Biz tokgözlü, alçakgönüllü insanların hiçbir şeyde gözü yok aslında. Ne en güzel olmak, ne en şık giysileri giyinmek, ne lüks araçlarda seyahat etmek, ne meşhur olmak, ne zenginlik, ne şöhret… Varsın olmasın başkalarının sahip olmak istediği bu sahte güzellikler. Sahip olduklarımız elimizden gitmesin, o bize yeter. Herkesin özenerek bakacağı hayatın düşmanı da çok olur. Sıkıntı yaşatmayacak bir yaşam kafi gelir hepimize. Biz paylaşmayı da biliriz herşeyimizi.
Varsın olsun birbirleriyle uyumsuz saksılara çiçekler dikelim. Her gün onların büyüyüp- gelişmelerini görmekle mutlu olalım. Yapraklarına, dallarına dokunup, okşayalım. Lokmalarımızı kedilerle, kuşlarla, köpeklerle, karıncalarla paylaşalım.
Eskileri onarıp, yenilemenin ve başka renk ve dokularla, güzelleştirmenin keyifli mutluluğunu yaşayabilelim. Düşürüp kırsak da, kaybetsek de canımız yanmasın. ‘canımız sağ olsun! Çok ve pahalı olanda zaten gözümüz yok. Kendimize yeteriz aslında. İş ki zamanımız sevdiğimiz işleri yapmak ve sevdiklerimizle uğraşmakla tükensin. Televizyon ve bilgisayar ekranına hapsolmayalım.
Sevdiklerimiz iyi olsun. Aklımız onlara takılmasın. Canlarını sıkan bir şey olmasın. Onların rahat olduklarını bilerek rahat olalım. Hatta en sevdiklerimiz her zaman yanımızda olsunlar. Onlara çaylar, kekler, sevdikleri güzel şeyleri yapalım. Üşürlerse üzerlerine hırka ve örtü verelim. Canları neye sıkılıyorsa, paylaşıp, yok etmeye çalışalım. Birlikte yürüyelim sakin yollarda. Telaşsız. Zamanla koşturmaca yaşamadan. Derin bir soluk alalım özgürce. Havamız mis gibi olsun. Duman, zehir, kötü kokular barınmasın içinde. Sıcak yada soğuk olması fark etmez. Hepsinin çaresi var. Yeter ki zarar vermesin sağlığımıza.
Çoğu insan bunların olmasını istemez mi? Bundan sonra koşturmayalım artık. Dinlenelim biraz. Ölmeden dinlenmek yok mu bu hayatta? Hep bir telaş, hep bir yeni olay mı olmalı? Hep bir şeyler mi sükuneti, planları, yapmak istediklerimizi bozmalı? Az insan, az eşya, az laf değil miydi huzurun kaynağı? Neden çok, çok, çok birşeylerle sıkıntı oluşturmaya çalışıyoruz ki? Neden hep bir şeyler bizi yorar ama dinlendirmez? Hep kanatlarımız kırılıyor? Neden kötüler ve kötülükler tamamen yok olmuyor bu evrende? Neden bir şeyler kötü oluyor? Neden hep canımız yanıyor. Neden? İyi insanlar, iyilikler ödüllerini bulamaz mı? Biraz daha huzur ve sükunet olamaz mı?
Koşmaktan da yürümekten de yoruluyor insan. Durmak, görmek, dinlemek, soluk almak, susmak, izlemek, fark etmek, düşünmek, hissetmek ve sakinliğin akışına kendini bırakmak istiyor. Bu kadar mı yorar insanı bir şehir? Bu kadar mı kaçmak ister insan bir yerlerden? Bu kadar çok mu sıkar yaşananlar? Neden her şey çok fazla? Çok insan. Çok bina. Çok araba. Çok laf. Çok eşya. Çok ses. Çok konu. Çok görüntü. Her an beynimiz bir şeyleri takip ediyor. Dinliyor, görüyor, algılıyor, hissediyoruz. Sonra? Sonra yoruluyor ve bıkıyoruz. Susalım biraz. Duralım. Gözlerimizi kapatıp, doğal olanı dinleyip, yoran seslerden- görüntülerden kaçalım. Olamaz mı? Ölmeden de rahat kalamaz mı insan?
Maalesef bilinçsiz, cahil olamadık. Umarsız da olamayınca yoruluyor insan. Okudukları düşündürüyor. Gördükleri üzüyor. Dinledikleri korkutuyor. Beyin sürekli çalışıyor. Çareler arıyor. Ama… Bir kez daha ‘maalesef’ diyorum. Üzgünüz. Anlıyoruz. Görebiliyoruz. Bilenler biliyor ve mutlu- huzurlu olamıyor.
Bu hayat birilerimizi bir türlü rahat bırakmıyor. Ölene kadar da sorun yaşatmaya ve yormaya, yıpratmaya devam edecek gibi görünüyor. Özellikle de iyileri