Selamlar.
Epeydir bir şey yazamadım, kafam biraz dolu bu aralar. Bu yazdıklarımı da kaç kişi okuyor bilmiyorum ama yazmak iyi geliyor, kafamı boşaltmamı sağlıyor, o yüzden devam…
Şu ana kadar hep bir şeyleri eleştiriyordum, ama bugün başka bir şeyden bahsedeceğim. Biraz pişmanlık üzerine konuşalım istiyorum.
Ben pişmanlığı ikiye ayırırım: Yapılan şeylerden ötürü duyulan pişmanlık ve yapılmayan şeylerden ötürü duyulan pişmanlık.
Yapılmayan şeylerden ötürü duyulan pişmanlık gerçekten kötü bir his. Zamanı geriye alamayacak olmak, zamanında yapılmayan şeyleri şu an yapsan bile aynı tadı alamayacağının farkında olmak insanı yiyip bitirebilir. Hatta bununla ilgili meşhur bir anekdot vardır:
Kadının biri 100 yaşına girmiş, sormuşlar: “Teyze geldin 100 yaşına, neler hissediyorsun?” Kadın da cevap vermiş: “Valla 100 yaşına kadar yaşayacağımı bilsem, 60 yaşında piyano çalmayı öğrenirdim, şimdi 40 senedir çalıyor olurdum.”
Yapılmayan şeyden duyulan pişmanlık işte böyle bir şey. Bazen bir şeyler için çok geç kaldığını düşündüğü için, bazen de sadece risk almaya çekindiği için kafasındaki eylemi hayata geçiremiyor insan. Ama yıllar sonra geri dönüp baktığında da istemsizce o iki lanet kelime dökülüyor ağzından: “Keşke yapsaydım.”
Bir de diğer türlü pişmanlık vardır; yapıldığı için pişmanlık duyulan şeyler. İşte bu yazıyı yazmaya karar vermemin asıl sebebi de bu konudaki fikrimden bahsetmekti.
Üniversitedeyken seçmeli bir felsefe dersi almıştım. O derste, öğrendiğim günden beri aklımdan çıkmayan ve hayatımı olumlu yönde etkileyen bir fikirle ilk kez tanıştım. Psikolojik egoizm isimli bir teori. İnsan doğasını çok basit bir şekilde açıklıyor. Özetle iddiası şu: Yaptığımız tüm eylemleri, özünde kişisel çıkarlarımızı gözeterek yapıyoruz. Bir örnek vereyim:
Hayatımda dişçiye gitmeyi sevdiğini söyleyen tek bir insanla dahi tanışmadım. Kimse dişçiye gitmek istemez. Ama dişiniz ağrıdığında oturup geçmesini beklemezsiniz. Hoşunuza gitmese bile dişçiye gider, tedavi olursunuz. Neden? Çünkü diş ağrısından kurtulmak istiyorsunuz. Yani uzun vadede kişisel bir çıkarınızı gözettiğiniz için kısa vadede hoşunuza gitmeyen bir şeyi bilerek ve isteyerek yaparsınız.
Bunu ilk duyduğum anda aşırı derecede kafama yatmıştı. Hatta o kadar yattı ki, çok daha ekstrem örneklerde bile geçerli olduğunu düşünmüştüm. Ne gibi?
Farz-ı misal örnek verelim, 2000 sene önce Roma’da yaşayan bir kölesiniz. Efendiniz sizi her gün aşırı ağır işlerde çalıştırıyor, size hayvan muamelesi yapıyor, sizi küçük bir kulübede kendi dışkınızın içinde yaşamaya zorluyor. Herhalde mazoşist olmayan hiç kimse böyle bir hayattan memnun olamaz.
O zaman neden yaşamaya devam ediyorsunuz ki? Neden efendiniz her gün size yeni emirler yağdırdıkça onları yerine getirmek yerine elinize geçen ilk fırsatta isyan edip efendinizin boğazını kesmiyorsunuz?
Bunun da cevabı basit: Sonunda ölümle cezalandırılacağınızı biliyorsunuz. O zaman psikolojik egoizmi doğru kabul edersek, bu demek oluyor ki, siz öldürülmekten korktuğunuz için, köle olarak yaşamayı aslında kabul ediyorsunuz. Her ne kadar yaşadığınız her güne lanet de okusanız, bu hayattan nefret de etseniz, ölüm korkusu ağır basıyor ve normalde istemediğiniz iki senaryo içinden (ölüm ve kölelik) daha çok istemediğinizden (ölüm) kaçınmak için, daha az istemediğinizi (kölelik) tercih ediyorsunuz. Demek ki psikolojik egoizme göre, daha iyi bir alternatifiniz olmadığı için, köleliği istiyorsunuz.
Zaten günümüzde de maaşlı çalışan olmak, köleliğin modern hali olduğu için, çoğumuz içimizden söve söve de olsa her sabah kalkıp işimize gidiyoruz ve köle sahibi efendilerin modern hali olan işverenlerimizin bizi sömürmesine izin veriyoruz.
Şimdi bunun pişmanlıkla ne alakası var?
Doğrudan bir alakası olmasa da bu konuda benim kişisel bir çıkarımım var: Eğer yaptığımız her şeyi o an istediğimiz için yapıyorsak (efendimizi öldürmeyip emirlerini yerine getiriyorsak, işverenimizin vaktimizi ve bedenimizi sömürmesine izin veriyorsak, dişimiz ağrıdığında dişçinin yolunu tutuyorsak) geri dönüp baktığımızda yaptığımız herhangi bir şeyden pişman olmak ne kadar mantıklı bir hareket ki?
“Keşke yapmasaydım.”
Bu sefer de bu cümleyi kuruyoruz. “Şimdiki aklım olsa öyle yapmazdım.” Ama mesele de burada zaten. O an “şimdiki” aklımız yoktu, o yüzden öyle yaptık. Şimdiki aklımızın olması için o an öyle yapmamız gerekiyordu, ki şu anki aklımıza gelebilelim. O ana geri dönme şansımız olsa, ama şimdiki aklımızı yanımızda götüremesek, emin olun ki o şey her neyse aynı şekilde yine yapardık.
Öyleyse yıllardır maaşlı çalışmaktan nefret ediyorsak, ama bunu değiştirmek için de hiçbir şey yapmıyorsak (kendi işimizi kurmak gibi), demek ki biz maaşlı çalışan olmayı, kendi işimizi kurmanın beraberinde getireceği külfete tercih ediyoruz. E bunu isteyerek yapıyorsak da, “10 yıl emeğimi sömürttüm” diye hayıflanmanın, bundan pişman olmanın hiçbir mantığı yok. Çünkü zaten bunu isteyerek yaptık. Ayrıca zamanı geri çevirme şansımız da yok. Şu anda kendi kendimize “10 yılım gitti” diye söylenmek, sadece şu anımızı zehir etmeye yarıyor. Belki de her gün ettiğimiz o küfürleri hayata karşı değil, eyleme geçmekten kaçınan kendimize ediyoruzdur.
Sonuç
Benim çıkardığım sonuç şu:
Bazı aktivitelerin zamanı vardır, her şey her yaşta yapılamaz. Yapılsa da eğreti durabilir. İleride “Keşke yapsaydım” dememek için imkân dahilinde olup yapmak istediğimiz şeyleri ertelememek lazım.
“Keşke yapmasaydım” demenin ise hiçbir mantığı yoktur. İnsan, zamanında isteyerek yaptığı ve şu an değiştiremeyeceği bir geçmişe bakıp kederlenmekle vakit kaybetmemeli.
Biraz dağınık anlatmış olabilirim, dediğim gibi kafam çok dolu bu aralar. Birazcık da uzatmış olabilirim 🙂 Sıktıysam kusura bakmayın.
Kafama esen bir tarihte, tamamen alakasız bambaşka bir konuda görüşmek üzere…