uyanıktı ve yataktan doğrularak kuklayı almak için masasına doğru bir iki adım attı. ‘Biri kuklamı ellemiş olmalı. Ben masaya koyduğumda bu şekilde durmuyordu.’ Diye düşündü. Sonra kuklanın hareket edemeyeceğini düşünerek annesinin ellemiş olabileceğini düşündü.
Yatağa tekrar döndüğünde kuklayı daha iyi inceleme fırsatı buldu. Kuklanın her tarafı kusursuzdu. Bazı izler dışında hiçbir şey yoktu. Kuklanın eklem yerleri hareket edebiliyordu, parmakları ve parmak eklemleri de dâhil olmak üzere. Umut, kuklayı yorganın içine aldı. Uykusu gelmişti. Işığı kapatmak için yatağından kalktı. Az önceki kâbusun etkisi hala üzerindeydi. Ama kukla ona cesaret veriyordu. Işığı kapattı ve yatağına döndü. Sokak lambasının ışığında onu inceleme devam etti. Kuklanın şirin yüzünde bir leke gördü ve başparmağıyla onu temizlemeye başladı. Fakat leke çıkmamıştı. Umut parmağını hafifçe ağzına değdirdi ve tekrar denedi. Bu defa lekeyi çıkarmayı başarmıştı.
Yeni oyun arkadaşıyla huzurlu ve güzel bir uykuya daldı. Rüyasında bir luna parkta olduğunu görüyordu. Sevimli kuklası da onunla birlikteydi. Beraber tüm oyuncaklara biniyorlardı.
Umut sabah olduğunda büyük bir mumlulukla uyanmıştı. Esnedi ve hemen kuklayı kontrol etti. Yorganın içinde duruyordu.
Umut için kuklayı alması konusunda aklını karıştıran tek bir soru vardı. Kuklayı babasına gösterdiğinde babasının vereceği tepkiydi.
Sonra bir sürü soru sormaya başlayacaktı. Kuklayı ne ile aldığını ve en önemlisi pahalı bir oyuncak için verilen ücretin az oluşunun nedeni. Bu tür bir kukla hiç yoksa 150 TL ederdi. Umut annesiyle o dükkâna gittiğini düşününce biraz rahatladı.
Lavaboya gitti ve ardından elini yüzünü yıkadı. Gözleri kocaman açılmıştı. Ağzı da gözlerinden geri kalmıyordu. ‘Rüyada mıyım?’ Bu sözler sessizce döküldü dudaklarından. Küçücük ve heyecandan titreyen parmaklarını yüzünde gezindirdi. ‘Leke gitmiş. Yok olmuş.’ Bu defa daha yüksek sesle neredeyse bağıra bağıra söylendi. ‘Lek gitmiş.’ Gözlerini yumup yumup tekrar açtı. Böyle bir şeyin olabileceği düşünmemişti. Fakat yüzü apaçık ortadaydı yüzündeki beden eser yoktu.
Yüzündeki değişimi göstermek için hızlıca anne ve babasının yanına koştu. Adem ve Asiye Bulut mutfaktaydı ve her zaman yaptıkları gibi beraber vakit geçirecekleri muazzam bir hafta sonu kahvaltısı hazırlıyorlardı.
Anne ve babasının Umuttaki değişimi fark etmeleri saniye sürmemişti. İkisi de şaşkınlıkla birbirlerine bakındılar. Durum her ne kadar iyi gibi gözükse de anne ve babası hemen bir doktora gitmenin gerektiğini düşündüler.
Yüzündeki leke nasıl geçti bilmiyorum ama hemen Doktor Akın’dan senin için bir randevu alalım.
Umut mutluluk ve şaşkınlık köprüsünde gidip gidip geliyordu. Mutluluk yakasına gitmek istiyor ve orada kendine biçilen yeni hayatı yaşamak istiyordu. Diğer taraftan şaşkınlık ve korku yakası yüzündeki bu ani değişimin bir hastalığın belirtisi olabileceği gerçeğini barındırıyordu.
Umut, güçsüz ve ifadesiz bir ses tonuyla ‘Ben iyim.’ Dedi.
Babası ona korku dolu bir bakış attı ‘Bunu hemen göstermemiz lazım dostum.’ Babasının en sevdiği hitap şekliydi bu ama bu defa sevgi dolu şekilde söylememişti.
Umut, kahvaltı masasının başında anne ve babasının ne kadar endişeli olduklarını gördü. Yüzünde lekenin olduğu yer diğer yerlerden farksız bir tondaydı. Sanki o leke hiç var olmamıştı.
‘Pazartesi. Bu pazartesi günü gideceğiz. Doktor Akın sabahleyin müsait olur.
Asiye Hanım ‘Onu neden şimdi aramıyorsun? Diye sordu. Adem, Doktor Akın’ın muayenehanesinin boya badana işlerini halletmişti. Bu münasebetle tanışıyorlardı.
‘Şimdilik bekleyebiliriz. dedi