Platonun mağra alegorisi: özgür olmak yada olmamak
İnsanları bir mağrada sırtları mağra dışına gelecek şekilde bağlarlar ve karşılarında bir duvar vardır insanlar’ın seneler boyunca orada gördükleri tek şey gölgelerdir. Bir noktada aralarından birkaçı zincirlerini gevşetmeyi başarıyor ve tek bir yöne değil içinde bulundukları mekana 36o derece bakabiliyorlar. Bu şekilde görüyorlar ki o yegane gerçeklik olarak düşündükleri imgeler aslında arkalarındaki bir ateşin önünden geçen insanlar ve insanların taşıdıkları nesnelerin yarattığı gölgeler. Bu duvardaki yansımalar ve yansımaların oluşmasını sağlayan birilerinin taşıdıkları nesneler bu dünyaya ait ve oradaki ateş bu dünyanın işleyişinin temel kaynağı olarak tasvir ediliyor.İnsanların taşıdıkları nesneler bildiğimiz anlamda algı nesneleri değil, o nesneler bu dünyanın işleyişine ve kurgusallığına gönderme yapıyor. Taşınılan şeyler toplumu şekillendiren gelenekler ve ideolojiler olarak düşünülebilir. Sonuçta insanlar mağarada olduklarını fark ediyor.
Daha önce yegane gerçeklik olduğunu düşündükleri şeyin aslında bir yansımadan ibaret olduğunun ayırdına varıyorlar. Bir şekilde mağaranın dışına çıkıldığında – bunu ilk önce akıl etmek lazım- güneşin parlaklığının hakim olduğu bir dünyaya ulaşınca mağaranın loşluğuna alışıldığı için güneşin ışığı onları geçici olarak kör yapıyor.Bu geçici körlük yolunu kaybetmişlik şaşkınlık halini simgeliyor. Yavaş yavaş güneşin parlaklığına alışınca toprağa bakıp etraflarındaki şeylerin gölgesini görüyorlar. Önce yansıma sonra göz alışınca etraflarındakileri görebilecek hale geliyorlar. Bu alemde varolan her şeyin ve bunları görmemizi mümkün kılan prensibin güneş olduğunu en sonunda fark ediyorlar. Fakat içeride hala zincirlerine bağlı insanların olduğu akıllarına geliyor.
Belki de o çok istedikleri özgürlüğe ulaştılar fakat geride bıraktıkları var. Dışarıda nasıl bir yaşam sürebilirler onlar olmadan? Daha sonra gerideki tutsak insanları bırakamayacaklarını anlayıp mağaraya geri dönüyorlar. İşte tam da bu noktada özgürlüğüne kavuşmuş insan dönüp arkaya bakıyor ve bir başkasının tutsaklığını aklına getirdiği an özgürlüğünden vazgeçiyor.
Bu metaforları her birimiz kendi hayatımız için farklı şekillerde tahayyül edip ne demek istendiğini anlayabiliriz. Yani açıkçası bu dünyada bütün toplumun bireylerinin özgürlüğü diye bir şeyden bahsetmek mümkün değil.Bu tutsaklığımıza bazen farkında olarak bazen de farkında olmayarak öylesine bağlıyız, öylesine tutsağız ki özgürlük dediğimiz sadece kendi alanımızda kendi aklımızda, kendimizle kurduğumuz ilişkide var olabilir. Metafor ile açıklamak gerekirse ; özgürlüğümden vazgeçmek zorunda olup tekrar mağaraya döndüğümde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çünkü artık yegane gerçekliğin ne olduğunu biliyorum.
Kafamın içinde bir dünya yaratıyorum ve orada dışarıda olduğumu hayal ediyorum, gördüğüm nesneleri hayal ediyorum ve daha da önemlisi güneşi hayal ediyorum. Artık özgürüm diyebildiğim tek yer aklım. Düşünebildiğim, hayal edebildiğim yerde yani aklımın içinde özgürüm.