Nemrut dağına inşaa edilmiş bir sarayın hikayesinden bahsetmek istiyorum size bugün. Milattan önce 1. yüzyılda, günümüz Adıyaman sınırları içerisinde Kral I. Antiochus Kommagene’nin krallığı hüküm sürmekteydi. Babil, Pers ve Yunan soyundan gelen bu kral, rivayete göre, öldüğünde güzel manzaralı, gönül eğlendirici, güneşin doğumunun ihtişamını gösterecek yüksek bir yere gömülmek istediğini söylemiş. Aynı zamanda gömülmek istediği anıtmezarın, hükmettiği medeniyetin görkemli bir sembolü olmasını ve tanrılara minnettarlığının göstergesi olmasını istiyormuş. ” Sonsuz uykuma dalacağım mekan öyle bir yer olsun ki, tıpkı saray gibi, çevresine teraslar yapılabilsin, bu teraslara tanrılarım ve atalarımın dev heykelleri bana eşlik etsin, zenginliklerim benimle ebediyete akarken adım çağlar boyu anılsın ve çevremde insanlar eğleşsin” demiş.
Kralın bu isteği üzerine dünyanın her yerinden ünlü mimarlar, anıtmezarı yapmak için krala müracaat etmiş. Tüm mimarlar projelerini krala sunmuş. Kral Sin Ammar adında, putlara hiç yüzünü döndürmemiş, Hz. İbrahim’in akidesi üzerine yaşayan bir mimarın projesini beğenmiş. Sin Ammar kralın istediği mekanı bulabilmek için, Fırat nehri ve Güney Toroslar arasında kalan bölgeyi baştan aşağı dolaşmış ve en sonunda 2150 metre yüksekliğinde, Nemrut dağının zirvesini beğenmiş. Burası tam kralın istediği gibi bir mekanmış. Gün doğumu ve batımı tüm ihtişamı ile izlenebilmekteymiş. Sin Ammar iki sene sonra dört katlı sarayın inşaasını tamamlamış. Kral abide tamamlanınca adamları ile beraber anıtmezarı görmek için Nemrut dağına doğru yola koyulmuş. Saray uzaktan gördüğünde bile kralı büyülemiş. Büyük bir ihtişama sahip bu sarayın teraslarına atalarının ve tanrılarının heykellerinin dikilmesini emretmiş.
İnsanoğlunun Kibri Bir Sarayı Yıktı
Dört katlı sarayın, ilk katında geniş bir salon, ikinci katta çiçeklerle bezenmiş bir fıskiye havuzlu sofa, üçüncü katta kralın eşleri için odalar ve hamamlar, dördüncü katta gün doğumu ve batımının izleneceği muhteşem manzaralı bir teras bulunmaktaymış. Tüm katları gezen kral, gömüleceği ve hazinelerinin konulacağı yeri görmek istemiş. Kral ve Sin Ammar ellerine meşalelerini alıp mahzene doğru ilerlemişler. Mahzene giden yolda labirentler, dehlizler bulunmaktaymış ve Sin Ammar oraya ulaşmak için Hz. İbrahim’e gelen mesajları şifre olarak kullanmış. Kapılardan geçerken sırasıyla bu şifrelerin söylenmesi gerekiyormuş; temiz kalp, doğruluk, sabır, dilini korumak, hoşgörü, merhamet, pak zihin, haddini aşmamak.
Son kapıya geldiklerinde Sin Ammar, ” Kulluk Tek İlah’adır” demiş ve sesinin duvarlarda yankılanması ile akustik düzenekteki duvardaki bir parçayı daha oynatmış, kapı açılmış. Kralın sadece kendisinin ulaşabileceği bir kapı daha varmış, o odaya ulaşmak için duvarın yanında bulunan boşluktan kum alınarak o kapının açılması sağlanıyormuş. Ancak Sin Ammar yapıyı öyle tasarlamış ki, o oyuktan boşalan kumun yerine yenisi doldurulmaz ise yapı kırk yedinci yılın sonunda kendiliğinden çöküp çakıl yığınına dönecekmiş. Sin Ammar bu son şifreyide krala anlatmak için yüzüne baktığında, kralının ne kadar yorgun olduğunu görünce son şifreyi sabah anlatmaya karar vermiş.
Kral ve Sin Ammar gece odalarına çekilince, kral bu alçak gönüllü mimara karşı nasıl bir hediye vereceğini düşünmüş ve böyle bir abide yaptırdığı için sürekli kendine aferin diyormuş. Daha sonra bu görkemli yapının sarhoşluğu kendisine kibir getirmiş, şeytan içine sürekli vesvese veriyormuş; ” Ya Sin Ammar aynı yapıyı başkasına da yaparsa” diye. Kral bu düşünceye tahammül dahi edememiş. Ertesi sabah Sin Ammar’ı öldürmeye karar vermiş.
Ertesi sabah kral ve Sin Ammar terasta kahvaltı için buluşmuşlar. Sim Ammar krala son şifreyi ve sarayın yıkılmaması için her kırk yedi yılda bir mahzendeki kumun yenilenmesi gerektiğini söyleyecekken, kral onu terastan aşağı itmiş. Sin Ammar’ın son sözleri; ” Diğer taş kralım, kumu boşaltacak diğer taş! Beşinci adım!” olmuş.
İstediğini elde etmiş bir kral, karşısında tek istediği kralın isteğini yerine getirmek olan işinin ehli bir mimar ve bir anıtmezar. Kibir bu üçlüye dahil olmasaydı belkide şimdi Nemrut dağındaki yıkıntıyı ve yarısı kırılmış heykelleri değil, Sin Ammar’ın eserini görürdük.
Diğer yazılarım için kişisel websitem aytiti.com’a bekliyorum. Görüşmek üzere, sağlıcakla kalın!