Çok ilginç.
Tam vazgeçmek isterken, hatta baya baya da niyetlenmişken bu vazgeçişe, icraata da zihnimde dökmüşken ve bazı düşüncelerimi sıfır noktasına geri döndürmüşken.
Neden oldu?
Neden oluyor bu tarz vazgeçişten vazgeçişler?
Neden görülüyor bazı rüyalar?
Yapmak istediğim şey yanlış bir şey mi yoksa?
Anlamıyorum!
Bu kez sahiden anlamıyorum!
Olmuyor, olduğuna da bir süredir denk gelmiyorum, tam vazgeçiyorum, sinir katsayım hiç olmadığı kadar artıyor ve insanların sahteliği ile yeniden yüzleşiyorum ama birden bir bakıyorum, yüzünü bile göremediğim bir insan benim kollarımda, beni de deli gibi seviyor, hatta ben de delicesine onu seviyorum, sıkıca sarıyoruz birbirimizi, sanki sonmuş gibi, sonra uyanıyorum, sabah olmuş. Rüyaymış.
Hiç uyanmak istemediğim kadar güzel bir rüyaymış üstelik, peki ben neden gördüm bu rüyayı?
Yahu ben vazgeçmişim değil mi?
Vazgeçmişim ben!
Neden tekrar umutlanmam gerekiyor, neden?
Olmayacak, bariz bu, olmayacak çünkü ben oldurmayacağım.
Kaçacağım diyorum, insanlardan tiksiniyorum, sonra ne oluyor, ne değişiyor, nerede yanılıyorum ben ve bu denli büyük umut vadeden bir rüyayı görüveriyorum birden?
Bazen kendimi anlamadığımı düşünüyorum ya da gereğinden erken davranıyorum.
Gözden çıkarabildiğim her şeyin bana geri dönmesiyle sınanıyorum, yetmiyor haklı iken suçlu ilan ediliyor ve üstüne üstlük bencil bireylerce ama harbiden sebepsizce, cidden gereksizce, sahiden yoktna yere kınanıyorum, sonra yine tepem atıyoru, tam vazgeçiyorum insanlardan ve yine o oluyor, devamında başa dönüp şapşallıkla gülümsüyorum. Hay aptal ben!
Geçmişimin izlerini kızgın ateşlerle kavurup geleceğe dair alınan notların üzerine kopkoyu renkte çizgiler çekiyorum, kurtuldum diyorum ve sonra, yine o oluyor, asla kaçamayacağım bir an, gözlerim kapalı zihnim yarı çalışır haldeyken yeniden yakalanıyorum, şaka gibi.
Ve ben ise anlayamıyorum bu şakanın nedenini.
Bilmiyorum, belki de anlıyorum ama anlamak işime gelmediği için inkâr ediyorum düşüncelerimi, sadece yoruldum tamam mı?
Kendime kızmaktan, kendime susmaktan, kendime yalan söylemekten çok yoruldum artık.
Tamam bazı şeyler, sandığım kadar zor değil belki ama sandığım kadar yakın da değil aynı zamanda.
Uzakta, belki de ufukta.
Orada veya şurada ya da burada, her neredeyse nerede!
Sanki çok umrumda!
Umrumda olmamalı da!
Sonuçta benle değil, hatta şu satırları yazdığım sırada aklımda bile değil ama en kötüsü kalbim de değil. Olmayan biri çünkü, yüzünü bile görmediğim biri, hiçkimse ama aynı zamanda her şey.
Yine de kalbimin umrunda değil.
Kalbim aşka küsmüş benim, sevgilere küsmüş benim masum kalbim ve doğrusu ben de o zalim salıncaktan sıkça düşen çocuklardan biriyim.
O yüzden görüyorum belki görmem gereken şeyleri, çocuğum ya ben, umutlarımı kaybetmemem gerektiği için görmem gerekiyordur belki malum rüyaları ya da serapları, kısaca “O” nu, belki de o, o yüzden bana daha bir yakındı?
Önce rüya, sonra o, sonra bu satırlar. Sırayla geliyorlar, sakince ve süratle, bu gidişle saatler ilerlediğinde daha da kafaya takar olacağım desenize. Gereğinden uzun süren gecelere bir yenisi daha eklenecek, kim bilir, sabah da edilebilir, yüksek bir ihtimal de edilir. Tanırım beni, sever uykuya ayrılacak süreyi bir güzel ziyan etmeyi.
Anlamıyorum evet. Yine de bazı satır araları daha berrak, anladığım bir şey var.
O da malum konuda ne kadar net olursam olayım, ben de henüz bazı tellerin kopmaması gerekiyor, o yüzden çarpıp çıktığım evin içerisine yine yarı baygın atılıyorum, kapı da üzerime bir güzel kilitleniyor.
Demek ki benim bir süre daha bu kafadan çıkmamam gerekiyor. Zira ne kadar denersem deneyeyim, gerisin geri itiliyorsam, o da yetmezmiş gibi kapı üzerime kilitleniyorsa, orada kalmam gerektiği içindir değil mi?
Yoksa bir insan neden kendi düşünceleri tarafından ihanete uğratılsın ki?
Üstelik mantık ve kalp bile ortak bir çizgide buluşmuşken, bu keskin virajı boşu boşuna kaçıramazdık şayet kaçırmamız, gerçekten de gerekiyor olmasaydı.
Yine de umutlarımın yeşerdiğini sanmayın, bu kez harbiden soğudum ve kaskatı kesildi ellerim, buz tuttu yüzüm, neden bir daha aynı kırıklıkları yaşatayım, bir şekilde dayanmaya çalışan kalbime?
Neden düştüğüm salıncağa yeniden çıkayım?
Ama beni ayaklarım bu parka yine getirdi bakın!
Demek ki ben sandığım kadar şanssız ya da bahtsız değilim, var benim de bir bekleyenim/beklediğim/beklettiğim, belki de henüz yüzünü bile görmemişken beklettiğim.
O halde dizlerim kanayana kadar salıncaktan düşmeye, kaydıraktan ters kaymaya, aletler tarafından tarumar edilmeye, kısaca sevme meselelerinde yine çocuk olmaya, devam edeceğim.
Ta ki acılar, artık acı vermeyene kadar.
Peki akıllarda tek soru; Bu yolun sonunda ne olacak?
Ben söyleyeyim.
Ya şuurum ya yalnızlığım ya da ömrüm bitecek. Tabi bunlar benim perspektifimdeki ihtimaller, belki de çok daha başka bir şey olacak, orasını bilemem, gidiyorum ben, salıncağa yetişmeliyim!