KÖTÜLÜK PROBLEMİNİN GÖLGESİNDE

Kaynak belirtilmedi

Giriş 
  Kötülük problemi İlk Çağ’dan itibaren günümüze kadar gelen ve pek çok filozofun, hatta filozof olmayanların bile; üzerine çokça kafa yorduğu, felsefenin neredeyse tüm dallarının kullanıldığı uzun soluklu bir argümandır. Kötülük problemi ilk olarak Epikuros tarafından İlk Çağ’da ortaya atılmıştır. Epikuros tüm meseleyi şu sözlerle ele alır: 

 “Tanrı, ya kötülükleri ortadan kaldırmak ister de kaldıramaz; veya kaldırabilir, ama kaldırmak istemez; ya da ne kaldırmak ister, ne de kaldırabilir; yahut da hem kaldırmayı ister hem de kaldırabilir. Eğer ortadan kaldırmak istiyor da kaldıramıyorsa, O her şeye kadir değildir; ki bu durum Tanrı’nın karakteriyle uyuşmaz; eğer ortadan kaldırabiliyor, fakat kaldırmak istemiyorsa, O kötü niyetlidir; ki bu da aynı şekilde Tanrı ile uyuşmaz; eğer O ne ortadan kaldırmayı istiyor, ne de kaldırabiliyorsa, hem kötü niyetlidir hem de her şeye kadir değildir; bu durumda da Tanrı değildir; eğer hem ortadan kaldırmayı istiyor, hem de kaldırabiliyorsa – ki yalnızca bu Tanrı’ya uygundur–, o zaman kötülüklerin kaynağı nedir? Ya da o kötülükleri niçin ortadan kaldırmamaktadır?” 
  

  Epikuros’un bu ifadesi, problemi açıkça ifade eder aslında. Tanrı varsa ve mutlak iyiyse neden dünyada kötülük var? Kötülüğün olması Tanrı’nın var olduğuna ilişkin görüşü çürütür mü? Peki aslında kötülük diye bir şey var mı? Kötülük kime göre ve neye göre 
‘kötülük’ tür? İşte bu sorular, kötülük probleminin devamında gelen ve gittikçe dallanıp budaklanan felsefi sorulardır. Kötülük problemine karşı argümanlar üretilerek ‘mutlak iyi olan tanrı kavramı’ ile ‘kötülük’ arasında bağdaştırma yapma çabasına teodise denir. Bu kavram da yine epey karşımıza çıkmaktadır. Epikuros’un değinmiş olduğu kötülük problemi çok uzun yıllar boyunca tartışma konusu olmuştur ve ateizm-teizm çatışmasında köklü ve karmaşık argümanların ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır. Kötülük problemi ve teodise bağlamında gelişen çatışmada Epikuros dışında öne çıkan başlıca isimler: Platon, Irenaus, Augustinus, Thomas Aquinas, Gottfried Leibniz, David Hume, Immanuel Kant, Arthur Schopenhauer ve Alvin Plantinga’dır.  
  Bu yazıda ele alınacak konular: Kötülüğün ne olduğu, kötülük problemi, çeşitli filozofların teodiseleri ve teodiselere karşı geliştirilen karşı argümanlar olacaktır.

 

Kötülük Nedir? 
   Kötülük, TDK’ye göre kötü olma durumu, kemlik, şer, zarar verecek davranış veya söz demektir. Toplumda ise kötülük, genel olarak ‘iyi olanın zıttı’ olarak tanımlanır. Genellikle kötülük kavramı dört farklı başlık altında kullanılır: Ahlaki kötülük (nedeni insan olan kötülük), fiziksel kötülük (fiziksel acılar vs.), doğal kötülük (depremler, salgın hastalıklar, kıtlık vs.) ve metafiziksel kötülük. Ancak zamana, mekâna, kişiye ve pek çok farklı etkene bağlı olarak değişen bir ‘sıfat’ olduğunu da unutmamak gerekir. Günümüzde ‘kötü’ ile bağdaştırabileceğimiz evrensel olan genel-geçer eylemler ve düşünceler vardır: Bencillik, hırsızlık, cinayet, tecavüz, küfretmek, yalan söylemek, kin beslemek… Bunlar tüm dünyada ‘kötü’ olan şeylerdir. Ama kötülüğü yine de tanımlamaya yetmezler. Çünkü zamana, mekâna, kişiye göre değişir. Çok aç olduğu için ekmek çalan bir çocuk düşünelim; insanî ihtiyacını gidermek zorunda olan çocuğun hırsızlık yapması kötü bir şey midir?   
  

  Bu konu tartışmaya epey açıktır. Kimilerine göre çok aç olduğu için çocuğun hırsızlık yapması ‘kötülük’ olarak ele alınmamalıdır, kimilerine göre hırsızlık kötüdür ve hırsızlık her zaman hırsızlıktır. Bundan dolayı ikinci görüşü savunanlar çocuğun ekmek çalması kötüdür diyebilmektedir. Bu şekilde muğlakta kalan davranışların yanı sıra gerçekten ‘kötü’ denilebilecek olaylar da vardır: Mesela Hitler’in 5 milyon Yahudi’yi katletmesi bu örneklerden sadece bir tanesidir. Bakıldığında ‘kötü’ bir şeydir. Günümüzde bunu ‘faşizm’ adı altında kötü bir şey olarak tanımlarız. Fakat nasıl ki büyük bir kesim faşizmin doğru olmadığını savunuyorsa, bu orana kıyasla daha az bir kesim, faşizmin yanlış ve kötü bir şey olmadığını savunur. İnsanların büyük çoğunluğunun; bir davranışı, söylemi, tavrı ya da bir ideolojiyi kötü olarak nitelendirmesi bunu gerçekten kötü yapar mı? Bunların yanında insanların kontrolü altında gerçekleşmeyen kötülükler de vardır. Sonuçta doğal afetlerin yaşanması insandan kaynaklanan bir durum değildir. Deprem riskine karşı önlem almamak durumu vahimleştirse ve bunu insan kaynaklı bir kötülük yapsa da depremin oluşması ve ölümlere neden olması insan kaynaklı değildir.  
   

  Aslında gerçek kötülük diye bir kavrama hiçbir zaman sahip olamayız. Çünkü kısıtlı bir irademiz var ve her şeyi algılayabilecek, çözümleyebilecek ya da kavrayabilecek bir kapasitemiz yok. Buna rağmen, pek çok filozof ‘Tanrı’nın kötü olduğu’ argümanı karşısında kötülük kavramı için çeşitli tanımlar yapabilmişlerdir. Bazen de insanların kendi ‘kötü’ kavrayışlarından ayrı, çoğunluk olarak, bazı zamanlarda ‘evet, bu kötüdür’ diyebilecekleri ortak noktaların olması; ‘Tanrı kötü müdür?’ sorgulamasında işleri kolaylaştırıyor denilebilir.  

 

TARİHTE KÖTÜLÜK PROBLEMİNİ ELE ALAN FİLOZOFLARIN TEODİSELERİ VE ELEŞTİRİLER 
Epikuros ve Kötülük Problemi 
   Giriş kısmında da alıntılandığı gibi ‘Her şeye kudreti yeten mutlak iyi bir Tanrı, nasıl olur da dünyadaki bunca kötülüğü hoş görmüş olabilir?’ diye sorar Epikuros. Bu ifadeyi biraz açmak gerekirse: Eğer Tanrı kötülüğü durduramıyorsa mutlak bir güce sahip değildir. Öte yandan kötülüğü durdurabilecek güce sahipse ve bilerek durdurmuyorsa böyle bir Tanrı’nın ‘mutlak iyi’ olduğundan söz edilemez. Evrendeki somut ve soyut olan her şey Tanrı’dan geldiyse kötülük de Tanrı’dan gelmiş olmalıdır. Yani Tanrı kötülüğün var olmasını istiyor olmalıdır. Bu argüman uzun yıllar boyunca teizme karşı olarak kullanılmıştır. Kötülük problemi karşısında teizm ardı ardına saldırıya uğrarken teistler de Tanrı’yı savunmak adına teodiselerle ateist argümana karşı gelmişlerdir. Epikuros’un başlatmış olduğu şey bu bağlamda çok önemlidir. Epikuros’un fitilini ateşlemiş olduğu bu sorun ahlakî, fizikî, doğal kaynaklı ve metafiziksel kötülüklerin hepsini içine alan bir ‘kötülük’ problemidir. 


  “İnsanoğlunu önemseyen bir Tanrı neden çocukların yakalanabileceği lösemi ya da sıtma gibi hastalıkları yaratmış olsun? Böylesi bir Tanrı depremlerin ve tsunamilerin gerçekleşmesine neden müsaade etsin?”   
Nigel Warburton

   
  Teizme göre; Tanrı, kadiri mutlak olandır. Tanrı, âlemi mutlak olandır. Tanrı esirgeyen, bağışlayan, iyilik sahibi olan, koruyup gözeten, adaletli ve iyi olandır. Kötülük problemi budur; Tanrı’nın sıfatlarıyla, var olana getirdiği şeylerin birbiriyle çelişik olmasına dikkat çeker, sıfatlarının ve eylediklerinin bağdaşmadığını iddia eder. Kısaca Tanrı iyiyse bu kötülüklere neden bir son vermiyor?

1. Teodise Modeli: “Kötülük Yoktur” 
  Augustinus ve Thomas Aquinas’ın kötülük problemi karşısında verdikleri yanıt olaya bambaşka bir bakış açısı katar. Her ikisine göre de kötülük aslında hiçliktir. Kötülüğün bir çeşit yoksunluk olduğunu söylerler; nasıl ki sağırlık pozitif anlamda yoksa yani duyma eyleminin yerine getirilememesi ise aynı şekilde kötülük de iyinin olmamasıdır. Evrendeki her şeyin iyi ve kötü arasındaki derecelerde bulunduğu düşünülebilir. Fakat burada kötülük, iyilikten bağımsız bir mevcudiyeti olan olarak algılanmamalıdır. Augustinus’a göre Tanrı mutlak ve saf iyiliktir ve bu değişmezdir. Her zaman ‘iyi’nin en tepe noktasındakidir. Ama evren yokluktan, yani iyiliğin eksikliğinden yaratılmıştır. Bu da demek oluyor ki: Evrendeki her şeyde iyiliğin ihmali vardır. Augustinus, ahlakî kötülüklerin yanında doğal kötülükleri de insanların işlediği günahların sonuçları olarak görür: 
  

 “Damak zevki bozulmamış birine lezzetli gelen ekmek, damak zevki bozulmuş birine lezzetli gelmeyebilir; gözleri sağlıklı birine ışık hoş gelirken hastalıklı gözlere acı verebilir. Aynı şekilde senin hakkaniyetin dürüst olmayan kişilere hoş gelmez: haydi haydi iyi olarak yaratmış olduğun ve aşağı seviyedeki yaratıkların bir bölümü ile uyum içinde bulunan bir engerek ve bir küçük yer solucanı da hoş gelmez. Kötüler bu aşağı bölgelere daha çok uyum sağlayarak sana (Tanrı) olan benzerliklerini yitirirler; tersine sana daha çok benzemeye çalışanlar ise, üstün yaratıklarınla daha çok uyum içerisine girerler. Kötünün ne olduğunu aradım ve onun bir töz olmadığını keşfettim, kötülük yüce tözden yâni Tanrım, senden yüz çeviren, bu içten zenginlikleri reddeden, daha aşağı seviyedeki şeylere dönerek dışarıda gururla şişinen bir irâdenin ahlâk bozukluğudur.”
Augustine, İtiraflar 
   

  Kötülüğün hiçlik olması yeterli bir cevap değildir. Çünkü hâlâ kötülük denen bir şey var ve hâlâ dünyada neden kötülüğün var olduğu sorusunu yanıtlamıyor. Bunun nedeni ise Augustinus ve Aquinas’ın farklı bir sorunu aşmaya çalışıyor olmalarıdır. Nedir bu sorun? Augustinas’a göre “Tanrı iyidir” demek “Tanrı iyiyle özdeş bir varlıktır” demektir. Ama insanlar bunu bu şekilde algılamaz. “Tanrı iyidir” denildiğinde iyilik Tanrı’nın bir niteliğiymiş gibi anlaşılır. Augustinus’a göre Tanrı’nın herhangi bir niteliği olamaz. Neden peki? Bu görüşü savunan en güçlü argüman karmaşıklık argümanıdır. Karmaşıklık argümanı nedir peki? Evren kadar karmaşık bir şeyi tasarlamaya ve sürdürmeye yetkin herhangi bir varlık olmalıdır. Bir yandan da bu karmaşık evrenin tasarımcısı akıllı olmalıdır. Ama karmaşıklığı açıklayan tasarımcının kendisinin açıklamaya ihtiyaç duymaması gerekir. Bu yüzden bu tasarımcı basit ve kendi kendisinin nedeni olmak zorundadır. 
 

  Augustinus ve Thomas Aquinas ile aynı fikirde olan, 20. Yüzyıl düşünürlerinden Alvin Plantinga karmaşıklık argümanını şu sözleriyle yorumlar: “Karmaşıklıktan yoksun olanın, nitelikleri arasında bir ayrım olamaz.”  Yani bir töze (Tanrı) binlerce nitelik yükleyemezsiniz der. Çünkü karmaşıklıktan yoksun, basit ve zorunlu olmalıdır. Açıkça ifade etmek gerekirse: Tanrı iyidir, Tanrı bilgilidir, Tanrı güçlüdür denildiğinde; Tanrı iyilik, bilgelik ve gücün kendisidir. Sahiplikten ziyade özdeşlikten bahsedilir. Yani Tanrı bu kavramlarla varlıksal olarak özdeştir.
  

  Kötülük probleminin kendisine gelmek gerekirse; Tanrı iyiyse kötülük olamaz. Çünkü Tanrı iyidir demek Tanrı iyilikle özdeş demektir. İyi olan şey kötü olamaz. Bunu ileri sürmek mantıksal olarak hatalıdır. Augustinus ve Aquinas’ın aşmaya çalıştıkları yer de bu kısımdır. Kötülük tanımını tekrar yapıyor ve kötülüğü iyilikten itibaren kavrayarak, iyiliğin bir derecesi olarak görerek bu sorunu kendilerince aşmış oluyorlar. Bu şekilde bakıldığında Tanrı iyiyken kötülüklerin nasıl oluştuğu sorusuna ışık tutmuş oluyorlar. Ancak hâlâ “Dünyada neden kötülük var?” sorusunu yanıtlamıyor. Anlaşıldığı üzere Augustinus ve Aquinas’ın teodisesi pek de tatmin etmiyor. Yine de mevcut kötülüğün var olmasının Tanrı’nın varlığını çürüttüğüne dair ateist argüman ayakta kalamaz. Peki kötülük olgusunun varlığı Tanrı’nın var olmasına neden bir engel değildir? Bunun cevabı da insanların kötü dediği şeyin büyük resimde kötü olmayabilmesidir. Bir diğer teodise modeli bu konuya açıklık getirir.

2. Teodise Modeli: Antropomorfizm      
   Thomas Aquinas bütün Tanrı kavrayışlarının bir çeşit antropomorfizmden çıktığını söyler. İnsanlar her şeyi kendi kavram anlayış kapasitelerince algılayabilir. Bu konu ilk başta bahsedilen kötülüğün pek çok anlamı olmasıyla doğru orantılıdır. Kötülük herkese göre değişkendir çünkü herkesin kötülük algısı farklıdır. Aynı şekilde “Tanrı…” şeklindeki bir ifade de fazlasıyla antropomorfizmden etkilendiği için hiçbir zaman tam anlamını karşılayamaz. Yani bir kişi “Tanrı iyidir” dediğinde bahsetmiş olduğu ‘iyilik’ o kişinin kendi kavrayışından yola çıkılarak kullanılır. Bu durumda Tanrı’nın asla olduğu şekliyle kavranılamayacağını öne süren negatif bir teoloji doğar. İnsanlar “Tanrı iyidir” dese bile iyi için olan anlamların hiçbiri Tanrı’yı niteleyemez ya da özdeşleyemez. Bundan dolayı her tanımlamada bir mesafe kalır. Bir diğer deyişle Tanrı için söylenen her şey, O’nu eksik ya da yanlış anlatacaktır. Thomas Aquinas’ın teizminde Tanrı’nın metafizik kavrayışında bir parça bilinemezcilik olduğu görülebilir.  
   

  Kötülük problemi açısından ulaştığı kısım ise şudur: İnsanların iyi ve kötü arasındaki yaptığı ayrım Tanrı için geçerli değildir. Çünkü insanların etik düzeyi ile Tanrı’nın mevcudiyeti bambaşka bir düzlemdir. Yani orada bambaşka bir durum olabilir ve insanlar onu göremiyor olabilir. Bu da bir sonraki teodise ile bağlantılıdır.

 

3. Teodise Modeli: Büyük Resim 
   İnsanlar iradesi kısıtlı varlıklardır. Her şeyi bilemezler, göremezler, duyamazlar, idrak edemezler, imgeleyemezler ya da öngöremezler. Dolayısıyla dünyadaki mevcut kötülüğün sonrasında bir iyiliğe dönüşebilme potansiyelini göremeyebilirler. Her olayın bir nedeni vardır. Her şey olaylar zincirinden meydana gelir. Ve bu zincirdeki kötü olan şey sayesinde çok daha iyi bir olay oluşabilir ve insanlar bunu göremeyebilir. Hatta o kötülüğü ortadan kaldırmak daha büyük kötülüklere yol açıyor olabilir. Ya da Tanrı iyilik uğruna bu kötülüğe izin vermiş olabilir. 2. Teodise modeli ile örtüşen bu mekanizmada insanların kısıtlı iradeleri nedeniyle öngöremedikleri olayların arka planında bambaşka bir iyiliğin oluşumu olabildiği üzerinde durulur.  
   

  Fakat bir ateist buna karşılık şöyle bir açıklama getirebilir: Bahsedilen durum sadece kısıtlı bir güce sahip olanlar için geçerlidir. Yani söz konusu bir insan olduğunda bu açıklama geçerli olabilmektedir çünkü insanların her şeye gücü yetmez. Ama konu Tanrı olduğunda durum biraz daha ilginçleşiyor. Eğer Tanrı sonsuz güce sahipse böyle bir sıkışıklık içerisinde kalmadan, kötülüğü meydana getirmeden de iyiliği meydana getirebiliyor olmalıdır. “O aynı anda hem insanların acısını dindirip hem de dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilmeli” diyebilir bir ateist. Bu karşı çıkış anlaşılabilir ama bir teist de buna karşı şöyle bir argüman sunabilir: “Tanrı’nın yapabileceklerinin bile bir sınırı vardır” Nedir bu sınır? Mantığın sınırları. Tanrı sıcak bir buz yaratamaz mesela çünkü kendi aralarında çelişiktirler. Tanrı mantığın kurallarını çiğneyemez. Son ateist argüman, kötülük problemi bağlamında bizi şuraya götürür: Tanrı kötülüklere engel olamaz çünkü bu Tanrı’nın gücünü aşar. Tanrı kötülükle birlikte özgür iradeyi de yaratmıştır. Kötülüğü kaldırması kendi yarattığı şeyi ezip geçmesi olur. Bu da bir diğer teodise modeli ile ilişkilidir.

4. Teodise Modeli: Özgür İrade Savunusu 
   Kötülük probleminin çözümüne ilişkin en önemli girişimlerden biri özgür irade savunusudur. Tanrı hem daha iyi olmamız için dünyadaki bütün kötülükleri ortadan kaldırıp bizi iyiye yönlendirip hem de bize özgür irade veremez. Bu durum mantığın ilkelerine terstir. Bu yüzden iyiliği seçebilmemiz adına kötülüğe izin vermiş olabilir. “Özgür İrade Savunusunu kabul edenlere göre kötülük yapma olanağını içimizde taşıyor olmamız özgür iradeye sahip olmanın zorunlu bir sonucudur; aksi takdirde gerçek anlamda özgür iradeden söz edilemez.” Alvin Plantinga da buna değinir. Tanrı’nın varlığını tehlikeye sokmadan kötülük olgusunu açıklamamıza müsaade ettiğini söyler. Yani Tanrı bize özgür irade vermek için kötülüğü yaratmak zorunda kalmıştır. Zorunda kalmıştır ifadesinin kullanılmasının bir sebebi vardır çünkü bir çeşit zorunluluk olarak yorumlanabilir. Tanrı kötülük olmadan özgür iradeyi yaratamazdı. Çünkü seçim yapmamız için elimizde iyilikten fazlası olmak zorundadır. Ama Tanrı isteseydi insanların bunu fark edemeyeceği şekilde düzenleyemez miydi? Yani dünyada kötülüğün olmadığı ve bizim yine de bir şekilde özgür iradeye sahip olduğumuz bir dünya tasarlayamaz mıydı? Bu epey mantık dışı olurdu ama her şeyi Tanrı yaratmıştır, dolayısıyla mantık da bu yaratılan kavramlar içindedir. İsteseydi mantığın kuralları farklı olamaz mıydı? Tanrı mantığın kuralları karşısında bir aksiyonda bulunmamıştır. Ama şimdilik mantık konusunu burada bırakmak daha iyi olacaktır.  
   

  Immanuel Kant, Conjectural Beginning of Human History adlı makalesinde ilk günah ve ahlaki özgürlük arasındaki ilişkiden bahseder. Yani insanların etik bireyler olmalarının koşulu günah işleme potansiyellerinin olmasıdır. O yüzden kötülük problemi konusunda teizmin güçlü bir argümanı olduğu söylenebilir. Tanrı insanlara özgür irade vermiştir ve bakıldığında seçme özgürlüklerinin olması dünyada kötülüğün olmasından çok daha iyidir. Yani Özgür İrade Savunucularına göre insanoğlunun özgür iradeye sahip olduğu bir dünya, sadece iyi olanı yapmaya programlandıkları bir dünyaya kıyasla daha tercih edilebilir bir seçenektir. Eğer sadece iyiyi yapmaya programlanmış robotlar olsaydık eylemlerimizin ahlaken iyi olduğunu dahi söyleyemezdik. 
  

   Ama ateistler buna şu şekilde bir karşılık verebilir: Özgür irade ne şekilde mümkün? Bir seçme hakkımız var mı gerçekten? Tanrı insanların her birinin ne yapacağını biliyorsa nasıl bir seçmeden söz edilebilir? Aynı şekilde “Eğer Tanrı iyi mi kötü mü olacağımı biliyorsa bir sınavın ne anlamı var? Ben bana yazılan kaderi yaşıyorum.” diyebilir bir ateist. Çünkü böyle bakıldığında bireyin bir şey yapma özgürlüğünün olmadığı anlamına gelir.  


   Bu saldırıya karşı ise şu şekilde bir açıklamayla karşılaşılır: Bu konu aslında insanların zaman algısıyla alakalıdır. Teistler Tanrı’nın ezeli ve ebedi olduklarını söylerler. Aynı zamanda tüm insanlar evreni, dünyayı, olayları ve deneyimledikleri/deneyimlemedikleri her şeyi zaman ve mekân kavrayışları içerisinde düşünür. Zaman ve mekân şeyleri anlamlı kılmak üzerine kurulan ilkelerdir. Ama Tanrı öncesi-sonrası bakımından zamansızdır. Augustinus ile aynı fikirde olan Bethius da Tanrı için tüm zamanların şimdiki zaman anlamına geldiğini söyler. Tanrı için önce-sonra yoktur. O her şeyi aynı anda bilir. Yani söz konusu olan şey mutlak bir şimdi. Bu durum Augustinus’ı ‘öznel zaman teorisi’ne götürür. Öznel zaman teorisi 21. Yüzyılda tartışmaya çok açık bir konudur ama kısaca açıklamak gerekirse: Geçmiş ve geleceği aslında şimdiden itibaren düşünmektir. Geçmiş, yaşananların şimdiki zamandaki belleğidir. Gelecek de şimdiki zamandaki beklentilerle ilişkilidir. Iki türlü de şimdiki zamanla ilişkilidir. Geleceği ve geçmişi şimdiden itibaren kavramak mümkündür. Bu durumda geçmiş, şimdi ve gelecek; bellek, görünen ve beklentidir. Ama Augustinus da bu açıklamadan tatmin olmaz ve İtiraflar’da bunu itiraf eder.

5. Teodise Modeli: Mümkün Dünyaların En İyisi 
   Mümkün dünyaların en iyisi olduğu argüman imkân delili olarak ele alınır. Bu argümana göre Tanrı, imkanlar dahilinde yaratılabilecek dünyaların en iyisini, en düzgününü ve insanlar için en faydalısını yaratmıştır. Ve en iyiyi yaratmak için Tanrı bazı kötülüklerin var olmasına göz yummuştur. Bu argümanı Kötülük Problemi karşısında çözüm yolu olarak gören kişi ise 18. Yüzyılda yaşamış olan Gottfried Leibniz’dir. Leibniz, diğer filozoflardan farklı olarak kendi tanımını yaptığı ve “madde” anlamına gelen monadlar arasından en uygun olanları aktifleştirerek Tanrı’nın evreni yarattığını dile getirir. Leibniz’e göre Tanrı ince eleyip sık dokuyarak evrendeki eşsiz bir düzen yaratmıştır. Fakat evrendeki varlıklar eksik monadlarla yapılmışlardır. Tam olmaları beklenemez çünkü eksiksiz ve kusursuz olan tek şey Tanrı’dır. Eksikli varlıklardan kaynaklanan aksamalar ve kötülüklerin Tanrı’dan kaynaklanmadığını öne sürer.


  “Madem mümkün dünyaların en iyisinde bile bu kadar kötülük ve acı olacaktı o zaman Tanrı neden böyle bir dünyayı yaratmaya karar verdi?” sorusu Leibniz’e karşı getirilebilecek bir sorudur. Leibniz bu soruya şöyle cevap verir: “Varoluş, varolmayıştan daha iyidir.” Bu cevap ise tatmin edici bir cevap değildir. Çünkü bu cevabın altını doldurmaz.  


   Leibniz kötülüğün varlığını reddetmez ya da Augustinus gibi kötülüğe yeni bir anlam kazandırma çabasına girişmez. Kötülüğün var olduğunu kabul eder ve bu kötülükle birlikte evrenin düzene kavuştuğunu söyler. Leibniz; kötülüğün, iyiliğin anlamı olması açısından var olması gerektiğini savunur. Çin’de ortaya çıkmış olan “Yin ile Yang” kuramıyla örtüşen bir açıklama yaptığı söylenebilir. Kötülük olmadan iyilik olmaz, iyilik olmadan kötülük olmaz.

 

David Hume’un Teodise Eleştirisi 
   Yine 18. Yüzyıl düşünürlerinden Voltaire ve Hume, Leibniz’in teodisesini yerden yere vurmuştur. Voltaire Kötülük Problemi karşısında “mümkün dünyaların en iyisi” felsefesini Candide adlı eserinde çok sert eleştirmiştir. David Hume ise “Doğal Din Üzerine 
Diyaloglar” adlı eserinde Tasarım Argümanı karşısında Kötülük Problemini geliştiren Philon karakteri üzerinden eleştirilerini dile getirir. Tasarım Argümanı, saat gibi tasarlanmış bir nesne ile göz gibi doğal bir nesnenin, birçok yönden benzerliğe sahip olduğu fikrine sırtını yaslar. Tasarım Argümanı, saatin nasıl bir tasarım sonucu oluştuysa ve saatin bir tasarımcısı varsa aynı şekilde doğal olan bir nesnenin -göz gibi- de bir tasarımcı tarafından oluşuş olması gerektiğini savunur. Bu analojiyi mekanik ve sistemli çalışan insan ürünü olan farklı nesneler üzerinden de kurarlar. Hume bu görüşü mantıksız bulur ve iki hata barındırdığını dile getirir. Hem evrenin saate benzetilmesini hem de güçsüz bir analoji kurularak Tanrı’nın varlığının ispatı olarak görülmesini hatalı bulur. Hume Tasarım Argümanı üzerinden Kötülük Problemini farklı konular üzerinden ele alır ve iki karşı çıkış noktası oluşturur. İlk olarak evrende bir düzen olmadığını savunur ve evrende bir düzen olsa bile bunun ulaştığı noktanın Tanrı’nın var olduğu noktası olamayacağın üzerinde durur. Teodiselere karşı Hume’un sert tavırları şu sözlerle özetlenebilir: 
  “Biri, Evren’in bir zaman tasarı gibi bir şeyden çıktığını söyleyebilecek ya da kestirebilecektir. Fakat bu noktanın ötesinde tek bir şey bile söylemeyecek ve teolojisinin her bir noktası, son derece geniş bir hayal ve varsayma boşluğuyla saptanmaya bırakılacaktır. Böyle bir kişinin bilebileceği kadarıyla bu Dünya, üstün bir ölçütle karşılaştırıldığı zaman çok kusurlu ve yetkinlikten pek uzaktır. Bir çocuk tanrının ilk denemesi olabilir. Aksak işçilikten utanıp belki onu, sonradan yüzüstü bırakmıştır. Evren, yalnızca bağımlı, aşağı düzeyde bir Tanrısal varlığın eseri olabilir. Belki üstlerinin alay konusudur. Yahut çok yaşlanmış bir tanrının bunaklık çağının bir ürünüdür de aldığı ilk hız ve etkin atılışla, onun ölümünden beri kendi başına bir macera yaşamaktadır.”

  Sonrasında ise şöyle der: 
   “Din ve Tanrı konusu bütünüyle bir bilmece, açıklanamayacak bir gizemdir. Buna dair en titiz arayışımızın tek sonucu korku ve belirsizliktir. Bu nedenle herhangi bir apaçık hüküm ortaya koymak mümkün değildir.”

 

Immanuel Kant’ın Teodise Eleştirisi 
   Kant, diğer filozoflardan ayrı olarak teodiseyi eleştirmek için bir makale (Tüm Felsefi Teodise Teşebbüslerinin Başarısızlığı Üzerine) yazmıştır. Bu yüzden de en ciddi eleştirileri Kant yapmış denilebilir. Kant teodiseleri “kuramsal teodiseler” ve “otantik teodiseler” olarak iki başlığa ayırdıktan sonra teodiseyi savunanları “Tanrı’nın avukatı”, savunmaya da “dava” olarak adlandırır. Kant tanrının avukatlarından Tanrı’yı savunmak için tutarlı bir cevap vermeleri gereken maddelere değinir:
1. Ya Dünya’daki gâyeliliğe aykırı olan şeylerin aslında öyle olmadığını kanıtlamalıdır.
2. Ya aykırı olduğunu itiraf etmeli, fakat neden öyle olduğunu açıklamalıdır.
3. Ya da son olarak, Tanrı’nın mutlak güç olduğunu fakat kötülük türü olayların sebeplerinin Tanrı’dan olmadığını, bilakis, insan veya insanüstü ruhlar gibi, iyi ve kötü başka bir sorumlu varlığın olduğunu kanıtlamalıdır.


   Sonuç olarak Kant şuna varır: Tanrı’nın avukatları Tanrı’yı savunma konusunda başarısız olmuştur. Kant, yapılan teodiselerin karşısında durup sert bir şekilde eleştirmiştir fakat kendisi de kötülük problemini çözmek için bir yol üretmemiş ve bu sorunun çözülemez bir sorun olduğunu ileri sürmüştür. Yani Kant insanların kısıtlı iradeleri nedeniyle çoğu şeyi anlayamacaklarının altını çizip her şeyi açıklayabilecek güce sahip olmadığımızı da kabul etmemiz gerektiğini söyler. Kant ile aynı fikirde olan Arthur Schopenhauer da hemen hemen aynı şeyleri söylemektir. 


   Kötülük problemine karşı getirilen teodiseler ve teodise eleştirileri, görüldüğü üzere oldukça hararetli bir tartışma doğurmuştur. Ancak ortak bir noktada buluşulamamıştır. Sonuç olarak insanlar var oldukları sürece bir konunun kabulü mümkün değildir çünkü dünyada milyarlarca beyin vardır ve her beyin farklı bir bakış açısıdır. Kötülük problemi hiçbir zaman açıklanamadı ve hiçbir zaman da açıklığa kavuşamayacaktır. Teizm karşısında kullanılan güçlü bir argüman olduğu kabul edilebilirdir ama teistlerin “Tanrı vardır” argümanını tamamen çürüten bir niteliğe sahip midir?

KAYNAKÇA
Nigel Warburton, Klasiklerle Felsefe
Nigel Warburton, Felsefeye Giriş
Augustine, İtiraflar
Alvin Plantinga, Tanrı, Özgürlük ve Kötülük
Immanuel Kant, İnsanlık Tarihinin Varsayımsal Başlangıcı
Aliye Çınar, Leibniz’de Kötülük Problemi ve Teodise
David Hume, Doğal Din Üzerine Diyaloglar
Kazım Arıcan, Kant’ın Kötülük Anlayışı ve Teodise Eleştirisi

müstakil blog-post
keyfi yazı hanesi
Önceki
Müşteri Gözünden Sosyal Medya Pazarlaması Hakkında Bilinmesi Gerekenler!

Müşteri Gözünden Sosyal Medya Pazarlaması Hakkında Bilinmesi Gerekenler!

Sonraki
Kasko Sigorta Nedir?

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.