İnsan hep kaçıyor nedense. Ya kovalanacağını düşündüğü için, ya kovalamayı seven olduğu için, ya da iki tarafın da körelmiş inançlara sahip olmasından dolayı belki de.
Bir kere geldiğimiz ve varlığımızın bile sallantılı olduğu bir evrende neden zora sokuyoruz her şeyi? Kolayı varken zorunu seçmek iyi hissettiriyor, belki de zorlukla kazanılanların daha kalıcı olduğunu düşünüyoruz. Hayatı zorlaştırmayı seviyoruz genel olarak ama zorlukların sonunda bizi her zaman cennet bahçeleri beklemiyor. Her varlığın, uçurumun kenarına küçük adımlarla gittiği bi süreç içinde olduğu ve her varlığın öznel bir sonuca ulaştığı bir evrende, biz niye ebedilik hayali içindeyiz bu kadar?
Masayı ele alalım mesela. Parçaları belli, nasıl birleştirileceği belli. Birleştirince bir sonuca ulaşıyoruz ve bu düzen baştan biliniyor. Bacağı kırılıyor bazen, değiştirilmesini bekliyor. Bazen darbe alıyor, darbe alan yerinin boyanmasını istiyor. Bazen yeri değişiyor ama masa kaçıyor mu hiç? Hep duruyor. Edip Cansever’in de dediği gibi “Masa da masaymış ha, bana mısın demedi!” Masa da masa ama onun ihtiyaçlarını bilene. Bütün bu olumsuzluklara rağmen bazen bir rakı sofrası kuruluyor üstüne, gururlanıyor. Bazen de ihtiyaçlarını umursamayanların; sallanan bacağına rağmen üzerine kurmaya çalıştığı rakı sofrasını kaldırmasını bilmeli, çünkü; zorluk çıkaranla değil zorluklara beraber göğüs gerenle yapılır kutlama. Charles Bukowski’nin de dediği gibi: “Yorma kendini! Bırak, hayatına eşlik etmek isteyenler seninle gelsin.” E o zaman yorgun masalarımızın şerefine 🥂