Çok etkilendiğim ve ilk defa ön yargımdan dolayı utanç duyduğum birini anlatıcam sizlere.
1852 yılında dünyaya gözlerini açıyorsun başarılı bir eğitim hayatın var. Fransızcayı ana dilin gibi konuşuyorsun, yetmiyor lise bittikten sonra padişahın yaverliğini yapıyorsun. Ordan da ver elini Girit. Orda da kendini geliştirip İngilizce ve Almancayı ekliyorsun dil hazinene. Bunların üstüne gelişiyorsun tabi 1870 yılındasın, yaverlik yapmışsın. Üstüne bir de 3 dil biliyorsun kolay mı bunu yapmak. Kendini edebiyata olan aşkına adıyorsun 3 yılın sonunda 16 kitap ve tam 200 makale yayımlıyorsun.
Baksanıza şu başarılara bu kadar güzel bir hayatın var ve bir gün akşam yemeğinden sonra bileklerini keserek şunları kaleme alıyorsun “İntiharımı fenne tatbik edeceğim; şiryanlardan birinin geçtiği mahalde cildin altına klorit kokain şırınga edip buranın hissini ibtal ettikten sonra orasını yarıp şiryanı keserek seyelan-ı dem tevlidiyle terk-i hayat edeceğim. Kan akmakta iken her zaman şiryanı sıkıca tutarak vesair tedbire müracaat ederek muhafaza-i hayat mümkün olduğu halde azmimden nükul etmeyeceğim!”.
Ve her şey bitti bütün başarıların öğrendiğin bütün diller kazandığın bütün ödüller sadece 2 dakika içinde kanınla beraber akıp gitti. Üstüne üstlük herkes tarafından sevildiğin saygı gördüğün için kendinle beraber bir sürü genci, yaşlıyı beraberinde sürüklüyorsun Beşir Fuad Efendi.
Aslında bakarsanız ben Beşir Fuad’a hak verenlerdenim niye mi? Çünkü olayın perke arkasında o kadar bilinmedik olaylar gelişiyor ki ilk başta çok yargıladığım yazarın şimdi önünde saygıyla eğiliyorum. Küçücük kızını canından çok sevdiğin evladının vefatını görüyorsun,evlat acısı….
Annemin “Rabbim beni senin yokluğunla sınamasın” cümlesi şimdi anlamlı gelmeye başlıyor işte.
Üstüne üstlük onunlada kalmıyor kızından kısa bir süre sonra onu dünyaya getiren,elleri,ayakları öpülesi annesini kaybediyor üstüne birde yoksulluk ekleniyor.
Evlat acısı….Anne yokluğu….parasızlık…
Kim dayanabilir ki veya şöyle sorayım kim dayanmak ister ki?
En sonunda ise kimse onu rahatsız etmesin, yapacağı şeye müdahale etmesin diye bir akşam yemeği sonrası odasına çekilerek aldığı onca eğitimden,başarıdan,yaşadığı onca zorluktan sonra 2 dakika içinde manevi hayata göç ediyor, göç ederken de insanlara faydası olsun diye kaleme alıyor ölümünü, ruhunun bedenden ayrılışını.
Ahmet Mithat Efendi ise bir eserinde ise şöyle çeviriyor Beşir Fuad’ın satırlarını “Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.”
Sonrasında ise Beşir Fuad’ın söylemiyle terk-i hayat ediyor. Şimdi acıyıp hak mı vermeli Fuad Bey’e yoksa hayatı kabullenmediği için küfür mü edilmeli?