Sanırım orta sondaydım. Her ergen gibi ben de öğretmenlerimden birine büyük bir hayranlık besliyordum. Hayır ama; kesinlikle aşk değildi bu. Hayranlıktı işte. Aşk bende daha sonra uyanan bir duygu olacaktı. Yine bir öğretmene karşı platonik hisler besleyecektim. Fakat henüz onun sırası gelmemişti.
Tahsin Hoca, genellikle anlayışlı ve sakindi. Fakat kızdığı zaman da gözü hiçbir şey görmezdi. Kararlı, kendine güvenen halleri ile etkileyici gelirdi bana. Bir baba gibiydi. Güven verirdi. Galiba o sıralar en çok ihtiyaç duyduğum şey güvendi.
Ne yazık ki, o günlerde okulda küçük bir oyun başlatmıştım. Öğretmenlerin soyadını komik olacak bir şekilde değiştiriyordum. Mesela öğretmenin soyadı “Yüksel” mi; ben onun soyadını “Alçal” koyuyordum. Etraf, Mustafa Yüksel yerine Mustafa Alçal; Vicdan Yerli yerine Vicdan Ecnebi gibi isimlerle inliyor ve bu durum nedense biz on iki yaş ergenlerine çok komik geliyordu. Bu oyunda Tahsin Hoca’nın payına düşen soyadı ise, diğerlerinde olduğu gibi gerçek soyada kafiye sağlayacak şekilde, “Tekerlek” idi. Yalnız ben o zamanlar tekerlek kelimesinin derin anlamları üzerinde pek de bilgi sahibi değildim. Freddy Mercury’nin “Bicycle” şarkısını bile öylesine dinliyordum!
Bir gün Tahsin Hoca sınıfa girip, “Günaydın Çocuklar” dediğinde, Şehmuz adlı haylaz bir çocuk; “Günaydın, Tekerlek Bey” deyince, bütün öğretmenleri kapsayan bu oyunum kötü bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Sınıfın en çalışkanı disiplinlik olmuştu işte. Ama en kötüsü, hayranlık duyduğum Tahsin Öğretmen’im benden yüz çevirmişti. Uzun süre benimle konuşmadı. Çok üzülüyordum. Hele yılbaşı kutlamasında bile yüzüme bakmadı ya, nasıl koydu o bana! Okuldaki partide o ve iki yabancı öğretmen konuşurlarken gözüm ona kaydı. En şirin gülümsememi takındım. Ama o, yüzünü çevirip o sarışın, çilli, Amerikalı öğretmenle derin bir sohbete daldı. Sonradan affetti beni. Aramız yine iyi oldu. Ama ben nedense o sahneyi ve o sarışın, çilli, Amerikalı kadını hiç unutamadım: Ms. Constable
…
Üniversitede sol görüşlü ve görüşü için her şeyi yapabilecek bir genç kızdım. Afişler mi asmadım; toplantılara mı katılmadım; yürüyüşler mi yapmadım; kavgalar sonrası hastanelerden yaralı öğrenciler mi kaçırmadım!
Onunla bu eylemler sırasında tanıştım. İlk görüşte aşık olmamıştım. Ama ilk görüşümde ona aşık olabileceğimi hissetmiştim. Mavi gözleri, beyaz teni, güçlü bedeni ile dikkat çekici bir erkekti. Kırmızı beyaz bir gömleğin üstüne lacivert bir ceket giymişti. Asıl etkileyici olan yanı ise kararlılığı ve gözüpekliği idi . Kısa sürede müritlerinden(!) olmuştum. Ve işte bu sefer aşıktım; evet!
Zamanla hareketin etkili isimlerinden biri haline geldim. Yazıp çiziyor, eylemlere katılıyor, yeri geliyor göz altına alınıyordum. Umurumda değildi. Onunla yan yana olmak, onunla beraber mücadele etmek her şeyden önemli olmuştu benim için!
Fakat ona istediğim şekilde yaklaşamıyordum. Sol gruplarda böyle tuhaf kurallar vardı. Herkes bacı-gardaş muhabbeti yapıyordu. Hal böyleyken, ben bu adama aşkımı nasıl açıklayabilirdim?
Oysa çok kısa bir süre sonra öğrenecektim asıl meselenin sol muhabbet olmadığını. Öğrenecektim onun aslında ta liseden beri, kendisinden yirmi yaş büyük öğretmeniyle aşk yaşadığını. Bütün engellemelere, karşı çıkışlara rağmen ondan vazgeçemediğini, aslında herkesin bunu bildiğini, durumumu fark eden birkaç arkadaşın hal ve vaziyeti benden saklamak için kırk takla attıklarını öğrenecektim. Ben kendi çapımda hayaller kurarken, onun aslında bambaşka bir dünyada, bambaşka umutlarla yaşadığını öğrenecektim.
Hatta bir gün bunun nasıl vazgeçilmez bir tutku olduğunu kendi gözlerimle bile görecektim. Herkesin bir eylem için dışarıda olduğu; önemli bir belgeyi almak için dernek merkezine anahtarla girdiğim ve onunla sarışın, çilli, Amerikalı Ms. Constable’ı bastığım gün!