Kalemliğinde duran maket bıçağını titreyen elleriyle tuttu bıçağını çıkarıp masasına koydu ne olur ne olmaz diye. Tek güvencesi maket bıçağı ve biraz sonra ağzından dökülecek kelimelerdi. İçinde biriktirip bunca zaman doğru dürüst söyleyemediği cümleleri artık bir maket bıçağına güvenerek söyleyecekti. Tabi birazda kendine güvenerek.
Bir kadın olduğu için en çok kendine güvenerek değil de bir eşyaya güvenmek ne kadar da zordu onun için. Bu cesurluğun altında bile yine kelimelerini seçerek konuşuyordu. Konuşmak zorundaydı. Sinirlendiğinde, üzüldüğünde titreyen vücudu dolan gözleri artık öyle kolay kolay titremiyordu, dolmuyordu. Bu iyi bir şey mi bilemiyordu ki onu güçlü mü yapmıştı bu durum yoksa bu kadar güçlü bir duruş onun başına bela mı açacaktı bilemiyordu. Nasıl bilseydi ki? 20’sinden gün alıyordu daha, çok gençti onun için; çiçekler, böcekler, müzikler, kitaplar… bu gibi şeyler önemliydi. Yaşıtlarından olgundu evet daha çok şey görmüştü ama gençti işte yeni yeni açmaya başlayan değil de açmaya çalışan bir çiçekti o.
Artık onun önündeydi. Ona engeller yaratıp hayatının akışını bozan, ona çekilmez geceler yaratan o insan. Onun önündeydi. En çok da sevdikleri için konuşması gerekiyordu, sorumlulukları ondaydı. Bu sorumluğu o hiçbir zaman istemedi, kendi sorumluluklarını bile tam yüklenemiyorken özellikle sevdiklerinin sorumlulukları onu boğuyordu.
Aslında var olan düzeni de bozmak istiyordu. Toplumun alttan alttan beynimize işlediği düşünceleri yıkmak, yıktırmak istiyordu. Mevcut düzenin içinde oluşan bu düzenin hiçbir zaman adil olmadığını ve asla da olamayacağını biliyordu. Ama kendi düzenini kurabilirdi. İçine alacağı insanlarla birlikte üstlenebilirlerdi bu düzeni. Başka şansları yoktu ya düzen olacaktı ya da kayboluş, ölümün içinde kayboluş. En azından biz kadınlar için bu böyleydi.