Hayatta bazı anlarımız vardır ki, bunları hemen hemen hepimiz yaşamışızdır.
Ben bu anları “çarpışma anı” olarak adlandırıyorum, böyle adlandırıyorum çünkü gerçek bir çarpışmanın olduğuna inanmaktayım. Gerçeklerin ve aydınlanmanın çarpışması gerçekleşir bu anlarda aslında, bunu bakınca yaşayınca görür herkes, hepimizde görmüşüzdür eminim.
Şöyle düşünelim hatta istersek o ana dönmek adına, bu paragrafı okuduktan hemen sonra gözlerimize de izin verelim kapansınlar. Zihnimiz canlandırsın tekrar o anlarımızı ve bir bakalım ağır çekimde. Gerçekten öyle mi olmuştu.
Peki o an diye bahsettiğim anlar nelerdir?
Hemen bahsediyorum, düşünelim her birimizin ki farklıdır. Nasıl farklıdır ona da bir açıklık getireyim hemen, ufacık bir parantez; bu anları yaşadığımız kişiler veya toplumlar tabi ki hep aynı değildir, hatta bazen bir kaç tanesini birden de yaşamış olanlarımız olmuştur. Bu hayatımızın bir parçası aslında, zaman zaman çıkar karşımıza ve herkeste farklı bir etki yaratır.
Yeter artık neyden bahsettiğine gel! Dediğinizi biliyorum, hak da veriyorum ve hemen geçiyorum bu yazının konusunu oluşturan asıl meselemize.
Efendim hani olur ya, çok mutluyuzdur ama bir yandan da bazı sorunlar, memnun olmadığımız, bir gün su yüzüne çıkacağını ve karşımıza geleceğini çok iyi bildiğimiz bu sorunları gittiği yere kadar idare ederiz
Görmüyor gibi davranırız ama, aslında kandırdığımız kişi yine kendimizdir. Kendimizi kandırırız, başkasına gerek kalmadan. Şöyle deriz mesela “ben işimden memnunum olsun, her şeye rağmen benim işim, işim var” deriz ama bir yandan da içimizde bir kıpırtı hatta, daha doğru bir tabirle “kıvranma” olur ama idare ederiz, “şimdi bir dur” diyerek bastırırız bu kıvranmayı ama, biz bastırdıkça o güçlenir ,kuvvetlenir, hatta dile gelir bir müddet sonra ve artık kıvranma değil sancıya dönüşür, kalbe doğru da yürür.
İşte! tam da konumuza denk gelen kısma geçiş yapmaktayız. Ben buna “olgunluk dönemi” diyorum.
Artık bir kıvılcımı bekler gün yüzüne çıkmak için, kıvılcım diye bahsediyorum fakat, bu çoğumuzda daha şiddetli hissedilir. Yaşadığımız ortama, büyüdüğümüz eve ve hislerimizi ne denli yoğun yaşıyoruz, ne kadar hassas bir ruha sahibiz tüm bunlara göre değişiklik gösterir. Belki kıvılcım olur, belki yıldırım düşer.
Ne olur sonra peki? en son kalbe doğru yürüyordu.
Ne olur söyleyeyim, siz de bir bakın doğru mu dedim, öyle mi oluyor gerçekten.
Bu sancının tam kalbe doğru yürüdüğü zamanlarda bir kıvılcım parlar. İş yerini o zamana dek belki de sadece bir arkadaşımız çekilir kılmıştır, hiç fark etmeden bağlanmışızdır ona, baya yakın hissedersin onu kendine, seninle aynı hisleri yaşıyor aynı sıkıntıları çekiyor sanılır. Hatta bir çok fedakarlık yaparız çünkü, benim yerimde olsa o da aynını yapar diye düşünürüz ağır yüklerin altına bile gireriz. Sonra bir bakarız aslı öyle değilmiş hiç, yanımda sandığım ipimi çekenlerdenmiş, ufacık bir iyilik bile yapmamış, hiç iyiliği değmemiş ki bana…
Aile nedir, ya da asıl soru ne olmalı, nasıl olmalı, ailesi olan bir insan nasıl hissetmeli?
Çoğu zaman deriz ki, mutlu olmalı, şanslı olduğunu hissetmeli. Aslında benim penceremde de öyle aile ya, dünyadaki en iyi en güzel şey olmalı.
Ama ne yazık ki her zaman öyle değil, aile her birimiz için aynı olgu ve anlama sahip olmayabilir. Ben ise bugün bu yazıyı genel kanıyı baz alarak seçtiğim argümanlarla yazacağım.
Mutluyuzdur. mutluyum iyiyim ya şükür, diye telkin ederiz kendimizi ve öyleyizdir de , her şey yolunda gidiyordur ta ki, bir şeyleri doğru yapmayana kadar. Buradaki doğrudan kastım, toplum tarafından doğru kabul edilen yargılar. Örneğin maaşlı, güzel, biraz da kariyer yapmış olduğumuz işi bırakmak. Sadece bir iş öyle değil mi, mutlu değil isek eğer ne farkı var sirklerde zorla, zulümle çalıştırılan, ayakları zincirlere bağlanmış fillerden? İşte, gayet makul bir sebep. Bu sebepte ele alınır ve tabi ki koşarak aileye bahsedilir. Sonucu biliyoruz değil mi hepimiz çokta bahsetmeyeceğim çünkü zihnimizde canlandı sanıyorum.
O tepki, o tepkiler, yargılamalar ve bizim hayallerimizin önemsiz olduğunu düşünmeleri, hayatımızın tıkırında gittiğini pervasızca dile getirmeleri. Bunlar, bu yazının başından beri anlatmaya çalıştığım her bir olay tetikleyicidir. Ve artık, yazının en başında adlandırmış olduğum “çarpışma anı” gerçekleşir.
Çarpışma anı oldukça kısa sürer ve olay çok hızlı gelişir, tıpkı savaş anındaki kargaşanın içinde kalmış biri gibi. Her şey hızlıdır ama şaşkınlık o denli yüksektir ki, hatta şoka girilmiş olması muhtemeldir, kişi filmlerde gördüğümüz ağır çekim sahneler gibi her detayı görür ve fark eder. O güne dek yaşanılan tüm zorluklar, tüm badireler, sıkıntısından kurtulmak adına dile getirdiği her kelimede aldığı tepkiler ve hissettikleri bir bir gözünün önünde canlanır.
Çarpışma anının hemen ardından hani bahsetmiştim demiştim ki, her birimizde farklı bir etki bırakabilir. Bu etkilerden;
Kişi sinir krizi yaşayabilir, bir duygu boşalımı söz konusu olabilir veya en makbulü bir aydınlanma yaşayabilir ve kendini hemen toparlayıp, sadece kendi için yaşamaya başlar. Müthiş bir enerji ile doludur artık, yapmak istediği ne varsa tüm dakikalarını harcar. Vücudu ise öyle tuhaftır ki hiç yorulmaz, hadi der daha yapacağımız çok iş var, açığı kapatmalıyız.
Kendi kendine yetmenin verdiği o harika duygular tüm yaşam tarzınızı değiştirmeye de olanak sağlar ve, artık hayallerini gerçekleştirebilmek adına adımlar atmış, hatta koşarak yolu yarılamış biri olduğunu görür. En zevkli kısmı ise hayattan lezzet almaya başlanır.
OH BE! hayat varmış…