Gözyaşlarıma hakim olamıyordum ki, canımın nasıl yandığını anlatamıyorum, öylece tavanı izliyorum işte.
Bu cani ve anlayışsız insanlardan bir anlığına kaçmıştım. Denizin ortasında fırtınalar, suyun altındaki canlılardan ayrıca kapkara bulutlardan başka kimse yoktu yanımda. Bilmiyorum ne kadar ağladığımı, gözlerim kan çanağı olmuştur belki: acıyor, yanıyor, kapanmıyor ya da kapanınca açarken daha çok acıyordu. Bir insana reva mı bu, anlayışsız, bencil olan ben değilim ki, biraz huzur dolu sesini duymak istemiştim sadece. İzin vermedin! Ama verseydin ne güzel olurdu. Kırılan kalp, büyüsü bozulan bir gün, iyi niyet velhasıl olmayan rüyalar, hayaller. Allah, bir kişi ağlıyor ve kalbi kırıksa ağlatana ceza verirmiş, öyle okumuştum, canın yanmasın olur mu, tek isteğim bu.
Benimle ilk kez küfür ederek konuştun. ilk kez anlayışsız olduğumu söyledin, o an aklımdan tek geçen “ ben sana hiç bir şey demiyorum artık, iyi geceler. “ ve ardından da seni engellemek saatlerce müzik dinleyip ağlamak olacaktı. Ben ne yaptım, gözyaşlarımın bir okyanustan farksız hatta senin de diğer insanlardan farksız olduğunu anlamıştım. Bunlar canımı yakan şeyler, çünkü sen, sen çok özelsin, düşüncen, sesin, gözlerin ve ben ruhuna aşık olmuştum.
Bu kadar iyi olduğunu düşündüm bir meleksin ve bana, benim için gelmişsin gibi. Hiç tanımadan bir sıcaklık hissetmiştik ya birbirimize, işte o sıcaklık ilk kez benim için yoktu. Derin okyanuslar dahi çığlık atar, yunuslar şarkı söylerdi de yeryüzü duyardı benim sessizliğimi.