“Ölçülü güç, mutluluğu artırabilir, ama amaç olarak benimsenirse, dışımızda olmasa bile içimizde mutlaka felâkete yol açar. ”
Bunun üzerine Büyük İskender’den bir örnek veriyor yazar :
“Büyük İskender, hayal ettiklerini gerçekleştirebilecek yeteneklere sahip olmakla birlikte, ruh bilim yönünden bir megalomandı. Hayallerini gerçekleştirdikçe daha büyük, ulaşılması olanaksız hayaller kurmaya başladı. Bilinen fatihlerin en büyüğü olunca kendisinin Tanrı olduğuna inanmaya başladı. Acaba mutlu bir adam mıydı? Sarhoşluğu, çılgınca öfkesi, kadınlara karşı soğukluğu, Tanrılık savı da gösteriyor ki mutlu değildi.”
Megaloman (TDK Tanımı): Megalomaniye tutulmuş olan, kendini çok büyük gören kimse .
Evet bu cümle kitapta en beğendiğim cümle ve Büyük İskender örneği kitapta ki en sevdiğim örnek oldu diyebilirim.
Yazının girişinde de belirttiğim gibi ” ölçülü güç ” kavramı bence çok önemli hele ki günümüzde çünkü bir amaca sahip kimsenin o amaca ulaşması için mutlaka bir güdüye yani güce ihtiyacı vardır. Güçten kastım ise o işi yapma isteği ve amaca ilerlerken pes etmemeye yarayan şey.
Güç ölçülü olmak zorunda. İnsanlık tarihi boyunca belirli bir gücü ele geçirmiş ve kitlelere hitap etmiş birçok tarihi figür vardır ve bir yerden sonra bu insanların sahip oldukları güç sarhoşluğu onları zehirler. Çevrelerinde kim varsa herkesin kendilerine komplo kurduklarını ve kendi iktidarlarını tehdit ettiklerini düşünüp onları saf dışı bırakmaya çalışırlar.
Yazara göre, bu güç çok büyük olsa bile insan bunun farkına varmalı ve onu ölçülü bir hale getirmelidir. Ancak bu şekilde mutluluğa ulaşılınabilinir. Gücün hiçbir zaman bir amaç olmamasını sadece hedefte bir araç olarak kullanılması gerektiğini örnek verdiğim alıntısında Bertrand Russell vurguluyor. Büyük İskender ise tarihten çok güzel bir örnek çünkü yaşadığı dönemde modern Makedonya topraklarından modern Hindistan topraklarına kadar birçok toprağı fethetmiş ve kendi imparatorluğu kendi adını taşıyan bir isim. Günümüzde dünya çapında bir global markayı düşünün ve onun kendi adınızı taşıdığını düşünün. O dönem ki İskender’in imparatorluğu da bu minvalde bir şey. Fakat yazara göre, İskender bu güçle hiçbir zaman psikolojik olarak yetinmedi ve hep daha fazlasını arzuluyordu. Kendini insandan ziyade bir tanrı olarak gördüğü tezini yazar sarhoşluğa olan düşkünlüğü, kadınlara karşı soğukluğu ve öfkesi üzerinde temellendirmiş bu alıntıda. Burası tartışmaya açık fakat İskender’in kaçınılmaz olarak megolomaniye kapıldığı aşikar. Böyle bir güce sahip olup mutlu olamamak çok garip bir durum ve Büyük İskender örneği bize mutluluğun sadece para,güç ve şan şöhret sahibi olmakla direk alakalı olmadığını gösteriyor. Bir şeyin çok olmasından ziyade yönetilebilir ve kontrollü olmasını bizlere yazar bu alıntısıyla hatırlatıyor.
Hayat üzerine birçok insanı doğrudan ilgilendirebilecek bir alıntı olduğu için yazıya bu şekilde başlamak istedim. Kitap boyunca Russell birçok kaliteli hayat tavsiyesi veriyor diyebilirim. Okuma boyunca altını çizdiğim ve bir köşede mutlaka dursun dediğim birçok söz ve örnek oldu. Schopenhauer’in Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar kitabından farkı ise Bertrand Russell’in daha modern dönemde yazması ve kitabın günümüzde ki meselelere daha yakın olması sebebiyle daha rahat bir empati kurmaya olanak sağlaması diyebiliriz. Kitap boyunca birçok farklı bölümde dikkatimi çeken şey yazarın sarhoşluk ve keyif verici maddeler hakkında yaptığı eleştirilerdi.
Örneğin, sarhoşluk geçici bir intihardır; mutsuzluğu bir süre için unutmaktır.
Sarhoşluğu geçici bir intihar olarak görmesi çok mantıklı geldi. Bence, burada ki sarhoşluk herhangi bir sarhoşluk olarak algılanabilir. Günümüzde sadece alkol ve uyuşturucu gibi maddelerin sarhoşluğundan bahsedemeyiz. Bu maddeler fiziksel ve kimyasal olarak vücudun dengeleriyle oynayıp insan vücudunu etkiliyorlar fakat bir de modern zamanlarda ki videolar, televizyon programları, oyunlar vb etkenler mevcut. Ölçülü yapılmadığı taktirde insanı bir kısır döngüye sokan ve günlük yaşamdan soyutlayan faaliyetler. Bence yazara göre, tıpkı ” güç sarhoşluğu ” örneğinde ki gibi ölçülü olmadıkça bu tip faaliyetlerde insana mutsuzluk getiriyor. Ölçülü yapıldığında terapi olan ve kafa dağıtan bu etkinlikler ölçülü olmadığında mutlu olmamıza yaramamakla birlikte insanı kendi döngüsüne alıp farkında olmadan onu yiyip bitiriyor diyebiliriz.
Yani, kitapta birçok farklı konu başlığında verilen örneklerin aslında temelinde ” ölçü ” meselesinin olduğunu söyleyebilirim. Bu vurguyu Büyük İskender’den bahsederken de görüyoruz. İş hayatı üzerine yazarın düşüncelerinde de görüyoruz ve sarhoşluktan bahsederken de görüyoruz. Yazara göre, mutlu olma sanatı biraz ölçü meselesiyle alakalı gibi gözüküyor.
Son olarak kitaptan ikinci favori alıntım ise yazarın insanın açgözlülüğüne ve çalışma hayatı ile ilgili çok farklı bir perspektiften verdiği örnekte oldu. Günümüzde çoğumuzun bir çalışma hayatına sahip olması ve para kazanmak için belki de zamanımızın büyük bir bölümünü feda etmemizle alakalı bir alıntı hatta yazarın şahit olduğu bir aile :
Bu adamın çalışma hayatının psikolojisi, yüz metre yarışı psikolojisidir ama katıldığı yarış mezara kadar sürdüğü için, yüz metrelik koşuda uygun olan konsantrasyon, ona çok fazladır. Bu adam çocukları hakkında ne bilmektedir? Sabahleyin işe gittiği saatte eşi uyuyordur. Akşamları sosyal ödevleri olduğundan baş başa konuşma fırsatı bulamazlar. Adamın belki de kendisince önemli bir erkek arkadaşı da yoktur. Dostluk kurmak istediği kişiler olsa bile buna zaman bulamaz. Bahar ve harman zamanı hakkındaki bilgisi, bunların piyasaya olan etkileriyle sınırlıdır; yabana ülkeleri belki görmüştür, ama tam bir can sıkıntısı içinde. Kitaplar gereksiz, müzik ise yapmacıktır ona göre. Her yıl biraz daha yalnızlaşır; ilgi alanı daralır, işi dışındaki hayatı gittikçe daha yavan bir hal alır. Orta yaşlılığın sonlarına ulaşmış böyle bir Amerikalıyı, karısı ve kızları ile Avrupa’da gördüm. Ailesinin, zavallı adamı, hem biraz dinlenmenin, hem de kızlara Eski Dünya’da bir kısmet bulma şansı vermenin zamanı geldi, diye kandırmış oldukları anlaşılıyordu. Anne ile kızlar coşkuyla adamın çevresini sarıyorlar, ilginç buldukları her şeye dikkatini çekmeye çalışıyorlardı. Baba ise tam anlamı ile bıkkın, tam anlamıyla sıkılmış bir halde, yazıhanesinde neler olduğunu ya da beyzbol maçını düşünüyordu. Sonunda kadınlar kendisinden umudu keserek, erkeklerin hiç de ince ruhlu olmadıkları hükmünü verdiler. Oysa hiç düşünmüyorlardı ki, adam onların aç gözlülüklerinin kurbanıdır.
Bu aile ile günümüzde ki ailelerin benzerliği çok dikkatimi çekti ve özellikle son cümlenin aslında çok gerçek ve hayatın içinden olduğunu gördüm. İnsanların belki de hep işlerini düşünmesi ve geçimleri için işlerini merkeze alması yüzünden yakın çevresi yani ailesinin bundan şikayet etmesinin sebebinin aslında onların açgözlülüğünün bir sebebi olması. Mutlu Olma Sanatı, bu ve bunun gibi birçok farklı anekdota sahip okunmaya değer ve insana çok şey katabilecek bir kitap diyebiliriz.