Düşüncemizin katlanması mı güzel zalim kaderin yumruklarına, oklarına yoksa diretip bela denizlerine karşı dur, yeter demesi mi? Ölmek; uyumak sadece.
Düşünün ki uyumakla yalnız bitebilir bütün acıları yüreğin, çektiği bütün kahırları insanoğlunun. Uyumak… Ama düş görebilirsin uykuda, bu kötü. Çünkü o ölüm uykularında sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden. Oysa kim dayanabilir zamanın kırbacına, gururun çiğnenmesine, sevginin kepaze edilmesine, kanunların bu kadar yavaş, yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine, kötülere kul olmasına iyi insanın? Bir bıçak sağlayıp göğsüne kurtulmak varken, kim ister bütün bunlara katlanmak?
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek; ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya ürkütmese yüreğini, bilmediğimiz belalara atılmaktansa çektiklerine razı etmese insanı… Bilinç! Öyle korkak ediyor hepimizi. Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar yollarını değiştirip bu yüzden bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Yalnızım nihayet!
Ah, nasıl bir uşak, nasıl aşağılık bir köleyim ben? Utanma da değil miyim şu oyun yüzünden ki sadece bir oyunda bir acının gölgesi yalnız, düşüncenin avucuna alıyor yüreğini. Allak bullak oluyor yüzü gözü bu etkiden. Göz yaşları içinde geçiyor kendinden. Hıçkıran sesi, soluğu ve her haliyle emrine giriyor kafasındakinin. Bir hiç uğruna hem de bütün bunlar!
Yine de ağlıyor. Ne yapmazdı öyleyse, onun içinde olsa benim acımın kaynağının nedeni? Göz yaşlarına boğardı herhalde sahneyi, korkunç çığlıklarla paralardı yürekleri. Suçluyu diriltir suçsuzu afallatırdı. Dondururdu gören gözleri duyan kulakları.
Bense… Ne yapıyorum ben? Ben; uyuşuk, ben; pısırık, aşağılık herif! Bulutlarda sürtüyor, dalga geçiyorum ne yapacağımı bilmeden, ağzımı açmadan, açamadan.
Oysa bir kral vardı ortada! Tacına, tahtına, güzelim canına kahpece, kalleşçe kıyılmış bir kral… Korkağın biri miyim yoksa ben? Alçak diyen biri yok mu bana? Bir tepeleyen yok mu beni? Yok mu biri, sakalımı koparıp yüzüme çalan, yok mu biri gelsin çeksin burnumdan, tıkasın yalanlarımı boğazımdan içeri ciğerlerime? Yok mu bunu yapacak biri, yapsın! Razıyım. Karşı koyamam ki zaten, güvercin yüreklinin biriyim. Ezilmeyi acılaştıran zehir yok ki bende, olsaydı çoktan yedirmez miydim çaylaklara, o köpeğin bağırsaklarına, o kanlı, o iğrenç herifin, o vicdansız, kalleş, çamur ruhlu herifin!
Ey alınmamış kan! Ne zavallı bir eşekmişim ben! Nasıl olur da öldürülmüş sevgili babasının biricik oğlu ben, gökler, cehennemler öç almaya zorlarken beni oturmuş burada gönül avutuyorum kelimelerle, kaldırım yosmaları, aşçı yamakları gibi. Tüh, yazıklar olsun bana! Ey kafam, silin git artık.
Nerede duymuştum?
Birkaç kanlı katil, bir oyun seyrederken tiyatroda öyle ciğerlerine işlemişti ki bir sahne, kalkmış dökmüşler ortaya cinayetlerini, çünkü dili yoktur cinayetin ama birden konuşuverir bir mucize gözüyle. Babamın öldürülmesine benzer bir oyun… Oynatacağım oyunculara, amcamın önünde. Gözüm onda, renk vermesini bekleyeceğim. Bir ürperti olsun gördüm mü yeter bana. Gördüğüm hayalet şeytan da olabilir. Kandırıcı her biçime girebilir çünkü şeytan, olur ya! Kafam bozuk, içim kararmış zaten. Böyle ruhlar tam işine geldiği için kandırıp cehennemine çekebilir beni. Daha sağlam gerçeklere dayanmalıyım. Tiyatroyu bir kapan gibi koyup önüne, kralın vicdanını kıstıracağım içine.
-William S. (Hamlet – Prince of Denmark)