Bu yılın başında Emre Kongar hocamız, “Obscuratism-Bilmesinlercilik” başlıklı çok güzel bir yazı yazmıştı.
Kısaca, bu kavramın ne demek olduğuna bakarsak:
-Gericilik, bilgisizlik taraftarlığı, örümcek kafalılık, özgür düşünce karşıtlığı, belirsizlik, anlaşılmaz olma durumu, gelişme ve entelektüel ilerleme karşıtlığı…
Şurası bir gerçek… Demokrasinin “erdemine” inanmayan, demokratik refleksleri ve teamülleri içlerine sindirememiş siyasetçiler, yönettikleri ülkede vatandaşların olan-bitenin sadece bilinmesi gerektiği kadarına vakıf olmalarını isterler.
Özellikle, bir ülkede demokrasiye ve hukuka olan inançla ve güven düşmüşse, insanlar en doğal gereksinimlerini karşılamakta zorlanıyorlarsa, iktidar ve çevresiyle çıkar/baskı grupları ülkenin kaymağını tüketerek palazlanıyorsa…
Kısaca, o ülkede artık insanların homurdanmaları had safhada seyrediyorsa, politikacılar, halkın daha fazla galeyana gelmemesi için, yukarıda ifade ettiğim gibi, dezenformasyon tekniklerine başvurabilirler. Kamuoyuna açık haberlerde olsun, yayın-yayımlarda olsun; kaynaktan alıcıya gidecek “mesajlar” filtrelenerek veya uygulanabilecek “psikolojik harekât” diyebileceğimiz metotlarla “bilinmesi” istendiği kadarıyla ulaştırılır.
Yine bu bağlamda…
“Gözbağcılık” diyebileceğimiz siyasal söylemlerle de halk yığınları, uyutulur ya da gerçekler perdelenerek yansıtılır.
Bence…
Bir ülkede en büyük talihsizlik, gaflet ve delalet içinde olma durumu, işte bu çapsız ve ilkesiz siyasetçilerin işbaşına gelerek, toplumu “uyutmalarıdır”!
—–/—–
Bu bağlamda, bu tip siyasetçiler olsun, çıkar grupları olsun, negatif halkla ilişkiler tekniklerini ortaya sürerek, toplumun doğru bilgilenme hakkına bir bakıma tırpan vurmuş olurlar.
Dikkat ederseniz…
Popülist siyasetçilerin kaybolan popülaritelerini tekrar kazanmak adına, inişe geçen güven ve kredibilitelerini yükseltmek adına, bu bahsettiğim psikolojik taktiklere başvurabilecekleri ileri sürülebilir.
Yine bu değerlendirmeden yola çıkarak…
Şunu ifade edebiliriz:
Bu bilmesinlercilik, gözbağcılık, siyasetçilerin, kendi siyasal hırs, ikbal ve ihtirasları adına ülkelerini bir bilinmezliğe, bir karanlığa sürükledikleri süreçlerde/dönemlerde daha ön plana çıkabilmektedir.
Son dönemlerde, takip edebildiğiniz gibi, Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda aşırı sağ akımlar güç kazanmakta. Uluslararası ilişkiler ile sürdürülen politikalar, daha çok iç kamuoyuna şirin gözükmek adına, devlet terbiyesinden ve ciddiyetinden arındırılarak devam ettirilmekte.
Mesela…
Türkiye’nin bu son “Barış Pınarı Harekâtı”nda da müttefik veya dost diyebileceğimiz ülkelerin tutumlarını, hep birlikte üzülerek ve aslında şaşırmamız gereken boyutta takip ettik.
Özellikle, Almanya ve Fransa’nın ülkemizin haklı operasyonuna yönelik, kabul edilemeyecek tavırlar almaları, ülkemizin biricik ordusunu “işgal ordusu” diye yaftalaması…
Bunların hepsi, iç kamuoyunun olanbitenden bihaber bırakılmasıdır. Yükselen ırkçılık ve popülizm ile birlikte İslam düşmanlığı, bu çok uygar ülkeleri de sürdürdükleri uluslararası ilişkilerde bir “bilmesinlerciliğe” veya “gözbağcılığa” yöneltebilmekte!
Ha bir de bu aralar çok popüler olan “post-truth” meselesi var!
İşte tüm bu kara propaganda ve negatif halkla ilişkiler metotları, toplumlara bilmeleri gerekeni bilebilecekleri kadar aktarma yollarıdır.
Gerçekten de bu üç kavram üzerinde durmamız/durulması gereken hususlardır. Hele içinde bulunduğumuz teknoloji çağı, insanların algılarını manipüle etmede bulunmaz fırsatlar ve olanaklar sunmakta.