Otobüsün boş koltukları arasında yitirdiği geleceğine doğru gittiğini zannediyordu. İlerledikçe gerileyen sistemde küçük hayatının yönetmeni olmayı başaramamıştı. Tüm sesler arasında kendisininkini bulmak için biraz daha kulak kesildi, aynı rüyanın farkı oyuncularını aradı durdu.
Beni biliyordu ama bensizliğinde kaybolmaktan korktuğu için sessizliğinde sarhoş olmayı yeğliyordu her gündüzün akşamında. Gözlerini kapatsa her şey daha aydınlık olacak düşüncesi geldi aklına ama bu sefer aklının durmasını bekledi asla bilmediği bir yolculuğa bu kadar bilinçli çıkılır mıydı! Bir türkü tutmuş dili o türkünün gölgesinde bekliyordu ezgilerinin göğe yükselmesini.
Herkesin gözünün içine bakıyordu kimin ne düşündüğünü bilme merakı değildi onu buna iten daha çok hangi hayalin kıyısına vurmayı beklediklerini merak ediyordu. Kim bilir hangi acıların yaşlandırdığı bu yüzleri kimler, nerelerde, nasıl güldürmeyi başarmıştı. Bir umudun kırıntısı dökülürken yollara bir gecenin saltanatı sararken yeryüzünü neye tutulmuştu bu benliğini bulmaya çalışan insan kuyusu?
Aklındaki zehir bir fikrin çırpınışlarını döküyordu gözleri. Kendini bir an yılanlara benzetti. Yılanların deri değiştirmesi yenilik miydi yoksa ölüme bir adım daha yaklaşmanın asil kıyafeti mi? Aynı burda olduğu gibi ağlaması büyümesinden miydi yoksa ölümün bilinmezliğine yakın hissetmesinden mi? Ayrıca neden kötülükle eş değer tutulurdu bu hayvanlar? En azından zarar verebileceği baştan belli canlılar değil miydi? Kimi insanlar gibi önce baharda doğan ilk güneşin sıcaklığını verdikten sonra kışıyla insanları hasta etmeye çalışmıyorlaradı. Ortak değerlerden bahseden insanlar tanımıştı mesela hiç birine sahip olmamasının verdiği haklı gururla küçümser bakışlar altında sormuştu sorularını hep o insanlara ve hiç değişmeyen söylene söylene içi boşaltılmış ezber cümleler gelirdi kulağına “Senin ataların aldı bu memleketi” ardından cevap vermek için çırpınan yüreğinin sesini hissederdi “Senin ataların da ölen insanların kefenleriyle övündü, parça parça satarken senin düşüncelerini yine kelepçeyi taktı ellerine, parayla doldurdu ceplerini, ağırlığı altında yürüyemedi de saray yaptırıp hafifletti yükünü!” tabi içinden bir haykırış olarak kalan cevaplardı bunlar yoksa yaşadığı yetmediği gibi bir de dinlemek zorunda kalırdı bu cahilliği. Asıl kötü sözde gelişmiş toplumlarda, kendini geliştirmek şöyle kalsın henüz kendisine saygısı olmayan bu insan toplulukları yüzünden sadece nefes alıp veren ama asla yaşayamayan insanlara yapılmıyor muydu? Ama yılan, insan ve sistem üçgeni üzerinde düşünmek istemiyordu. Düşüncelerini kontrol altına alamamaktan korktu bir an, yanından gelen bir ses böldü bu korkusunu.
Hemen yanı başına gelmiş gözlerinde bir dünya taşıyormuş izlenimi veren , elleri yaşıtlarına göre epey küçük kalmış ama kalbindeki sevinci dudaklarının kenarındaki hafif tebessümle büyüten çocuk kendisine peçete uzatıyor ve ardından afallamış bakışlarına karşılık konuşma gereği duymuş olacak ki ” Al abicim acından para kazanacak değilim” sesi duyuldu.
Ürkek düşüncelerin etkisi altında savrulurken elini uzatıp sadece gözyaşlarını değil, korkularını, kendi olamayan her anınını ve tarihin kanlı sayfalarından övünerek bahsetmekten gurur duyan insanların tarihinden de sildi kendini.
Otobüsün tek yolcusu kaldığını düşünürken gelip de umudunu yeşerten bu karşılaşma şu an denk gelmek zorunda mıydı sanki? Ne gerek vardı durup dururken yaşama dönemye? Her umuduna asılmış bir düşünceye kurban etmişti. Bunu hangi kendini bilmezin zulmüne hediye edecekti?
Otobüs durdu. Ama o hala ilerlemeye, zihnininin gizli köşelerinde kendisiyle saklambaç oyunamaya ve sonrasında bulduğunda ise sobelemek gücünü bulamadığından sadece oyunu bitirmek isteğiyle yeni oyunlar peşinde koşmaya devam ediyordu. Bir ses daha ” Son durak!” Evet gerçekten son durak, her şeyden ve herkesten yorulmuş bedeninini emanet ettiği dünyadan göçmesine eşlik eden son durak. İnmek istemedi ama bu bilinçli bir hareketten daha çok biraz daha yaşama iç güdüsüyle hareket etmek isteyen ilkel beyninin bir dürtüsüydü yoksa bilmem kaç milyon yıl önce evrimini tamamlamış “atalarından” çoktan ayrılmıştı. Kalkıp adımlarımı sokağa emanet etti ve bir kurşunun soğuk sarılmasını hissetmek isteğiyle boş bakışlarını insanların sistemden kurtarabildikleri son saatlerini geçirmek için acele acele ama aynı monoton hareketlerle tıpkı her gün olduğu gibi gittikleri evlerine dikti.
Burnuna en sevdiği yemeğin kokusu gelmeye başladı ama hayır bu yaşama dönme niyeti tekrar beliremez zihninde, beklediğinin ne olduğunu biliyordu ve bekleyen birini hissediyordu. Yaşama umutla bakan penceresinde ilk kez güneşin doğuşunu beklemek yerine gecenin karanlığını arıyordu. Suçu yaşamak isteğiydi karar ise yine mahkemesini kurduğu benliğinde verilmişti ” Ömür boyu kendini bulmaya çalışan ama bunu her zaman başkalarının gözünde görmeyi bekleyen insanlar arasında ölümünü beklemek” hayır hayır bunu kabul edemezdi ömür boyu kendini arayıp bir yabancı olarak ölmezdi. Kıravatını takmıştı, hemen dikti kendine gözlerini bir iyi hal indirimi bekleye durdu ve tabiki yanlış yarıgısının doğru sonucu olamayacağını bildiğinden aldı istediği cevabı ” Devam eden düzene muhalif tutumu yüzünden, dahil olması gerken yaşamı kurma ümidinden kurtulmak ” evet evet buydu işte kısa, net ve kesin bir çözüm. Ayakları geri giderken kendi celladı olmanın verdiği tuhaf duygunun etkisiyle bir adım daha attı boğaza karşılık. Gözlerini kapattı ne umudu ne hayalleri kaldı önce onları attı suya kendi hazinesini götürdü beraberinde, artık yarın denen şeyin kalmadığı bu düzende şimdiyi sürekli sürdüremezdi. Sözde güç sahiplerinin zayıf kişilikleri altında büyüyemezdi daha fazla. Son adımını attı. Tam o anda bir kol çelimsiz bir güç gösterisiyle böldü mahkeme kararını. “Dur abii dur!” beni benden daha çok anladığı belli çocuk kalbi dayanamamıştı, gözlerinden bir umudu yaşatmak isteği akıyordu. O ise neye ağladığını bilmeden baktı otobüsteki çocuğun bir elinde düzenin düzensizlikleri içinde yaşam mücadelesi için sattığı peçetelere ve diğer elinde onu hayata döndürememe korkusuna. Çare yoktu, bozuk yargı sisteminin verdiği karar belki de ilk kez doğru bir sonuç bulmuştu. Yeni yaşamı kurma ümidini kaybetmek yerine onu yeniden yapılandırmalıydı. Bir çocuğun saf iyiliğinde buldu o gücü. Çıkar ilişkilerini, içten pazarlıkları, ve kendi yanlışının doğruluğuna o kadar çok inanıp sürdürenler arasından ayrıldı. Geleceğin geçmiş zincirini kopardı, artık umudu daha özgürdü, yaşamı sözde yaşam olmaktan çıkmıştı.
Yanında hıçkırıklara boğulmuş çocuğun hayallerine katmıştı umudunu. Kolları onun bedenini sarmıştı, kim kimi teselli ediyor belli olmadan kaldılar öylece. Farklı acıların aynı duyguları yaratmış olmasından doğan ortak gözyaşları dökülüyordu yüzlerinden. Belki de bu şehrin en doğal canlıları olarak geçirdiler böylece birkaç dakika. Sonrasında saatler süren ve yıllara taşınan bir yaşam doğmuştu hem de devam eden düzene muhalif tutumu yüzünden, dahil olması gerken yaşamı kurma ümidini kazanmış bir tarih adamı olarak kalktı ayağa.