Mutsuzuz hep, memnun değiliz hiçbir şeyden. Canımızın istediği şey hemen olsun istiyoruz ama ne olsun diye çabalıyor ne de olunca memnun kalıyoruz. Çünkü her seferinde daha fazlasını istiyoruz. Bitmek tükenmek bilmiyor isteklerimiz… Aslında bakıldığında çağın gerektirdiği tüm zenginlikler bizim. Eskiye nazaran tüm imkanlara sahibiz, bütün yenilikler elimizin altında. Teknoloji almış başını gidiyor. Bizden daha akıllı olmalarına imkan tanıdığımız telefonlarımız var. Tek tuşla bulaşıklarımız, çamaşırlarımız yıkanıyor. Bir dokunuşla yemeğimiz uzak mesafelerden ayağımıza kadar getiriliyor. Her odaya bir televizyon, her aileye en az bir iki araba düşüyor. Çocuklar yıllar önce yaşayanların tahmin bile edemeyeceği oyuncaklara sahip. Kıyafetlerimiz gardroplardan taşıyor.
Bir deyimle özetlemek gerekirse yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. Karnımız hep tok belki ama gözümüz bir türlü doymak bilmiyor. Belki de bu yüzden başkalarının hayali olabilen ‘dertlerimiz’ hiç bitmiyor. Kendimizi öyle çok seviyoruz ki, kalbimizde başkalarına yer kalmıyor ve sevgiyi öyle basite indirgiyoruz ki hiçbir şeye yetmiyor. Her nesil bir önceki nesle göre daha şanslıdır derler. Bizler işimizi şansa bırakmayıp, yaşadığımız dönemin kıymetini bilmemeye ant içmiş gibiyiz.
İnsanların birbirini gözettiği zamandan çıkar gözetilen zamana doğru bir yolculuk yapmış bulunmaktayız. Yarım ekmeği olsa olmayanla bölüşen kişilerin ekmek için birbirini döven neslinin zamanındayız. Akrabalık ilişkilerinin kısa mesajlara, sevgi, özlem gibi tüm duyguların emojilere indirgendiği durumdayız. Karşılıklı evlerde oturan insanların birbirini tanımadığı ve tanımadığı biriyle karşı karşıya oturmaktan da rahatsızlık duymadığı bir dönemdeyiz. Kendini hiçe sayıp, sırf aynı topraklarda yaşıyoruz diye tanımadığı milyonlarca insanı kurtarmak için cepheden cepheye savrulan, ölüme yolculuk ederken bile yüzleri gülen kahramanlarımızla, yılan bana dokunmasın da kaç yıl yaşarsa yaşasın diyerek etrafına sayısız duvarlar ören bizler aynı dünyanın insanlarıyız. Önceden insanlar tanımadığı insana kardeşlik yaparken, şimdi bizler kardeşimize bile insanlık yapamıyoruz.
Belki de bu yüzden mutlulardı eskiler. Onca sıkıntıya, yokluğa zor yaşam şartlarına rağmen hayatlarından memnunlardı, yaşamaktan keyif alıyorlardı. Dertleri birbirleriyle paylaştıkları için az ve mutlulukları yine bir arada yaşadıkları için fazlaydı. Kayıplar sadece saklambaç oyunundan ibaretti. Şimdi ise mutlu olsak kıskanılacak diye paylaşmaya korkuyor, derdimizle alay edecekler veya sevinecekler diye içimize atıyor, elimizdekilerin değerinin farkına ancak kaybedince varabiliyor ve asla var olanla yetinmeyi bilmiyor, gözlerimizi yükseklerden bir türlü alamıyoruz.
Herkes mutsuzluktan, hayattan zevk alamamaktan yakınıyor, geçmişe dönüp keşke o dönemde yaşasaydık diyor. Oysa bugün, geleceğin geçmişi ve biz bugün bu geçmişi özlenmeyesi, özenilmeyesi bir geçmiş olması için ilmek ilmek işliyoruz.
Biraz olsun sarsılıp kendimize gelmeliyiz. Küfürler, laf atmalar, yolsuzluklar, hırsızlıklar uçmamalı havada. Melek yüzler, gülen gözler, birbiri için atan kalpler uçsun uçacaksa. Gökyüzü eski saf maviliğine bürünsün, çiçeklerin kokusu etrafa saçılsın, her mevsim bahar tadında yaşansın, güneşin sıcaklığı içimizi ısıtsın. Ufacık mutluluklar paylaşılsın, büyüsün, büyüsün yere göğe sığamasın, taşsın. Bir gün bir şey ülkemizi, insanlarımızı, her şeyimizi esir alacaksa o şey mutluluk olsun, umut olsun.
Memnun kalalım mutluluktan ve mutlu olalım memnun kalmaktan.