NOTRE DAME’IN KAMBURU

Kaynak belirtilmedi

   Merhaba bu yazımda biraz Notre Dame kilisesi’nin tarih içerisindeki durumundan, biraz da Hugo’nun ünlü kitabı Notre Dame’ın Kamburu ve onun yakın zamanda izlediğim Türkçe tiyatro uyarlamasından bahsedeceğim. Öncelikle tarihsel olaraak Notre Dame’dan bahsedeyim..

   Fransa’nın başkenti Paris’te yer alan, Hristiyanlık tarihinin en önemli yapılarından biri Notre-Dame Katedrali. Meryem Ana’ya hitap edilen katedralin adı, Türkçe’de “Hanımefendimiz” anlamına geliyor. Notre-Dame, Paris’teki Seine Nehri’nin kıyısındaki Ille de la Cite adlı küçük bir ada üzerine inşa edildi. Ortaçağ Gotik mimarisinin eşsiz bir örneği kabul edilen katedralin yapımı, 1163 yılında Kral VII. Louis döneminde başladı ve 1345’te tamamlandı. Yapımı yaklaşık 182 yıl sürdü yani. Yapı, Fransız Devrimi sırasında 1790’larda ciddi hasar gördü ve ihmal edildi. Ta ki Victor Hugo, dünya edebiyat tarihine damga vuran Notre Dame’ın Kamburu’nu kaleme alana kadar. Fransa edebiyatının en önemli isimlerinden Victor Hugo, Notre Dame Katedrali’ni merkeze alarak 1831 yılında yazdığı Notre Dame’ın Kamburu ile dikkatleri yeniden yapıya çevirdi ve 1864 yılında 23 yıl sürecek bir restorasyon sürecine girildi. Ünlü roman daha sonra müzikallere ve filmlere konu oldu.

   Maalesef bu güzel ve tarihi değerini koruyan yapı 2019 yılında çıkan yangında ciddi bir hasar gördü ve henüz restorasyon süreci bitmedi fakat tüm dünyadan insanların yardım etmek için ciddi bir bağışta bulunduğu da bir gerçek. Ayrıca Notre Dame yanıyor diye bu konuya dikkat toplayan bir film de çekildi. Umarım özgün halini koruyan o eşsiz yapıyı yeniden görebiliriz. Diğer konulara geçmeden buraya edebiyatımızdan da çok sevdiğim Nazım Hikmet’in dizelerini bırakmak istiyorum:

“Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli
incecikten bir yağmurla karışarak.”

 

   Şimdi biraz kitaptan ve tiyatrodan bahsetmek istiyorum. Öncelikle üstte belirttiğim gibi bu kitap yayınlandığında kiliselere güvenin azaldığı bir dönem hakimdi ve bu kitap adeta devrim niteliğinde bir etki yaratmıştı, kiliseyi dönüşü desteklediği söylenir. Ayrıca konuların işleniş şekli, hikaye akışıyla birlikte verilen mekan unsurları o zamanın Paris’ini çıplak bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu sadece farklı türden bir aşk hikayesi değildir tarihsel, sosyal ve kültürel anlamda derin iler de taşır. Ayrıca inanç kavramı üzerine ciddi bir eğilim söz konusudur. Bir yandan Quasimodo’nun çirkinliğiyle tezat oluşturan Esmeralda’nın güelliğini hayal etmek bir yandan bağlılık, özgürlük,sevgi gibi kavramları sorgulamak, bir yandan yolunu kaybetmiş din adamı Frollo’nun hikaye boyunca yaptığı ve Tanrı’ya hizmet olarak adlandırdığı yanılgıyı okumak farklı pencereler açıyor bize. Kitabın sayfalarını çevirirken sanki o gotik ama seni içine kendini çeken yapının içinde adım atıyorsun, motifleri görüyorsun, az ileride Meryem Ana heykeli var.. İçinde kaybolduğun bir atmosfer.

    Biraz da yakın zamanda gittiğim ve dekorlara verilen özene hayran kaldığım müzikalden bahsetmek istiyorum. Her zaman Paris’e gtimeyi hayal etmiş ve o sokak kültürünü merak etmiş biri olarak orijinalini e bir gün izlemeyi umut ediyorum. Beni en çok Frollo’nun sahne aldığı ve şarkı söylediği kısımlar etkiledi, ki birçok kişiyi de orijinalinde etkilediği bilinen bir gerçek.  Tu vas me detruire parçasının Türkçe uyarlamasını  çok beğendim.  (Beni Yok Etme) İnsanın saplantılarının ve karanlık tarafa kayışının ne tür sonuçlar doğurabileceğini, zalimlik, pişmanlık ve inandığı her şey adına yıkım olarak gördüğü bir aşkı kendi elleriyle mahvedişini izlemek içimdeki duyguları baştan sona etkiledi, çokça alt metin içeren ve ders alınması gereken kısımlardı. 

   Bu güzel eseri bizlerle buluşturduğuu ve o zamanın gözünden Paris’te aşk, kilise ve ölüm arasında gelip giden bu dramatik hikayeyi bizlerle buluşturduğu için Victor Hugo’ya bir kere daha teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca bu öyküyü izlemek isteyenler için oldukça eski ama bir o kadar da kaliteli 1939 yapımı güzel bir film olduğunu da belirtmek istiyorum.  Yine Notre Dame’ın Kamburu isimli bu filmi merak ediyorsanız izleyebilirsiniz. 

   Buraya da çok sevdiğim bir performanstan link bırakmak istiyorum, benim tüm müzikalde en sevdiğim parça bu olduğu ve güçlü duyguları yansıttığı için dinlemeyi seviyorum. Siz de bir şans verirsiniz umarım, okuduğunuz için teşekkürler..

 

 

 

 

 

 

 

 

Dilanur Selin Özcan
Kendi çapında bir şeyler yazan ve bunları sizlerle paylaşan bir tıp fakültesi öğrencisiyim. Kimi zaman içimde kalan duygulardan, kimi zaman hoşuma giden film, dizi ve kitaplardan bahsedeceğim bloğuma hoş geldiniz:) Yorumlarınızı ve önerilerinizi bekliyorum.
Önceki
Ah Bu Yeni Kelimelerin Anlamları..
Sonraki
Korsanlığın Ekonomisi

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.