Ölüm çok garip bir şey değil mi? Sanki hiç ölmememiz gerekiyormuş gibi geliyor mu size de? Evet dünyada ölüm olmasa hayatımız çok zorlaşırdı çünkü sürekli yaşlanıyoruz ve devamlı bir devir daim var. Kısaca hayat ölüme göre ayarlanmış. Fakat mesele şu ki; biz ölüme göre ayarlanmamışız. Bedenimiz yaşlansa da ‘’ben’’ dediğimiz şey yaşlanmıyor. Ben hep benim. 20 yaşındayken bir bakıyorsunuz 30 olmuşsunuz ve bakıyorsunuz 40 50 60… ama hala benim. O içimdeki yaşlanmayan, kaç yaşında olduğunu bilmediğim ama hep aynı yaşta olduğunu hissettiğim ben. Arzularım sevgilerim aşklarım hayallerim yapmak gitmek görmek istediklerim emeklerim çalışmalarım… peki ya bunlar? Bunlar ne olacak? Nasıl olur, nasıl olur da ölürüm? Fatih Erdemci’nin ‘’Ben Ölmeden Önce’’ şarkısını bilir misiniz?
Ben ölmeden önce, bir sürü dostum vardı
Ben ölmeden önce, bir sürü düşüm vardı
Ben ölmeden önce, bir sürü aşkım oldu
Ben ölmeden önce, bir sürü hatam oldu
Her şeye rağmen, pişman değilim
Ama yine de, bazen düşündüğümde
Bir gün gelir de, yaşarım ben de yine…
Tüm aşklarım, yalan mıydı ey tanrım
Çok yalnızım…
Eriyorum yavaş yavaş, yavaş yavaş…
Halk arasında (aslında daha çok üst tabakadaki halk arasında) bir söz vardır: ‘’Her ölüm erkendir’’. Çünkü insan ölümü kabullenemiyor. Bedeni ölse de o kişi hala o. Babamız ölse de hala babamız, annemiz ölse de hala annemiz… ondaki mana kaybolmuyor. En materyalist veya seküler insanlardan bile duymuşsunuzdur: o şu an bizi bir yerlerden izliyor. Çünkü yokluğu konduramıyoruz. İçimizden geliyor, doğamız yaratılışımız bu. Genelde bu konudan pek bahsetmiyoruz ama bazen hepimiz öleceğiz zaten diyoruz. Fakat bugün değil öyle değil mi?
Peki aslında ölüm bize göre değilken neden ölüyoruz? Bu işte bir tuhaflık yok mu? Ölümün garip ve olmaması gerek gibi algılanmasının birinci sebebi; onun mutlak bir son gibi görülmesi. Aslında ölümün mutlak bir son olmadığını ilk başta kendi doğamız bize söylüyor. Ölüm karşısında bu kadar zorlanmamızın sebebi de kendi doğamızı yalanlamaya çalışmamız. O ‘’hayır ölüm bir son bir yok oluş değil olamaz’’ dedikçe biz ‘’hayır sen sus öldü işte gitti yok oldu’’ diyoruz ve kendi kendimizin başına bir darbe indiriyoruz.
Ölüm bir gerçek evet. Bu gerçeği kabullenmek, onu görmek demek değildir. Onu görmek, onu anlamaya çalışmaktır. Maalesef niçin yaşadığımızı anlamaya çalışmadığımız gibi niçin öldüğümüzü de sorgulamıyoruz. Bazen de sorgular gibi yapıp gerçek manada kendimiz için aslında hiçbir anlam ifade etmeyen cevaplara tav oluyoruz. Böylece kendimizi kandırıp duruyoruz.
Ölümün soğuk yüzüne bakıp cevaptan korkmadan, anlamazlıktan gelmeden, kendimizi kandırmadan ölümü doğamızın ve ruhumuzun reddetmeyeceği bir cevapla anlamaya çalışmalıyız. Yazımı Henry David Thoreau’nun tabiattan bize verdiği bir cevapla bitiriyorum:
Kışla ilkbaharın karşıtlığı işte böyleydi. Ölüydü Walden Gölü, şimdi yeniden dirildi. (Walden ya da Ormanda Yaşam s 368)