Okuma Ve Yazmanın Terapötik Etkisi

Kaynak belirtilmedi

Birçok okurun ve yazarın “yazmak,okumak iyileştirir” düşüncesinin olduğunun farkındayız.Bu düşünceye sahip olmamızın en büyük sebeplerinden biri yazmanın ve okumanın bize iyi hissettirmesidir.Kötü hissettiğimiz zaman elimizin kaleme,kağıda gitmesi ve kağıdımızla konuşarak içimizi dökmemiz bu düşüncenin bizdeki temelidir.Hissiyatımızdan yola çıktığımız bu düşüncenin derinliğine indiğimizde,onun tarihsel gelişimine bakıp milattan önce bile okumanın bir şifa olduğunu görürüz.Firavun II. Ramses’in kütüphane girişinde yazan “ruh için şifa evi” sloganı dünyanın bilinen en eski kütüphane sloganı olarak kabul edilir.Eğer kütüphaneler ruhlarımız için şifa evleri ise,içinde bulunan kitapların ne tür ilaçlar olabileceklerini,nelere fayda sağlayabileceklerini tahmin edebiliriz.Bu eski sloganın günümüzde dahi bize hitap edebilmesinin sebebi yazmanın ve okumanın iyileştirici hissiyatını milattan önce nasıl hissediyorsak,aynı biçimde hissedebilmemizden kaynaklı gibi görünüyor.Okuma dünyasının evrenselliği de bu hisler ile bir bütün haline geliyor,adeta evrenselliğini ve köklerini kanıtlıyor.

Ramses’in bu sloganından uzun bir süre sonra yazmanın ve okumanın ayrı ayrı etkileri keşfedilmeye başlandı.Bildiğimiz üzere yazmak bir “terapi” haline geldi.On dokuzuncu yüzyılda Benjamin Rush (Amerikada psikoloji biliminin kurucusu) hastaların hem eğlenmesi hem de eğitilmesi için hastanelerde edebiyatın kullanılmasını destekleyerek belki de birçok fikrin temelini oluşturmuştu.Onun bu fikrinden sonra edebiyatın ruh rahatsızlıklarına iyi geldiği anlaşılmış oldu.Şimdi birçok ruhsal rahatsızlıkta doktorların hastalarına düşüncelerini yazmalarını önermesi bu yüzdendir.Hastaların tedavileri sürerken yazı yazarak kendilerine yardımcı olmaları rahatsızlıklarını yenmelerinde yardımcı oldu.Fakat hepimiz biliyoruz ki yazmanın iyileştirici gücünü kullanmak için her zaman bir uzman görüşüne ya da sorun yaşamamıza gerek yoktur,çoğumuz küçükken bir günlük tutmuş ya da en azından denemişizdir.Eğer başarılı olamadıysak bunun en büyük sebebi sadece gün içinde yaptıklarımızı yazarak onu ister istemez bir ajandaya dönüştürmemizdir.Çünkü günlük tutmanın asıl sebebi kişinin kendi ruh halini,his ve düşüncelerini dışa vurmasıdır.Çocuklukta kalmaması gereken ve doğru kullanıldığında terapi etkisi yaratabilecek önemli bir türdür.Estetik ya da beğeni kaygısı yoktur,tıpkı düşüncelerimiz ve hislerimiz gibi.

Ruhsal rahatsızlıkların çoğunun bastırılmış duygular,düşünceler ve travmalardan dolayı ortaya çıktığını düşündüğümüzde ise yazmanın dışa vurum gücüne daha çok saygı duymamız gerekiyor.Doğru kullanıldığı zaman bir günlük ruhen birçok problemi çözmede yardımcı olabilir.

Tabii ki yazmanın iyileştirici gücü sadece ruhsal rahatsızlıklarda işe yaramıyor,1980’li yılların sonlarında James W. Pennebaker (Amerikalı bir sosyal psikolog) bir “yazma terapisi” biçimi geliştiriyor.Bu terapi biçimine ait çalışmasını yaparken bir deney grubuyla çalışıyor ve deney grubuna dört gün boyunca günde on beş dakika yazma kuralı koyuyor.Anlayabileceğiniz üzere aklımızda belirli bir konu yoksa on beş dakika boyunca bir şeyler karalamak ister istemez zor olabilir.Tükenebilir,pes edebilir ya da estetik kaygı endişesi duyabiliriz.Fakat James Pennebaker bunu tahmin etmiş olacak ki,deney grubuna konu bulamazlarsa yazdıkları şeyleri değiştirerek tekrar yazmalarını söylemiştir.Pennebaker’in bu yaklaşımı,deneyde tıpkı günlük tutmamız,düşüncelerimiz,hislerimiz gibi estetik kaygının var olmadığını gösteriyor.Belki de yazma terapisinin temelinde herhangi bir kaygı duymadan düşüncelerimizi açığa vurmak vardır.Yine de işin “sanat” kısmını ayrı bir terapi olduğunu da göz ardı edemeyiz.

Çalışma sonrasında bu terapinin savaş travması mağdurlarına,kanser hastalarına,bağımılılık sorunu olanlara iyi geldiği fark ediliyor.

Böylece anlıyoruz ki ruhsal ya da fiziksel olan birçok hastalığın tedavi sürecinde,hastanın tamamen”bireysel” alanının yazıyla taçlanması onun tedavisine fayda sağlayabiliyor. 

Okumanın bizdeki iyileştirme gücüne baktığımızda ise karşımıza resmen çocukluğumuz çıkmakta.Çünkü bibliyoterapi(kitap okuma terapisi) pedagojide de kullanılan bir terapidir.Bu terapinin derinliğine indiğimizde kitapların sadece öğretimimizin değil eğitimimizin de bir parçası olduğunu anlıyoruz.Kitaplar,çocuklar için sadece ders kitapları veya öğretim kitapları olarak ele alınmamalı.Onların masal kitapları ile dahi birçok sorunu nasıl çözeceklerini anladıklarını unutmamalıyız.Çocukken öğrendiğimiz birçok şey biz fark etmesek bile hikaye kitaplarındandır.Bu yüzden çocuk kitapları eğitici ve öğreticidir.Her masalkitabında mutlaka bir çocuğu geliştirecek kadar iyi bir mesaj vardır çünkü çocuk günlük tutarken ifade gücünü kazandığı gibi okuyarak da kişiliğini kazanır.Konunun “terapi” kısmına geldiğimizde ise çocukların yaşadıkları sorunları kitaplar ile çözdüğünü görürüz.Örneğin zorbalığa uğrayan bir çocuğun zorbalık hakkında okuduğu bir hikaye kitabı mutlaka verdiği mesaj ile onun iç dünyasında çiçekler açtıracaktır.Bu mesaj ve kitaptan aldığı diğer öğretiler ona bir rahatlama hissettirerek sorunu ile nasıl başa çıkacağını öğretecektir.Yetişkinler için de durum tam olarak böyledir.Bu yüzdendir ki birçoğumuz okuduğumuz romanları ister istemez kendi hayatımızda değiştirmek istediğimiz ya da sorun olarak gördüğümüz şeylerin zıddı ile seçme eğilimi gösteriririz.Aşk acısı çeken insanların aşk romanları okumaya yeltenmesi,taşınma sürecindeki arkadaşımızın dünyayı gezen başkaraktere sahip bir roman okuması bu yüzdendir.Sonuca baktığımızda ise bu durum çocuklara da yetişkinlere de fayda sağlar.

Bibliyoterapinin üç aşaması vardır.Birinci aşama tanımlama aşamasıdır.Bu aşamada okuyucu kendini edebi eserdeki karakter ile ya da durumla kendini ilişkilendirir.Böylece kitap karakterinin başından geçenler,okuyucunun da başından geçer.

İkinci aşama arınma aşamasıdır.Okuyucu karakter ile aynı düşünceleri paylaşır.Son aşama ise içgörü aşamasıdır.Bu aşamada okuyucu karakter veya durum ile ilişki kurduğunu fark eder ve kişisel sorunlarını nasıl çözeceğine dair fikir oluşturur.

Bibliyoterapi bize fayda sağlayarak iç dünyamızda birçok sorunu halletmemizi sağlar.

Yazma ve okumanın iyileştirici gücü hakkında herkes böyle düşünmemektedir.Alicia Ostriker(Amerikalı feminist şair) “bir şiir yazarı için olmasa bile okuyucuları için terapötik olabilir” demektedir.Onun bu görüşüne baktığımıza yazma terapisinden değil şiirden bahsettiğini görürüz.Estetik kaygı içeren edebi bir tür olan şiir,ona göre terapötik değildir.Yazımızda bahsettiğimiz terapi yöntemleri estetik kaygı içermeyen yazılara özeldir.Estetik kaygıları olmayan yazıların ne kadar “genel” bağlamda terapötik özelliği kanıtlandıysa,estetik kaygı içeren türlerin terapisi de kişiye özel denebilir.Çünkü bu konuda henüz kanıtlanmış düşünceler,terapi yöntemleri,çalışmalar,deneyler netleşmemiştir.

Bence çoğumuza karalama defteri fazlasıyla iyi gelir fakat şiir defteri daha az bir kitleye iyi gelebilir.Çünkü dünyadaki herkes şair değildir fakat herkes hisseder,düşünür ve dışa vurum arzusu taşır.

Tüm bunlara baktığımızda okumanın ve yazmanın hayatlarımızda bir mola niteliği taşıdıklarını,onlarla dinlendiğimizi ve çoğu zaman onlarla tedavi olduğumuzu anlarız.Ve işin en güzel tarafı okuma ve yazmanın terapötik etkisinin çocukluğumuzda dahi bizimle olması ve yaşlılığımızda da bizimle olacağının belirtisidir.Okumak ve yazmak hayatımız boyunca kaçıp gideceğimiz bir liman olacak.Bazen kendi sorunlarımız ile benzer sorunları gördüğümüz kitaplarla sorunlarımızı çözeceğiz bazen de bambaşka dünyaları ziyaret etmek için kitapları kullanacağız.

En önemlisi,hislerimizi ve düşüncelerimizi herhangi bir kaygı olmadan bir ağacın yapraklarını döküşü gibi kağıda dökeceğiz.

 

Nisan Nur Özkahraman 

Deva Dergisi/Şubat 2025

Nisan Nur Özkahraman
yaşa ve yaşat
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
İçiniz Yanarken Üşüdünüz mü?

İçiniz Yanarken Üşüdünüz mü?

Sonraki
“Mona Lisa Smile” Filmi Üzerinden Genç Kadınların Eğitimi

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.