Serüvenin en başında bir yarış ve sonucunda bir varışla başlıyor her şey. Ulaşanlar başarılı, ulaşamayanlar başarısız olarak değerlendiriliyor ve bu durum bir ömür boyu peşimizi bırakmıyor. E tabii başlangıç böyle olunca devamında da böyle bir gereklilik olduğu düşünülüyor, hayatımızı bir maraton olarak şekillendiriyor bu durum. Hayat hep bir maraton olmamalı bence, kısa koşular da olmalı hayatın içinde. En önemlisi amaçsızca yola çıkışlarımız olmalı. Bir varış noktası belirlemediğimiz, yollarında bizi bekleyen sürprizlerin olduğu, kendimizi keşfedebileceğimiz, çetin, engebeli, aynı zamanda huzur dolu.
Ânı yaşadığımız anda kaldığımız zamanlar olmalı, deneyimlemeliyiz pek çok şeyi. Yapmadığımız şeyler için keşke demek yerine bırakalım da olsun o istediğimiz şey. Belki bize kattıkları, keşkelerin altında yatacak olan pişmanlıklardan daha fazlasını katacaktır hayatımıza. Belki de mutlu etmeyecek bizi ama bir şeyler öğretecek. Bu konuyla ilgili Nelson Mandela’nın söylemiş olduğu ve hayat felsefem olarak benimsediğim bir söz var: ”Ben hiçbir zaman kaybetmem. Ya kazanırım ya da öğrenirim.” Bu söz, korkak olmaktansa eyleme geçmeyi hatırlatıyor bana. Düşüncelerimi, duygularımı, hareketlerimi ânı yaşamaya ve deneyim kazanmaya itiyor.
Bırakalım da o ânın içinde kalalım bazen; duralım, dinlenelim, nefes alıp verelim. Koştuğumuz yer bitiş çizgisi olmasın. Bu zamana kadar odaklandığımız noktaya değil, etrafı izlemeye odaklanalım. Çünkü zaten altımızdan kayıp gidiyor hayat bir de biz koşarak işi bu kadar kolaylaştırmayalım.