Müzik bir ihtiyaçtır. Nasıl ki vücudumuz biyolojik olarak beslenmeye ihtiyaç duyar, ruhumuzun da beslenmesi için müziğe ihtiyacı vardır. Müzik bir nevi ruhumuzun dili, içimize sığmayan coşkularımızın dışavurumudur. Bazen de yüreğimizden söküp atmak istediğimiz acılarımızın, dertlerimizin eriye eriye süzülüp masmavi gökyüzüne damlamasıdır. Sevincimize, acımıza, umudumuza kısacası hissettiğimiz bütün duygularımıza müzik eşlik eder. Yanı başımızdaki bir dost gibi kulağımıza fısıldar duymak istediklerimizi.
Sonra da yüzümüze haykırır, yüreğimize işler bütün ezgiler. Her insan dinlediği müzikte kendinden bir şeyler bulur. Misal türkü dinleyen biri özlem duygusunu daha derinden hissederken diğeri aynı türküde bir umut kırıntısının peşinden sürüklenir gider adeta. Mesela Selda Bağcan dinlersiniz, protest bir kişiliğe bürünürsünüz. Fazıl Say dinlersiniz, bestelerinin içinde Cemal Süreya, Turgut Uyar, Metin Altıok, Aziz Nesin bulursunuz. Klasik müzik tarihinden bir su gibi akıp giden Mozart’ı dinlersiniz, bilimin de desteklediği “Mozart Etkisini” tüm hücrelerinizde hissedersiniz.
İnsan, bir terapi seansı gibi gelen müziği hiç yaşamdan ayrı düşünebilir mi? Elbette düşünemez. Anadolu’nun sıcacık bağrından Kutup Bölgesi’nde yaşayan Eskimolara kadar uzanır müziğin mistik kokusu. Sarmaş dolaştır yaşamla müzik. Bir yolculuk yaparken, evde, işte, okulda yani hayatımızın her alanına nüfuz etmiştir müzik. Peki müzik bu kadar evrensel iken okulda gördüğümüz müzik eğitimi bu evrenselliğin içinde neredeyse kaybolmuş bir nokta gibi değil mi sizce de? Bana sorarsanız acılarımızın ağrı kesicisi, mutluluğumuzun nazar boncuğu olan müzik, eğitimdeki yerini “boş ders” kavramına bırakıyor.
Zaten müzik eğitimini sadece bir ders saatiyle sınırlamak da yanlış diye düşünüyorum. Müzik, her branşta kullanılabilecek esnek bir yapıya sahiptir. Hatta öğrencilerin derste daha verimli olması, dersi ilgiyle dinlemesi ve bilgilerinin kalıcı olmasını sağlamak için müziği kaçınılmaz bir ders materyali olarak bile düşünebiliriz. Çünkü öğretmen, dersi monotonluk ve sıradanlıktan kurtarıp yeni bir soluk kazandırır anlatımına. Müzikle iç içe büyüyen çocukların bilişsel, duyuşsal ve psikomotor becerileri de gelişir. Öğrencilerimiz toplumun birer ferdi olarak bir olaya, duruma, düşünceye körü körüne bağlanmaktan ziyade farklı bakış açıları edinirler. Bizler de birer öğretmen olarak branşımız ne olursa olsun (müzik her kılığa bürünebilir. Yeter ki öğretmen doğru kostümü seçebilsin.) müziğin gizemli anahtarını öğrencilerimizin avuçlarına bırakmalıyız.
Kana kana su içer gibi, bir nefes gibi çekelim içimize müziğin büyüsünü. Sonra da nabzımızı yoklasın bu büyü. Ve büyülensin tüm dünya bu nabız atışının ezgisiyle.