Arap yarımadasında Çöl kraliçesi ismiyle anılan Gertrude Bell, kraliçe Victoria döneminde yaşamış olan seçkin bir aileye sahipti. Ailesinin ona sunmuş olduğu ayrıcalıklı ve lüks yaşama sırt çeviren Bell hayatını Arabistan çöllerinde sürdürmeyi tercih etmişti.
Gertrude Margaret Lowthian Bell, 14 Temmuz 1868’de Durham, İngiltere’de dünyaya geldi. İngiltere’nin önde gelen zenginlerinden olan ve sanayi ile ilgilenen bir aileye mensuptu. Bell, annesini kaybettiğinde henüz iki yaşındaydı. Bir yıl sonra babası yeniden evlendi. Bell’in Üvey annesiyle arası ilk yıllarda pek iyi değildi. Ailenin tüm üyelerinin Bell hakkındaki ortak bir görüşü vardı; “Gertrude anlaşması çok zor bir insandı.” Üvey annesiyle aralarındaki ilişki zamanla düzeldi hatta ölene kadar ona mektuplar yazdı. Ancak hayatına yön veren asıl kişi gezi merakının temelini oluşturan babasıydı. Babası adına düzenlenen bir toplantıda, aralarındaki ilişkiyi şöyle tanımlamıştı : “Bence bizim kurmayı başardığımız o özel, mahrem ilişki bugüne kadar hiçbir baba kıza nasip olmamıştır.”
Lise eğitimini tamamladıktan sonra üniversite hayali kuran Bell bu yolda hiçte kolay ilerlememişti. Çünkü,19.yy’da kadınların Üniversite okumaları pek alışılagelmiş bir şey değildi. Bu konuda ısrarcı ve tutkulu olan Bell Oxford Üniversitesi’ne kabul edildi. Daha sonraki eğitimi çok zordu çünkü kütüphaneyi kullanamazdı ve sınıflarda sürekli ayrı yerlere oturtulurdu. Hatta bir profesör onu, yüzü duvara doğru dönük oturması şartıyla derse kabul etmişti. Buna rağmen üniversitenin Modern Tarih bölümünü yarı zamanda birincilikle bitirdi, Oxford’u birincilikle bitiren ilk kadın unvanına sahip oldu.
Bell, 1899-1900 arasında bir Kudüs gezisi düzenledi ve Arapça öğrendi, Arapların yaşayış tarzını ve arkeolojik mirasını yakından tanıma fırsatı yakaladı. Bu gezi neticesinde Araplara karşı özel bir ilgi ve şefkat beslemeye başladı. Bell o güne kadar kimsenin gitmek istemediği veyahut gidemediği yerlere tek başına gidiyordu. Çölün derinliklerine giden sayısız kervana katıldı. Halk ile iç içe zaman geçiren Bell bu sayede Arap halkının da güvenini kazandı. Sayısız aşiret, din adamı ve siyasetçiyle kaynaştı. Ayak basılmamış yerlerin özenle haritasını çıkardı kimin İngiltere’ye kin beslediğini ya da dostane yaklaştığını anlamaya çalıştı. Tanık olduğu toplumsal olayların ve katıldığı arkeolojik kazıların notlarını tuttuğu gözlem defterleri bulunmaktaydı.
Bell günlerinin çoğunu gezerek geçiriyordu. Arapça dışında ; Türkçe, Farsça, Fransızca, Almanca ve İtalyancayı da akıcı bir şekilde konuşmaktaydı. Bu sayede gittiği yerlerde dil bilen güzel bir kadın olarak avantaj elde ediyordu.
Herkesin hayatta en az bir defada olsa başına gelmiş olan aşk Bell’in de başına gelmişti. İnsan şaşırıyor tabi mesleğine ve gezi tutkusuna bu kadar bağlı olan bir kadın nasıl olurda bir aşka zaman ayırabilmişti. Meğer bugün Ortadoğu’nun içinde bulunduğu karmaşanın arkasında da bir aşk hikâyesi gizliymiş. Bell 1907’de Anadolu’daki kiliselerle ilgili bir araştırma yaptığı sırada Konya’ya da gelmişti işte o esnada hayatının aşkıyla tanıştı. İngiltere’nin Konya Askeri Konsülü Binbaşı Dick Doghty-Willie. Aşk imkansızı sevmektir derler ya gerçekten de öyleydi çünkü Binbaşı evliydi. Bu aşk gizli buluşmalar ve mektuplarla sürdü. Fakat hiç beklenmedik bir şey oldu ve İngiliz Binbaşı 1915’te Çanakkale Savaşı sırasında hayatını kaybetti. İşte Bell o tarihten sonra Türkler’den nefret etmeye başlamıştı.
Olay sonrası hıncını almak isteyen Bell Türkler’e karşı düzenlenen birçok faaliyete katıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda görev almak istediği için Kahire’ye görevlendirildi. Orada yolu İngiliz ajan Lawrence ile kesişti, öncesinde de birbirini tanıyan ikilinin ilişkileri daha da samimiyet kazanmıştı, adeta anne-oğul gibiydiler. Bell kendisine resmi bir görev verilmemesine rağmen Ortadoğu’da Osmanlı’ya karşı İngiliz saflarında çalışabilecek Arap kabilelerini tek tek raporladı. Hazırlanan bu rapor uzun yıllar boyunca askeri eylemlerde kullanıldı. 1918’de Osmanlı, İngilizlerle savaştığı sırada hemen hemen her bölgede Arapların ihanetiyle karşılaştı sebebi hazırlanmış olan bu rapordu. İngilizler bu sayede Şam ve Halep’i de kolaylıkla ele geçirdiler. Musul’a girmek üzerelerken Osmanlı teslim oldu ve 1918’de Mondros Ateşkes anlaşması imzalandı. Tesadüfe bakın ki, bu olaydan birkaç ay sonra da İngiltere Bell’e “Üstün Başarı Nişanı” verdi.
Bell siyasi alanda artık öyle bir konuma gelmişti ki Ortadoğu krallarının seçilmesi konusunda bile söz hakkına sahipti. O dönemde Hicaz’ı yöneten Mekke emirinin oğlu Faysal İngilizlerle anlaşma imzaladı. Mart 1920’de Suriye kralı ilan edildi. Ancak bu görevi dört ay kadar kısa bir zamanda sona erdi. Ne yapacağını bilemeyen Faysal bir kez daha İngilizler ’den yardım istedi. O sırada Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeyi düşünen Churchill Kahire Konferansı yapmaktaydı. Bell o konferansa katılan tek kadındı. Onun fikriyle yepyeni bir ülke kuruldu… Irak. Babasına yazdığı bir mektupta “Ofiste tüm bir günü Irak’ın güneyindeki çöl sınırını belirlemekle geçirdim.” demişti. Yine kârlı olarak ayrılmış olan Faysal Ağustos 1921’de bu sefer de Irak’ın kralı oldu. Faysal görevde bulunduğu 12 yıl boyunca sürekli İngiltere ile ittifak yaptı.
Bell tüm bu siyasi olayları bir kenara bırakıp her şeyi kendince yoluna koyduktan sonra asıl işi olan arkeoloji ile ilgilenmeye başladı. 2003’teki ABD işgali sırasında yerle bir edilen Irak Ulusal Müzesi’nin yeniden kurulması için tam dört yıl çalıştı. 1926’da o da bitince ilgilenecek bir şeyi kalmayan Bell bunalıma girdi. Zaten bir yıl önce kız kardeşini tifodan kaybetmişti ruhsal açıdan boşluktaydı ve acı içindeydi. Büyük aşkı Binbaşı Willie’nin ölümünden sonra da hiç evlenmemişti. İddiaya göre yalnızlıktan iyiden iyiye depresyondaydı ve bundan kurtulmak için de pek bir çaba göstermiyordu. 12 Temmuz 1926’da 58 yaşındayken yüksek dozda uyku ilacı alarak yaşamına son verdi. Ortadoğu’yu pasta böler gibi bölen kadın, sessizce bir odada tek başına can vermişti.