ORTADOĞU’DA konumlanmış olmamız…
Hem avantajlar doğuruyor.
Hem de risk algısını yükseltiyor.
Ortadoğu coğrafyası, büyük çoğunluğu Müslüman insanlardan oluşmuş toplumların oluşturduğu devletlerden kaim durumda.
Her zaman söylüyoruz ve ezber baskı oluyor.
Türkiye Cumhuriyeti olarak bizler, OD coğrafyasında gerçekten de çok şanslıyız.
Bugün, bilinçsizce ve şuursuzca Afganistan ve Taliban yorumları ve değerlendirmeleri yapanlar…
Ülkemizin “biricikliğinin” ve “tekliğinin” nereden kaynaklandığını unutuveriyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri yıllardır karıştırdığı bölgeden ve Afganistan’dan peyderpey çekilirken…
Arkasında enkaz bıraktı/bırakıyor.
Gerçekten de Türkiye’den bölgeye bakarken, ülkemizdeki “Batıcıların” gelişmeleri yorumlama refleksleri beni şaşırtıyor.
Afganistan’da iktidar el değiştirmişmiş, Taliban emperyalizme karşı “kazanmışmış”.
Bazen gerçekten de “akıl tutulması” yaşadığımızı düşünüyorum.
TALİBAN da…
EL-KAİDE de…
Bu yapıların/oluşumların…
Ne menem örgüt oldukları ortada.
Türkiye’de yaşadığımız sorunlar bitti de…
Şimdi bölgeyi kurtarmaya geldi sıra.
Gerçekten de bazen anlamlandıramıyorum, gelişmelerin ülkemizdeki yorumlanış biçimlerini.
Tamam…
Türkiye, ormanda medeniyetten uzakta bir yerde yaşamıyor.
Kabul ediyorum.
* * * *
Bakın, demek istediğim…
Günümüzü, zamanımızı ve enerjimizi optimal kullanmadığımız.
Genelgeçer sorunlar ve gelişmeler, ilk ânda kamuoyunun “algısını şekillendiriyor” ve sonrasında ise “akıntıya teslim” olup gidiyoruz.
Bin kere de olsa tekrar edeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ortadoğu sarmalında âdeta parlayan bir güneş gibi. Türkiye’mizin bölge ülkeleri içerisindeki “biricikliğini ve tekliğini” ifade etmeye, gerek var mı?
İşte… Bazen yerden göğe çıkardığımız bazen de yerin dibine soktuğumuz “laiklik” ve “ulus-üniter” devlet olmanın gereğini, mazlum ve kandırılmış ülkelerin hikâyelerini gördükçe ve okudukça daha iyi müşahede edebiliyoruz.
Uzaklara gitmeye gerek yok. Afganistan’da yasal hükümet ve ordusu, çapulcu yığını Taliban’a mukavemet göstermeden, başkentleri Kabil’i, dolayısıyla da ülkenin tapusunu teslim ettiler.
Bugün, Afganistan’da insanlığın hayrına olmayacak bir örgüt, idareyi devraldı. İnsanlık düşmanı, kadın ve çocuk düşmanı, modern yaşamın düşmanı, eğitim düşmanı; Taliban.
Demek istediğim, genelgeçer değerler ve gelişmeler üzerinden ne siyaset üretelim ne de yorum yapalım. 20 yıl önce bu coğrafyada ne tür emperyalist tezgâhlar döndürülüyorsa, yine aynı oyunlar döndürülecek. Tamam, etrafımızdaki gelişmelere kör olmayalım.
Yalnız…
ORTADOĞUNUN kaderini bizim değiştirmemiz mümkün mü? Ulus olamamış, “uluslaşma sürecini” bihakkıyla tamamlayamamış toplumların sıkıntısı da, biraz kendi cehaletlerinden kaynaklanmıyor mu? Ne olursa olsun, yani ister bu toplumlar kasten cehalete sürüklenmiş olsunlar isterlerse de cehalete âşık olsunlar…
Ne fark eder? Emperyalizm, bu topraklara kin ve nifak tohumlarını ekmiş. Buranın cahil ve eğitimden uzak tutulmuş halklarını, mezhep ve etnik köken boyutunda birbirine düşman kılmış.
Son tahlilde…
Bu ülkelerin tek çıkar yolu:
Uygarlığın aydınlık yoluna tekrardan dönmek.
Bu ülkeler; Afganistan ve İran, son durumlarına “şıpından” gelmediler. Zamanla ve merhale merhale toplum “dönüştürüldü”.
* * * *
Yaşanan tüm gelişmelere, uygarlığın/medeniyetin son geldiği eşik etrafınca bakmak durumundayız.
Neden, ulus devletlerin aklı başında düşünürleri, vatanseverleri, kanaat önderleri, sürekli olarak toplumlarının fertlerine “ayık olmaları” gerektiğini ya da “agâh olmaları gerektiğini” öğütleyip duruyorlar?
Yadsıyamayacağımız gerçek:
Yeryüzümüz bir “değişimden” geçiriliyor. Aklınızı bulandırma derdinde değilim. İnsanlığın bir kısmı refah ve bolluk içinde yaşamlarını idame ederken, bir başka kısmı ise sefalet içinde “eşitliğe” veya yoksulluğu paylaşmaya mecbur bırakılıyor.
Covid-19 salgını da gelip geçecek. Toplumlar bir hipnoza tâbi tutuluyor. Benim artık bu virüs vakaları hususunda oluşturduğum kanı, bunun doğal olamadığı yönünde. Zaten daha önceleri bunu dillendirdim.
Nüfus politikalarından tutun da yoksulluğun ve işsizliğin atbaşı gideceği bir çıkmaz sarmalına ülkeler raptedilecek. Hatırlarsanız, salgının ilk dönemlerinde ABD’de, yaşlı nüfus virüsten ötürü büyük bir ihmalkârlık ile baş başa bırakılmıştı.
Bu virüs sürecinde, her şeyin çok farklı bir biçimde değiştirildiğine şahit olduk. Yozlaşma; zaten insanlığın en büyük marazı idi, virüs salgınıyla beraber devletlerin işgüzarlıklarından ötürü, değersizleştirme ve bağlarımızın iyice kopması, yaşananın daha da katmerleşmesine neden oldu.
Gelmek istediğim husus…
Agâh olacağız ama genelgeçer gelişmelerin oltasına takılarak, akıntıya da teslim olmayacağız. Türkiye’miz büyük bir ülke. Bu her alanda böyle. Bunu hamaset adına dillendirmiyorum.
Şunu unutmayalım. Bugün coğrafyamız ilk defa kaynamıyor. Ülkemizin tek sorunu da Afganistan değil. Bölgedeki istikrarsızlıkların ve kaosların neden olduğu göç sorunu ve düzensiz bir biçimde yabancı uyruklu insanların sınırlar arası hareketliliği, sadece siyasal bir sorun değil. İleri de kaldırılması ve yüklenilmesi ağır faturaları olacak bu gelişmelerin.
Daralan ekonomik piyasalar… Yoksulluk… Yoksulluğun tetiklediği sefalet manzaraları… Ülkedeki bağların zayıflaması.
Demek istiyorum ki, ipin üzerine bakarken, orta vadede cereyan edebilecek gelişmelere “hazırlıklı mıyız?”
GELECEK…
Hiç de uzak bir zaman dilimi değil.