Bugün; geriye kalan hayatımın ilk günü…
Bir müzik dinliyorum şimdi, uzandım kanepeye ve gözlerim kapalı.
Muhteşem tınısında tekrar tekrar kayboluyorum şarkının. Gözyaşlarım pıt pıt düşüyor yanağıma, oradan dudağımın kenarına. Yalıyorum boynuma kadar akıp, gıdıklamasınlar diye beni. Hafifi tuzlu, kıvamında bir tadı var. Ama melodili ağlamaya başladığımda, daha fazla tutamıyorum onları.Boynum sırılsıklam oluyor. Sıvazlıyorum boynumu, gözyaşlarımı yediriyorum tenime.
Silmek istemiyorum, hissetmek istiyorum varlığını. Kolay kolay ağlayamıyorum çünkü. Tadını çıkarayım diyorum…
Başıma bir sızı giriyor inceden. Ama kalıcı değil. Melodi çoğalıp, beste oluştuğunda gidecek. Rahatlamış olacağım. En sevdiğim parçanın son notasıyla, ben de kendime geliyor, uyanıyorum… ( YMK )
Ölüm; yalnızdır.
Yalnızlık; ölümlüdür.
Yalnız doğar, yalnız ölürüz.
Ağlarız kahrederek yalnızlığımıza…
Kan damlar o gözlerden yaş yerine kimi zaman, dudaklardan dökülen zehirli sözlerin sebep olduğu…
Oysa;
Ağlamak güzeldir… Ağlarsın bazen gülünecek haline…
Ağlamak güzeldir… İçinde biriktirdiğin hüznü akıtıverirsin gider. Sen sağ o selametle… Rahatlarsın.
Yaralarımızı sarmaya çalıştığımız iyileşme sürecinin bir parçasıdır gözyaşlarımız. Terapi gibi, ayin gibi, seans uygular gibi, görevmiş gibi bizi endişelerimizden uzaklaştıracak olan gözyaşlarımızı bırakmalıyız sorgusuzca, kaygısızca, öylece… Akan burnumuzu silerken, bir bakmışız gülümsüyoruz…
Kadınlar, erkeklerden %60 daha fazla ağlıyormuş ‘prolaktin’ hormonu yüzünden! Hormona kurban… İyi ki var.Bana ne, erkekler de ağlasın… Ağlayın… Ağlayacaksın ulen…Oturup ağlayacak, evinin adamı olacaksın! ツ
Dozu olmalı tabii… Fazla sulugözü de çekilmez be?! Kıvamında iki damla göz yaşı döksün tabii gerektiğinde! Ama rahat ağlayamaz ki o zaman da?! İstediği gibi ağlasın canım, kuralı mı olurmuş ağlamanın? Ay, kıyamam ağlamasın!..
Ağlasınlar ya, hatta sevinçtense salya sümük sal gitsin. Ay, kimse ağlamasın, ağlamayalım! Yok yok olmaz, ağlamak da lazım, bi’çeşit terapi sonuçta. İçine at at, nereye kadar? Di mi ama?Ay… Ağlayalım mı, ağlamayalım mı?!Adamceğizler de rahat rahat ağlamalı. Erkeklikle ne alakası var duygusallığın, göz yaşı akıtmanın Allahınsen? Ne sinir olurum erkek çocuklarına; “Zırlama kız gibi” filan derler hani? Hay Allah’ım yarabbim ya! Tamam zırlak olmasın sonuçta ama niye ‘kız gibi’ diye ilave yapıyorsun da minicik beynine erkekliğin tarifini saçma sapan empoze ediyorsun alttan alttan? Ondan sonra saygı sevgi bekle o çocuktan büyüdüğünde kadınlara karşı? Piii…Cinsel uzvuyla ve sadece dişi cinse yakıştırılan şeyleri yapmamakla ‘erkek’ olabileceğini zanneden, kadını aşağılayan ne varsa cahilce beynine sokulmuş bir genç adam olarak yetişiyor zavallıcıklar?!Anacım kadınlar, analar güzelce eğitemiyor maalesef minik erkek insanını. Evet. Acı gerçek bu! Çocukluktan öğrense gerçekte ‘erkek’ olmanın sadece ve sadece ‘insan’ olmakla alakalı olduğunu, bak bakalım gelecek nesilde şiddet, cinayet, tecavüz, vs. kalır mı?Sinirlendim bak şimdi ya…Tamam insanız sonuçta ve insan evladı da duygularını içine atmamalı kendini şişirmeye, salıvermeli doğal akışında… Kasmamalı, kastırmamalı… Ağlamalı.Lakin bir erkek, bir kadını ağlatmamalı. Asla!
Musevilerin Tanrı ile konuşmasını anlatan Talmud’da şöyle geçer:(ki bizim Kur’an da da var bununla ilgili ayetler)
“Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin. Çünkü Tanrı gözyaşlarını sayar. Kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı. Öyle olsaydı ezilirdi. Üstün olmasın diye başından da yaratılmadı. Ama göğsünden yaratıldı. Eşit olsun diye. Kolun biraz altından, korunsun diye. Kalp hizasında, sevilsin diye.”
Ağlamak güzeldir… Güzeldir de, bize yani geride kalıp yaşayan kişiye, onun da bi’gün öleceğini hatırlatır ya… İşte ondan ağlarız.
Herhalde yapmamız gereken, ölümün varlığını kabullenmek ve kalan hayatımızı daha kaliteli ve anlamlı hale getirmeye çalışmak olsa gerek. Zor evet ama en azından deneyebiliriz.
Ölüm; insan bedeninin bir çeşit inzivaya çekildiği ve kendini meydana getiren elementlerine ayrışarak, yeniden doğaya karıştığı bir olay değil midir? Ve belki ruhun da yeni hayatına uğurlandığı?!… Belki…
Ağlamak güzeldir de… Giden gitmiştir ve asla, kat-a geri dönmeyecektir. Bir Son’a mı yoksa bir Başlangıç’a mı gitmiştir?
İşte bu cevabı bilemediğimiz ve hiçbir zaman da öğrenemeyeceğimiz için ağlarız.
Ağlamak güzeldir de… Bazen, “ölümlü” olduğumuz gerçeğiyle yüzleşiriz ve bu yüzden ağlarız. Bir yakınımızı kaybettiğimizde, bizi bırakıp gittiğine inanamıyor görünsek de aslında bir gün kendimizin de öleceğine inanmak istemediğimiz için ağlarız.
Giden dost, bizden de bir parça götürmüştür. Yani ruhumuzdan alıp götürmüştür bir şeyleri… Çünkü ölüm, sadece yaşamı sonlandırır, sevdiğimizle aramızdaki bağı değil. Velhasıl yalnızca beden gömülür, dostluk değil. Velhasıl, dostumuzu özler, ağlarız.
Ne demiş Aristo; “Dostluk; ruhun iki bedende yaşamasıdır”… Biri gidince, canı yanar insanın. Canı yanan insan evladı da ağlar tabii…
Ağlamak güzeldir de… Hayatı ve yaşam şeklimizi sorgulamamıza sebep olmuştur giden ve bu dünyada kalıcı olmadığımızı görür ağlarız halimize.
Sevgi fakiri insanlar olarak, belki de daha çok sevmeliyiz herkesi ve her şeyi.
İyilik gözüyle bakıp güzellikleri görmeliyiz, birer “Ölümlü” olduğumuzu hatırlayarak…
Ölümlü olmak?!.
Her gün yaşıyoruz, bir gün ölüyoruz… Ama “Öldüm ben” diye diye yaşıyoruz, yaşaya yaşaya ölüyoruz. Aman, zati beden fani ölüm ani, ruh gezer yaylalarda, kim kalmak ister ki buralarda?..
Ölümün yeri, zamanı yok anacım. Niagara şelalesinden düşüp hayatta kalabilen tek insan olan Bobby Leach, evinde portakal kabuğuna basarak düşmüş ve iç kanamadan ölmüş, biliyor musun canım okuyucu? Sebebi değişebilir ama öleceksek illaki gelip buluyor bizi Ölüm Meleği.
Önemli olan, geleni geldiği ve olduğu üzere kabullenip; beden ve ruh sağlığımızı koruyarak süreci atlatmaya çalışmak. Ayrıca ölümün ve yahut başka bir kaybın sonrasında sağlıklı bir yas aşaması yaşanmadığında da uzun vadeli bir kederin, melankolinin, depresyonun ve çeşitli hastalıkların esiri olunabiliyor.
Eş, sevgili veya bir can dosttan ayrılmak; çocukluğunu geçirdiğin evinin satılması; her zaman istediğin fakat hiç sahip olamadığın bir şey; hayatta olduğu halde senin hayatında bulunmayan birisi; bir hayalin kaybedilmesi; boşanma; çocuğunun olmaması; sana zarar verdiğini bildiğin halde birini sevmek; bir hayvan dostunu kaybetmek; işini kaybetmek ya da kariyerinin bitmesi; iflas etmek ve her şeyini kaybetmek gibi çok önemli durumları kaldırabilmek, göğüsleyebilmek ve atlatabilmek elbette zor. Lakin, hayata tutunmayı bırakmamalıyız.
Yaşadığın sürede, yaşadığın ve yaşattığın şeylerin kıymetini bil. Olumlu veya olumsuz fark etmez. Hepsi senin için, hepsi senin ‘sen’ olman için varlar.
Azıcık da olsa acı çekmemiş bir insan, olgunlaşamaz. O yüzden acılarını da sev. Hayatını olduğu gibi kabullenmeyi öğret kendine. Kendi dünyanı ancak kendin güzelleştirebilirsin. Kayıpların için en derininden ama en sağlıklısından yaşa yas sürecini. Fakat uzatma. Girdiğin gibi çıkmasını da bileceksin depresyonundan. Kendin başaramıyorsan yardım almalısın o halde. Ama illaki kendine geleceksin, gelmelisin. Hayat devam ediyor ve sen herkese ve her şeye rağmen yaşamalısın. Yalnız değilsin korkma, hepimiz bir şekilde hastayız sonuçta. Acılar, üzüntüler, kederler, dertler… Hepsi geçiciler. Buna inan.
Ne dedikdi şekerim; ‘Önemli olan, geleni geldiği ve olduğu üzere kabullenip; beden ve ruh sağlığımızı koruyarak süreci atlatmaya çalışmak!’ Ağlamak, dans etmek, işine adapte olmak, uyumak… Bunlar hep terapi görevi görür. Konuyla ilgili bir şeyler düşünmeni engelleyecek, seni oyalayacak şeylere kanalize olmaya çalış. Ama illaki ağla. Gerçekten. Dene bak. Şöyle çekil kendi köşene, doya doya ağla ve sonra da vur kafayı yat, uyu. Mmm… Tertemiz uyanacaksın. Söz. Tabii canım, illaki aklına gelecek yine ama göz yaşların akıtıp götürecek sessizce derdini kederini, sen farkında bile olmadan. İvit…
Ağlamak güzeldir… İçinde biriktirdiğin hüznü akıtıverirsin gider. Sen sağ o selametle… Rahatlarsın.
Yaralarımızı sarmaya çalıştığımız iyileşme sürecinin bir parçasıdır gözyaşlarımız. Terapi gibi, ayin gibi, seans uygular gibi, görevmiş gibi bizi endişelerimizden uzaklaştıracak olan gözyaşlarımızı bırakmalıyız sorgusuzca, kaygısızca, öylece… Akan burnumuzu silerken, bir bakmışız gülümsüyoruz…
Mutluluk gözyaşları akıtacağın, ruhun ölümsüzlüğünü anlayacağın huzurlu günlere kavuşmandır dileğim güzel okur.
Ayağın suya toprağa, elin yeşile, gözün maviye, gönlün sevene, hayat sevdiğine, ömrün can’ına değsin ‘güzel insan’…
De hayde, kal sağlıcakla ツ
İklim´in Dora´n