Rembrandt’ın 1669 yılında yaptığı son eseri olan bu tablo, adeta devasa ölçülerdedir. 262cm x 205cm ölçülerindedir. Yapımı değil eskizleri bile yılllar sürmüştür. Tabloda Luka İncil’inin 15. bölümünden bir hikaye tasvir edilmiştir. Tablonun mevcut konumu Rusyadaki Hermitage Müzesidir.
Savurgan oğul, baba ve vefakar diğer oğul hakkında kısa bir hikaye
İncildeki bu alegoride varlıklı saygın bir babanın iki tane oğlu vardır. Bir gün bu iki kardeşten küçük olanı babasının servetinden kendine düşen payı ister. Cömert baba hemen oğlunun istediğini yerine getirir. Mirasına kavuşan küçük oğul babasının yanından ayrılır. Ne de olsa artık babasına ihtiyacı kalmamıştır. Birden bu kadar parayla ne yapacağını şaşıran savurgan oğul parasını çarçur etmeye başlar. Sanki parası hiç bitmeyecekmiş gibi gününü gün ederken, Babasının yanında kalan abisi tüm işlerin başına geçerek babasına yardım ediyordu.
Günler geçip kış mevsimi gelince savurgan kardeşin artık hiç parası kalmamıştı. Hayatını idame ettirecek bir çözüm yolu ararken, aklına çoban olabileceği geldi. Artık dağlarda ovalarda domuz çobanlığı yapıyordu.
- Hayatı boyunca güce ve servete alışmış biri çoban olarak ne kadar geçinebilirdi ki?
O kadar sefil ve düşkün bir haldeydi ki artık çobanlığını yaptığı domuzların besinleri için domuzlarla kavga edecek raddeye gelmişti. Babasına karşı yaptığı hatayı geç de olsa anlamıştı. Memleketine babasından af dilemeye gitmek istiyordu fakat bunu yapmak için bile yüz bulamıyordu kendinde. Günlerdemn bir gün tüm cesaretiyle babasının yanına gitti ve dizlerine kapandı. Dudaklarından şu sözler döküldü.
“Tanrı’ya ve sana karşı günahlar işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim. Beni hizmetkarlarından biri gibi kabul et”
Merhameti sonsuz olan bu baba oğlunun affını tabiki de kabul etmişti. Baba oğlunu büyük bir yücelikle sarıp sarmalrken oğlu ayağa kalktı ve babasını öpüp sarıldı. Savurgan oğul hizmetkar olmaya bile razıyken , babanın dudaklarından şu cümleler bir ok gibi fırladı.
“Çabuk en iyi kaftanları getirip ona giydirin. Parmağına bir yüzük takın. Ayaklarına çarık giydirin. Besili danayı getirip kesin. Yiyelim eğlenelim çünkü bu oğlum ölmüştü. İşte şimdi hayata geri döndü; kaybolmuştu bulundu.”
Bu coşkuyu duyan büyük oğul tarladan gelir. Etrafındakiler neler olup bittiğini sorar. Ona tüm hikayeyi anlatırlar ancak büyük oğul bundan hiç de hoşnut olmamıştır. Babasının o sorumsuz kardeşine kızmasını beklerken nasıl olur da onu bağrına basardı. Üstelik de her işi kendisi yapıp takdiri kendisi hakederken! Bir hışımla babasını yanına gider ve şunları söyler
“Bak, bunca yıl senin için köle gibi çalıştım, hiçbir zaman buyruğundan çıkmadım. Ne var ki sen bana, arkadaşlarımla eğleneyim diye hiçbir zaman bir oğlak bile vermedin. Oysa senin malını fahişelerle yiyen şu oğlun eve dönünce, onun için besili danayı kestin.”
Baba hakkını arayan oğluna gayet sakin bir dille şunların söyler
“Oğlum, sen her zaman benim yanımdasın, neyim varsa senindir. Ama şimdi bunu kutlamak ve sevinmek uygun oldu, çünkü kardeşin öldü ve yeniden canlandı. Kayboldu ve bulundu.”
Şimdi hikayeyi genel hatlarıyla öğrendiğimize göre inceleme kısmına geçebiliriz:
Işık ilk olarak savurgan oğlun çarıksız çıplak ayaklarından vücuduna doğru ilerleyip oradan da babanın gövdesine yansır. Sonra da sağ taraftaki büyük oğulun yüzüne ok gibi fırlar. Seyirciye en yakın olan şey karanlığın içerisinde kendini net bir şekilde gösteren çıplak ayaklardır. Burada çıplak pejmurde ayaklarla savurgan oğlun ne kadar sefil bir hayattan geldiği ve onun zorlu yaşam mücadelesini temsil eder. İkinci bir anlam olarak da yırtık eski giyim kuşam utanç ve pişmanlığın da dışavurumudur.Müsrif oğlunun kel kafası, onun kaybolan özgüvenini ve dışlanmış statüsünü uygun bir şekilde tasvir ediyor. Parçalanmış kıyafeti ve virane halde ayakkabısının içinde soylu aileden geldiğini belli eden tek şey belindeki deri kılıfın içindeki hançerdir. Yani ailenden yaşadığın çevreden sosyal statünden ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş bırakmayacağın senden asla kaybolmayacak ve dönüp dolaşıp geri döneceğin yer orasıdır. Bu resimdeki tek bir hançer bile böyle bir derinliği pekala taşıyabilir.
Baba figürüne geçtiğimizde gözümüze çarpan ilk unsur onun merhametli ve kucaklayıcı tavrı olur. Ellerini oğlunun sırtının üzerine koyarak onun affını kabul ettiğini ve yeniden oğlu olarak benimsediğini göstermek istemiştir belki de… Oğlunun üzerine eğilip koruyucu bir kalkan oluşturması, zor durumda kalanların Allah’ın rahmet ve sevgi sığınağına nasıl sığınabileceklerinin bir göstergesidir. Babanın pelerini turuncuya kaçan bir kırmızı renginde aynı pelerinden büyük abide de var. İşte bu otoritenin simgesidir. Fakat burada iki kırmızı pelerini ayıran bir nokta var. Babadaki pelerinin alt duygusu şefkat ve yücelik iken abideki pelerinin alt duygusu kıskançlık ve adaletdir. Babanın yüzü gayet yumuşak ve içten. Babanın affediciliği gerçekten çok güzel bir şekilde gösterilmiş. Burada dikkat edilmesi gereken en büyük unsur babanın elleridir. Sağ eli daha büyük geniş ve maskülenken, sol eli ince kemikli ve feminendir. sol el bir annenin besleyici elini, sağ el ise koruyucu, sevgi dolu bir babanın elini temsil eder. Benzetmedeki baba, yalnızca görünüşüyle değil aynı zamanda kişiliğiyle de Tanrıya benzer nitelikleri aracılığıyla açıkça Tanrı’yı temsil eder. Böylece kadın ve erkek elleri, Allah’ın müritleri için hem baba hem de anne rolünü üstlendiğini göstermektedir.
Üçünü ana figür köşede duran abidir. Kardeşini gördüğüne hiç de sevinmemiş gibidir. Yüzündeki çatık kaşları düşünceli bakışları bize bundan başka bir ana duygu göstermez. Ellerini kavuşturma şekli babasına duyduğu saygıdır. Her ne kadar karşı çıkmak istese de babasının son sözünü emir gibi kabul ettiğinden sessizce köşesine çekilmiştir.
Kompozisyonun amacı
Akademisyenler, Savurgan Oğul benzetmesinin Yahudileri ana akım Hıristiyanlığa dönmeye ikna etmek için yazıldığına inanıyor. Bu fikirden hareketle bazı sanat alimleri, müsrif oğulun şu anda kaybolan Yahudileri temsil ettiğini, ancak artık geri döndüğüne göre ne kadar günah işlemiş olursa olsun Tanrı tarafından kabul edileceğini belirtmişlerdir. Benzer şekilde, Yahudiler Tanrı’ya dönmeye karar verirlerse kabul edilecekler ve affedileceklerdir. Böylece benzetme ile dini inançları arasında paralellikler kurularak Yahudilerin din değiştirmesi bekleniyordu.
Bu tablonun çeşitli sanatsal nitelikleri vardır. Barok bir sanatçı olan Rembrandt, dini temaya büyük önem vermiştir. Bu tabloda ruhsal farkındalık ve derin bir psikolojik içgörü belirgindir ve Rembrandt, gerçekten bir başyapıt olan tablosuyla bu alanlarda son derece gerçekçi olmayı başarmıştır. Kullandığı chiaroscuro tekniği ise hem onunla bütünleşmiş hem de bu eserle adeta zirvesini görmüştür.
sanatla kalın…
Isabella’nın fesleğeni