Okumayı sevmediğimiz gibi yazmayı da sevmiyoruz.
Hâlbuki bi yazabilsek, bilmediğimiz, tecrübe etmediğimiz dünyalarda ne olup bittiğinin tadına bir varabilsek; sanırım sonrası hastalık hâline gelir.
Gerçi, yazamıyoruz; yazım kurallarından bihaberiz.
Doğru düzgün kelimeleri, yerli yerinde kullanmıyoruz. Daha doğrusu, yazım kurallarını bilmiyoruz.
Noktalı virgül nerede kullanılır, üç nokta nasıl kullanılmalı, yazının anlamını kuvvetlendirmek için noktalama işaretlerinin bir kuyumcu hassasiyetinde kullanılması gerekir.
Sanki yazamıyoruz da konuşabiliyor muyuz? Konuştuğumuz da pek söylenemez. Çünkü, sözcüklerin anlamlarını bilmiyoruz. Yanlış yerde, yanlış kavramlar kullanıyoruz. Sözcüklerin telaffuzlarını da çok iyi yaptığımız söylenemez.
Doğal olarak yazma ve okuma eylemi ile haşır neşir olunmayınca; mânâ âleminde gezinmek, yaşanmamışı yaşamak, duygu denizinden nasiplenmek adına, eksikli kalıyoruz.
Sanki, memleketimizde okumak eylemi zül olarak algılanmakta. Çocuklara hadi bir şey oku dediğiniz vakit, çocuk, suratınıza “sen ne diyorsun” gibilerden bakmakta.
Yazmadığımız için nasıl okuma yapılır, onu da kestirememekteyiz. Bunun da biraz okullarda okuma zevkinin kazandırılamamasında olduğunu, konunun tartışıldığı ortamlarda papağan gibi zikretmekteyiz. İnsanlarımızı, kaliteli metinlerle okul çağında muhatap tutmamışız ki.
——————–/——————-
Uzun süredir kafamı kurcalayan bir husus var…
Yazılan yazıların formatları hususunda…
Acaba, bir yazının niteliğini ve okunabilirliğini onun uzunluğu mu belirler?
Değerli okuyucular, sizlerde de ara sıra şu duygu durumu hâsıl oluyor mu:?
Gerçekten de ben bu sıralar, “uzun yazılardan” haz etmez oldum.
Evet, gerçekten de kendi yazdığım uzun yazıların bile bazen sıkıcı olduğuna hükmediyorum!
Bilmiyorum ama, uzun yazılar hususunda, acaba bizlerde bir takıntı mı var?
Nerede okuduğumu hatırlamıyorum. İnsanların, yazının uzun yazılması veya olması doğrultusunda bir takıntıları olduğu…
Vallahi ben, kısa ve öz yazan yazarlara “hayranım”!
Elimden geldiğince kısa ve öz yazmaya çabalıyorum, bazen başarılı oluyorum ama bazen sanki ölçüyü kaçırıyorum. Bilmiyorum ama, yazma üslûbumu değiştirmek için çok uğraşıyorum.
Kısa yazarak, hem okuyanı çok fazla sıkmak istemiyorum hem de zaman denen çok kıymetli olgunun hakkını vermek istiyorum…
Dediğim gibi, kısa ve öz yazan kişilerin bu “maharetine” hayranım, ne güzel yaklaşık 150 karakterle meramını veya düşüncelerini, hedef kitlesine ulaştırmakta.
Ne dersiniz?
Sizde de bu yönde bir duygu durumu hâsıl oldu mu sevgili okuyucular? Tabii ki “akademik” seviyedeki yazılar konumuz dışındadır.
Nitelik mi?
Nicelik mi?