Kendine Güvenmek!… Kendini Kendin Olarak Kabul Etmek!
Cümle olarak bakıldığında çok basit. İş pratiğe dökmeye geldiğinde ise… Belki de bu hayattaki en zor şeylerin başında geliyor.
Garip değil mi? İnsanın hiç tanımadığı bir insana bile birkaç hareket/söz ile 5 dakikada güvenip… Yıllarını (tüm hayatını geçirdiği) kendisine güvenememesi! Garip, acı ve inanın bana herkesin yaşadığı bir şey…
Evet! Doğru okudunuz herkesin yaşadığı bir şey… Benim, onun, bunun, şunun… Başınızı çevirdiğiniz her yerde gördüğünüz tüm insanlarda mutlaka bir özgüven eksikliği vardır.
Bu dünyada hiç kimse, her konuda kendine güvenemez çünkü!
Tecrübedir özgüveni sağlayan…
Özgüven tanım olarak; ‘Kişinin kendi değeri hakkındaki subjektif değerlendirmesi; kişinin kendi özelliklerinin ne ölçüde olumlu ya da olumsuz olduğu hakkındaki yorumu!‘ anlamına geliyormuş.
Çok reel!..
Daha cümlenin başındaki beşinci cümlede ‘Ne diyor bu Allah aşkına?’ diyor insan.
Biz insanlar robotik kodlamalı cümleleri sevmeyiz. Çünkü çoğu zaman mantık değil, hislerimizdir olayı kavramamızı sağlayan.
Yukarıdaki ‘Bilimsel Özgüven!’ tanımını bir de örneklendirme yaparak ben tanımlamak istiyorum.
Elinizde şu an bulunan telefon, yaslandığınız yastık, masanın üzerindeki elma… Kısacası herhangi bir eşya!
Masanın sağ ucunda olan eşyayı alıp, masanın sol ucuna koymak bir bir özgüvendir. Bu kadar basit!..
Sen artık bir eşyayı alıp diğer tarafa koyma konusunda özgüven sahibisin!
Biz özgüveni her zaman yanlış anladık. Yanlış anlattılar çünkü!
Bir insan yapabildiğini gördüğünde özgüven sahibi olur!
Üst satırlarda kastettiğim buydu. Bir kimse dünyada her şey hakkında özgüven sahibi olamaz.
Çünkü dünyadaki her şeyi yapmaya ömrü de, gücü de yetmez!
Aslında bu karantina günlerinde bunu bizzat yaşadık. Yemek/ekmek/tatlı yapamam diyenler, bitki büyütemem diyenler, kitap yazamam diyenler, resim yapamam diyenler…
Söyler misiniz?
Birkaç denemeden sonra aslında yapabildiğinizi keşfetmediniz mi? Yapabildiğinizi gördüğünüz o konuda artık kendinizi özgüven sahibi hissetmiyor musunuz?
(Kitap yazmak ve resim yapmak bir yetenek işidir. Doğru! Ve sırf dalgasına iki kitap yazmaya, resim yapmaya çalışanlar bunda sorun yaşayacaktır. Benim kastettiğim kesim, kitaplar ve resimler ile uğraşan, yıllardır bu ilgi alanları ile alakalı birikimler/takipler yapan ve… Karantina bahanesi ile cesaret edemediği kalemi/fırçayı eline alan kişiler!)
Hayatımın birçok farklı alanında, defalarca kez teyit ettiğim bir durum bu.
Bir insan sadece yapabildiğini gördüğü konularda özgüvenli olur!
İşinin ehli insanlara çoğu zaman hayran hayran bakarız! ‘Vayy be! Ne kadar da özgüvenli. Onun gibi olmak isterdim!’ deriz. Peki hiç düşündük mü?
Belki o da bizim gibi olmak istiyordur?
Mesleği doktorluk olan birini ele alalım… Mükemmel bir şekilde kendine güvenen, sana da güven veren bir doktor!
Sen ise piyano, gitar çalabilen ve doktor olmayı hayal eden bir öğrencisin. Onu görünce ilk düşüncen ne olur? Büyük ihtimal… ‘Ben asla onun gibi kendine güvenen bir doktor olamam!’
Şimdi size soruyorum!
Sizce o kendine güvenen, dik duran, ayakları yere basan doktor… Mesleğe ilk başladığında da böyle miydi?
İlk hastasında, ilk tedavisinde, ilk ameliyatında… Yine aynı kararlı ve sakin bakışlar ile mi bakıyordu yoksa içindeki korku bakışlarına yansıyor, heyecandan karnına ağrılar mı giriyordu?
Eline neşteri ilk aldığında, büyük bir özgüven ile mi kullanmıştır onu… Yoksa hocasının güven veren bakışlarına bakarak, sürekli bir onay ihtiyacı ile mi yapmıştır o ameliyatı?
Bunların cevabını hepimiz çok iyi biliyoruz!
Peki o zaman yeni bir soru daha sormak istiyorum.
Hiç… Özgüvenli olan o doktorun, sizin kolay bir şekilde yaptığınız piyano ve gitar çalma içinde özgüvensiz olduğunu, hatta onun da bu yüzden size hayran hayran baktığını düşündünüz mü?
Düşünmediniz!..
İstisnalar elbet vardır fakat en başında da dediğim gibi…
Bize özgüveni hep yanlış anlattılar!
Bir insan bir kere özgüvenli ise hep özgüvenli olmalı düşüncesini soktular beynimize. Ve biz de, bu yüzden hep yapamadıklarımız gördük ve ‘Benim kendime güvenim yok. Ben özgüvensizin tekiyim. Benden bir halt olmaz!‘ dedik.
Yapamadıklarımız ile o kadar çok meşguldük ki… Yapabildiklerimizi, yeteneklerimiz asla göremedik!
Özgüvenin altın kuralı tecrübedir arkadaşlar. Tecrübe için de… Denemek gerekir!
Düşmek, kalkmak, tekrardan düşmek ve tekrardan kalkmak…
Bu düşüşler ve kalkışların arasında bir gün bir anda dank edecek.
‘Ben… Bunu yapabiliyorum!’
Ve o günden sonra o konu hakkında bir gönüllü istendiğinde korkmadan ‘Ben yapabilirim!.. Güzel yaptığımı düşünüyorum. Seveceğize eminim!’ diyebileceksiniz.
Mutlaka hayatınızın bir aşamasında bunu yaşadınız… Sadece bazı şeyler alışkanlık olduğundan, basit geldiğinden o konuda hissettiğiniz o duygunun aslında özgüven olduğunu anlayamadınız.
Çok kısa bir örnek ile diğer maddeye geçeceğim.
Size musluğun üzerindeki bulaşıkları gösterip ‘Şu bulaşıkları yıkamayı becerebilir misiniz?’ diye sorsam ne cevap verirsiniz?
‘Dalga mı geçiyon, adam mı seçiyon?’ falan mı?..
Yani bir bulaşık yıkamayı beceremeyen de ne bileyim…
Peki ilk bulaşık yıkadığınız gün verdiğiniz tepki neydi?
Hatırlıyor musunuz? Şahsen ben hatırlamıyorum! Ama aklımda sürekli düşünüyorum. Acaba o gün…
“Sıcak sudan dolayı elimi yakar mıyım?”
“Tabak ve bardakları yanlışlıkla elimden düşürerek kırar ve bu yüzden de dalga konusu olur muyum?”
“Güzel yıkayamazsam… Annem ‘Bir işi de beceremedin. Ver şunu ver!’ diyerek kızar mı?”… Endişeleri ile dolu olabilir miydim?
Şimdi soruyorum!
Sence sen özgüvensiz bir insan mısın?..
Yoksa hâlâ denemedin mi?