Kendime sorduğum sorulara cevap alamadığım zamanlar hep olur.
Böyle zamanlarda sanki bir evin kapısını çalıyormuşum, evde birileri varmış ama, kapıyı açmak istemiyormuş gibi hissederim.
İnsanın kendini tanımazdan gelmesi halini iyi bilirim.
Kalabalıklarda yalnız bırakmaz, tek başınalıkta kendini tanımaz, yabancıdır.
Gece yarısı Kadıköy’de, insanların seyrekleştiği mühürdar caddesinde, Surp Takavor Ermeni Kilisesinin karşısına bakan, kepenkleri inmiş bir dükkanın önünde oturuyorduk.
Sessiz ve sakin.
Bekledik.
Neyi beklediğimizi bilmiyorduk.
Oruç Aruoba, beklenenin hiçbir zaman gelmeyeceğini, gelse de, beklendiği gibi olmayacağını artık bir şekilde değişmiş olacağını ifade ediyordu. Haklıydı. Yalnızca biz görmek istemiyorduk.
O’na, dünyaya yanlışlıkla geldiğimi ve geri dönüş yolunu aradığımı söyledim. Hiç gülecek hali yokmuş gibiydi yine de tebessüm etti. Kapalı bir kutu gibi yanımda oturuyordu.
Sustuk ve sabahı beklemeye devam ettik.