Sevgilim,
Bugün de üzerimde bir hüzün, bir karamsarlık var.
Anlayamıyorum, neden ben böyleyim?
Neden hırslarım yok?
Neden bir hedefe kanalize olamıyorum?
Neden kendimi koyverip gidiyorum?
Neden?
Ne garip, hayali bir sevgiliye konuşmak, içini dökmek…
Neden ben yıllar yılı sevgiden uzak ve mahrum yaşamışım?
Garip huylar baş göstermeye başladı bende.
Tüm olumsuzluklarımı veya hatalarımı,
kendim dışında arar oldum.
Ah Sevdiceğim, sensizlik çok zor.
Senden uzak olmak ne garip!
Bir gariplik kapladı her yerimi, sanki yarın yok olacakmış gibi…
Bazen ne de çok saçmalıyorum öyle değil mi?
Sanki yalnızlığımın, aşksızlığımın,
suçlusu ben değilmişim gibi…
İçimdeki hisleri katran karasıyla yıkayan sanki kim?
İçimi yıkalmayacak duvarlarla ören sanki kim?
Kendimi, ruhumu, ezeli bir mahkûmiyete hapseden sanki kim?
Yalnızım…
Kimsesiz gibiyim…
Ah Sevdiceğim…
Öyle ki, sanki her gün çevremi boğucu bulutlar kaplıyor.
Cezalandırıyorum, kendimden başka her şeyi.
Bugün yine ızdırap dolu bir gündü.
Özlemler…
Kavuşmalar…
Hatıralar…
Adı konmamış kent yaşantılarımız…
Hani, senle akademiyi okuduğumuz o kent…
Adı konmamış bir yaşam, silik bir geçmiş…
Benim varlıkla yokluk arası yaşam serüvenim…
Ah, şu zaman mefhumu, ah…
Ne kadarda kayıtsızız zaman mefhumuna.
Kayıtsızız da, zaman, ne kadar kayıtlı bize?
Hep söz veriyorum kendime, yeni güne başlarken…
Güneşin o eşsiz parlatıcı devinim anlarında…
Üzerimdeki ataleti atacağıma…
Ama, sorun bu mu ki? Ruhsuzluğum muki?
Benim huzursuzluğum, bir “senim” olamayışı…
Benim derbederliğim, sevdiceğimin
olamayışı…