Teknoloji denen insandan daha akıllı bir canavarın yaratılışıyla başladı her şey ve gelişimiyle de büyüdü. Avrupa’da ilk buharlı makinaların üretiminden günümüze uzanan bir serüven… İ
Hızlanan ve git gide pratikleşen bir yaşama evrildi yaşamlarımız. Zaman,aslında yalnızca bir süreyken kimi zaman hiç bitmek bilmeyen; şimdilerde bir andan ibaret hale geldi. Sabır erdemi zayıfladıkça daha nice erdemi de katlettik uyum sağlamak adına.
Her şey çarçabuk gelişiverdi. Her işimizi çarçabuk halletmeliydik çünkü. Sona yazgılı, yanmaya hazır gibi hızla çıkmalıydık o merak merdivenlerinden. Zaman, içine dolu dolu yaşanmışlıklar sığdırabileceğimiz bir süre olmaktan çıkıp ancak ucundan yakalayabileceğimiz bir an halini alınca; hız, bir erdem haline geldi. Üzerine uzun zaman harcanacak, derinleşmek adına zaman ve emek harcanması gerekecek her konu önemini yitirdi. Öyle ya insanoğlu fiziksel, zihinsel veya duygusal olarak emek harcamadığı hiçbir şeye değer vermez cancağazım. Hal böyle olunca yaşam amacı niteliğini taşıyan pek çok değer, yaşam aracı niteliğine büründürüldü. İhtiyaçlarımıza giden kısa yolları keşfettikçe emeğin kattığı değer gözardı edilmeye başlandı. Fast food, fast relationship..vs. derken iştahını çok çabuk kaybeden ve tükettikçe tükenen canavarlar haline geldik. Aşırı doz veya yanlış kullanım mağduru olduk adeta. Ya da yalnızca bir yan etkisiydi bulunduğumuz çağın tüm bunlar.
Ne sebeple olursa olsun; teknoloji ile modernleşen ve moderleştikçe hızlanan, hızlandıkça da kısalan ve anlamsızlaşan bir hayatın içinde bulunuyoruz. Ne layıkıyla kendi yemeğimizi pişirecek ne de hakkını vererek sevecek vaktimiz var. Deneme yanılma yöntemini hayatımızın merkezine alıp süzülüp geçiyoruz her biri bir derya, bir evren olan insandaşlarımızın üzerinden. Sevmek bir amaçken, onun nesnesi olan her şey nefse hizmet olan bir araç haline geliyor; çünkü o kadar çok şey var ki ilgimizi çeken ve yetişmemiz gereken, derinleşmek için yeterli vaktimiz olmuyor. Canımızı canan için değil, cananı canımız için seviyoruz. Bireysel, yalnız ve hızla akıştayız, evet. Fakat Behçet Necatigil’in de dediği gibi vermeye az buluyoruz yahut vaktimiz olmuyor.
Pek,