21.yüzyılın başlarında doğmuş ve bu yüzyıla ait olmayan bir ruh ile yaşamaya çalışan, evrimini tamamlamış bir homosapien’in özelliklerine sahip ve daha fazlasını isteyen; oblomovcu biri olup da bir diprotodon gibi yaşam sürmekten, hatta öyle ki ölümsüz olamadan ölmekten ölümüne korkan, dönemine bir türlü ayak uyduramayan ait olamayan zamanının kırmızı rujlu rönesans kadınıyım.
Annesinin minik kızı olmaktan çıkamayan, hâlâ annesinden destek alan, yaşama onun için tutunan; annesinin hep onu tuttuğu gibi dimdik duran, 21. yüzyılın Ophelia’sıyım. Dönemine tutunamamış bir deliyim. Ve bu deliliğe övgüler yağdıran biriyim. Hoş sözler, pahalı eşyalar, evler, arabalar yerine her şeyin sade olmasını isteyen, sadeliğin asaletini gösteriş gibi gören biriyim.
Abes, bayağılaşmış ve bencil ruhların samimiyetine inanmayan, onların samimiyetini bile samimiyetsiz bulan bir kitap kurduyum. Tek sığınağı kitaplar olan, kaçacak yer bulamayınca bir anda “Maria Puder, Anne Shirley, Milena, Ophelia…” gibi daha nice kurgusal karaktere bürünen bir kaçığım.
Ama biliyor musunuz? Ben en çok Ophelia’yım. Evet,ben bir deliyim! Hatta öyle ki bu deliliğe sonsuz sevgi ile bağlı bir deli. Düşüne düşüne deliren bir Ophelia. Kimseyle yarış halinde değilim, kimseden zeki, kimseden güzel, kimseden mükemmel de değilim. Devasa bir iddiasızlığın ortasında sadece özgürlüğü bulan biriyim…
Dünya denen bu koskoca sahnede, ben bir oyuncuyum. Hayatım Ophelia’ya bağlı. Hamlet’in biricik sevgilisi, babasının minik kızı… Evet delirdim! Ben Ophelia! Delirmiş bir kadın, aşık bir yürek… Merhaba dünya, ben Ophelia! Bu benim adım!…