Ben her zamanki gibi, kimseye aldırış etmeyişimin altında yatan saklı yalnızlığımı korumak adına asık suratımdan vaz geçmeyip, K. sokağında bir bara oturdum. Burada insanlar birbirini gözleriyle rahatsız ederler, içerler ve geceye doğru sapıtma korkusuyla kendilerinden geçtiklerinden haberleri olmadan evlerine dağılırlar. Keşke hepsi evlerine dağılsa. Kimileri ise sahile doğru yürüyüşe çıkar ve geceyi orada bitirirler. Ben hiçbir gruba dahil olmadan kendimle birlikte iki kupa içtim. Bara girmeden önce aldığım sigara paketini sadece iki kupayla birlikte bitirmenin boğazıma verdiği acı birazdan geçecekti. En azından alkol kanımda dolaştığı müddetçe acı hissetmemem gerekiyordu. Ancak bu iki kupa birayla olacak iş değil. Bir tane daha söyledim. Ardından bir tane daha. Canlı müzik yapan arkadaşlar, boktan bir şeyler çalmaya devam etmesinler diye istek gönderme cüretine erişebildiğimde, benim peçeteye yazılmış isteğimi umursamadılar bile. Bardan uzaklaştım. Sahile yürüdüm. İkinci gruba dahil oldum. Geceleri daha soğuk oluyor. Denize doğru esen buz rüzgârı ensenizden tutup sizi denize doğru çekiştirecek kadar güçlü olabiliyor. Ne halt ettim de buraya geldim ki sanki. Evimde sıcak sıcak oturup, boş filmlere bakmak varken ne diye sahilde, gecenin bir vakti yürüyüşe çıktım. Üstelik alkol, yapmamam gereken çoğu şeyi yaptıracak yeteneğe sahip biri haline sokuyorken beni, ne diye buradayım. Sonradan utanacağım hallere girmeden önce kendime güzel ve kuytu bir köşe bulmalıyım. En azından iç sesim bana bunu yapmamın nedense, yürümekten daha mantıklı olduğunu söyleyip duruyor. Onu dinledim. Sahile doğru çevrilmiş bankaların arkasında sahil boyunca uzanan yeşilliğin üzerinde kamelyalardan birine geçmekti niyetim. Ama ağaçların arasında başka hayatların da yaşandığına tekrar şahit olduktan sonra başka yerlere bakmaya devam etme zorunluluğu hissettim. Sevişen insanların çıkardıkları seslerden hep iğrenmişimdir. Yine o anlardan biriydi işte. Benim şahsen, bulunmamam gereken bir yerde bulunduğumun kanıtıydı sevişen insanlar. Ben de yürümeye devam ettim.
Adım başı denk geldiğim çalgıcıların boktan şarkılarının arasında, hiç o kadar da boktan olmayan eski bir melodiyi yakaladı kulaklarım. Yakaladığım gibi, onu duyabileceğim yakınlardaki bir banka oturdum. Tek başına olmanın en kötü yanı nedir? Yapacaklarınızı önceden tayin etme zorunluluğu hissedersiniz. Çünkü afallamak istemez, sanki her zaman ben bunları yapıyoruma getirmeye çalışırsınız. Bunun en temel sebebi de çevrenizdeki insanlardır. Size bakmayan hatta sizi görmeyen insanlar. Uzay zamanda kapladığınız alandan bile haberi olmayacak kadar yoksunuzdur onlar için. İyi de ne diye onlara göre kalıba girme zorunluluğu hisseder bu bünye? Zihin ne diye tayin eder hareketlerini? Bilinmez. Bunları aştığınızı düşündüğünüz gibi olur zaman zaman, ama aşamazsınız. Tek başınıza bir lokantaya gittiğinizde bile garson ilk olarak, istisnasız, dörtlü ya da beşli grupların masalarından sipariş alacaktır. Size en son gelir. Tanıdık değilseniz. Bir sürü kaide var bunu bozacak, onları önüme matah bir şeymiş gibi sunmayın şimdi.
Adamın çaldığı gitarı dinliyorum da, acaba gerçekten bu işi severek mi yapıyor yoksa bir gözü sürekli içinde birkaç metalik olan boş gitar çantasında mı diye merak ediyorum. Ben de bir zamanlar sokakta gitar çalarak haftalığımı kazanma peşindeydim. Şu an bile, adamın şarkısını bedavaya dinliyorum diye benden yana bir öfke kazanmasına izin veremem. Bazı Avrupa ülkelerinde dinlediğin sanatçıya sembolik de olsa belli miktar para uzatmak zorundasın. Yazılı olmayan bir kanun bu. Keşke bizim kültürümüzde de böyle şeyler olsa diye yakınmadığım olmuyor. Ben gitar çalarken, gençliğimde yani, kimse para atmaya tenezzül etmiyordu. Oluyordu bir iki kişi, çantada on, bilemedin yirmi kâğıt oluyordu ama, bu sayı, dinleyicilere oranla oldukça azdı ve bu durum beni sinirlendirmeye yetiyordu. Ve şimdi ben de geçmiş burada aynısını yapıyorum. Kusura bakma gitarcı genç, ama param yok. En son beşinci biraya ve bir paket sigaraya harcadım onları.
Madden varlığımın kötüye düşmeyeceği bir durumda olsam da ruhen her zaman bir yoksunluk çekeceğimi bildiğimden, para hırsıyla yaşamıyorum. Herhangi bir hırs, benden çok uzakta. Bu durum beni iyi mi ediyor, yoksa tam tersi mi, bilemem. Başıboş olmanın verdiği mutsuzluk haline alışkınım ve bundan memnunum. Bir şeylerin peşinde çabalamak insanı oyalar ve bu onun mutsuzluğunu unutturur. Bunda da şahit olacak kadar bir işte çalıştım. İşteki insan, robotlaşır. Makine fonksiyonlarını kullanabildiği sürece o işte tutunabilir. Bildiğiniz standart mekanik bilgisine sahip her sağlıklı birey, en azından bir işte tutunabilecek kadar yeterli görünür. Fazlası beklenmez. Bu kadar acizlik bile yeterlidir belirli mevkilere gelebilmek için. Ama hayır. Sizi aciz görmüyorum. Kendimi aciz görüyorum. Çünkü sizi gerçekten kıskanıyorum. Bilincin her türlüsü hastalıktır. Bazen, keşke bir makine olsam diye içimden geçirmiyor da değilim açıkçası. Bir makine. Yapacakları belli bir makine işte. Kaygısızca çalışır, hakkını alır ve bununla kendine yeni parçalar satın alarak diğer yeni işlerde de kusursuzca çalışabilir. Bu şekilde tamamen fonksiyonlarını kaybedene kadar, yaşlanana kadar çalışmaya devam eder. Ve bunun ne kadar mükemmel bir sistem olduğunu, kendisinden sonra gelen nesli temsilen çocuğuna kakalar. Her şey mükemmeldir.
Kendimi öldürmek için yeterli cesareti bulamıyorum. Beni sabahları yataktan kaldıran tek şey, tuvalet ihtiyacıdır. Abartmaya gerek yok. Bu soruyu bana soran personel müdürlerine verdiğim cevap da buydu. Belki de bu yüzden işsizim. Çocuklarımıza hep dürüstlüğün erdemi hakkında öğütler veririz. Dürüstlük önemlidir, eğer hayatta bir yerlere gelmek istemiyorsanız.
İnsanlığa olan nefretim, benim suçum değil.