Bu makalemde, “kötülük problemi” olarak adlandırılan bir olguyu hakikat yönünden incelemek ve bu tartışmaya katkıda bulunmak istiyorum. “Kötülük problemi” adlı felsefi tartışma yüzyıllardır en ünlü felsefecilerin bile katıldığı bir tartışmadır.Her filozof kendi hayat görüşüne uygun olarak açıkladığından çok sayıda açıklama mevcuttur.Aristo,Platon,Sokrates gibi Antik Yunan filozoflarından günümüz felsefecilerine kadar sürekli tartışılan bir olgu olup ders kitaplarına kadar girmiştir.Burada açıklayacağımız görüşler tasavvuf kültürü içinde olmayanların da anlayabileceği tarzda olmasına karşın tam olarak kavranması hakikat ehli tarafından olacaktır.Var olan kötülüklerin tanrı ile nasıl bağdaşacağı şeklinde açıklayabileceğimiz “kötülük problemi” kötülüğün yaratılmış mı olduğunu, yoksa kötülüğün tanrıda olmadığı sadece insandan mı zuhura geldiği şeklindeki tartışmalar tabi ki sonuca varamamıştır.
Çünkü bunları anlayabilmek için varlığın ne olduğunu, yaratanın ne olduğu, yaratılanın ne olduğunu bilmek gerekmektedir.Bu ancak, ehli hakikat seyri süluk denen yolla, yıllarca uğraşla elde ettikleri tecrübelerle bilinebilir.Bunu bilmek ancak varlığın özünü bilmekten geçer ki varlığın özünü bilmek de ancak insanın ne olduğunu ve insanın da kendisini bilmesinden geçmektedir.”Kendini bilen Rabbini bilir” hadisinin önemi burada ortaya çıkar.
Hakikatte Hakkın varlığından başka varlık yoktur.Tabi ki bunu dediğimizde o zaman kötülük nerden geliyor ve ceza nedir? sorusu ortaya çıkacaktır.Şeriat aleminde ise(Hakkı ve canlıları birbirinden ayrı gören ,Allah dışında çok sayıda irade kabul eden insanların oluşturduğu alem-bu kavramı kullanırken islam dinine ait şerri kuralar anlamında kullanılmamıştır) kötülük insanlardan gelir çünkü cüzzi irade vardır bu cüzzi irade ile kötülük meydana gelir ve karşılığında da Allah ceza verir şeklinde bir çıkarım yapılır.Fakat imanın şartlarından olan hayır ve şerin Allah’tan geldiğine inanmak zorundadır ve Allah’tan nasıl şer gelir?Allah’ta şer var mıdır?soruları kafaları kurcalar.Ayrıca nefsi,şeytanı veya cezalandıracak da olsa kötü- şaki kimseleri Allah niçin yaratmıştır düşüncesi gelir.Çünkü yoktan var etmiş bu kişileri yaratmasa hem kötülük ortaya çıkmayacak hem de cezaya gerek duyulmayacaktır.
Şu halde ister hakikat alemine ait düşünceler olsun ister şeriat alemine ait olsun cevaplanması gereken sorular vardır. Demek ki sorunun ana kaynağı temelde aynıdır.Bunu anlayabilmek için ayetlerle yola çıkalım. İki grup ayet veriyorum birinci gruptakiler her şeyin Allah’tan olduğuna dair ayetler.İkinci gruptakiler ise Allah’ın yanında kulunda rolünün olduğunu gösteren ayetler ki şeriat aklıyla bakarsak gene çıkamayız bu durumdan çünkü çelişki varmış zannederiz…1.grup ayetlerden örnekler..Onlara bir iyilik isabet ettiğinde, “Bu, Allah katındandır!” derler. Ama kendilerine bir kötülük dokunduğunda, “Bu senin yüzündendir.” derler. De ki: “Hepsi, Allah katındandır.” (nisa 78)Kendileri için güzellik takdir ettiğimiz kimselere gelince, onlar Cehennemden uzak tutulmuştur.(enbiya 101)Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. (kassas 68)Sizi de, yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır. (Saffat 96)Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık(araf 179)Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir…(fatır 8)Hiç şüphesiz, Biz her şeyi kader ile yarattık. (Kamer Suresi,49)O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez.(enam 59)Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz(insan 30) 2.grup ayetler:İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir.(nisa 79)Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah birçoklarını da affediyor.(şura 30) Bu ayetler uzatılabilir.Şimdi Allahın zatını su buharı olarak düşünelim ve su buharının yoğunlaştığında kar, yağmur olmasını ise O Zat’ın sıfatlarını izhar etmesi yani sıfatlarıyla belirmesi şeklinde örnekleyelim. İşte bu alem de böyledir ki zatın dışında bir şey yoktur ve o zatın sonsuz sıfatları vardır.O su buharı halinde gizli yani batında.(El batın ismi),kar ve yağmur şeklinde görülmesi sıfatlarının belirmesidir.(El zahir).Yani yaratıldı denen hiç bir şey Allah’tan ayrı farklı bir varlık olarak onun dışında başka bir varlık değildir.Onun zatının belirmesidir.Açığa çıkması, yani zahir olmasıdır.(Allah için zahir batın kavramları yoktur, insanlar tarafından anlaşılması için vardır, ayrıca ehli için de zahir, batın şeklinde algılanmaz tevhid edilmiştir.Bunun dışında sadece ariflerin bildiği Zahir ve Batın isimlerinin başka anlamları da vardır.) İşte o su buharı her yerdedir ve insanda tecelli ederek kemalat şeklinde belirmesi söz konusudur.İnsandaki gizli hazine o zat olup “bilinmekliğimi istedim” dediği yerdir.Bilinmekliğini istediği yeri uzakta aramamak lazım o insanın kendisidir.Onun muhatabı olarak herkes kendisini görmelidir.Ete kemiğe büründüm yunus diye göründüm” diyen o su buharının yağmur olduğunu söylemesidir, başka varlık yoktur.Bunu arifler denizin dalgasının kendine ait bir varlığı olmayıp denizin bir görüntüsü olduğunu söyleyerek, deniz dışında bir şeyin olmaması şeklinde örnek verirler.Günümüz kuantum fizikçileri de aynı şekilde atomu oluşturan yapıların bile bir enerji denizi boyutunda olduğu ve bu enerjinin atomlar ve daha büyük sistemler olarak belirmesi olarak anlatırlar.Aynı denizin dalgalanması gibi..Aynı topraktan, çok farklı kokusu,rengi,tadı,şifa kaynağı olan sayısız bitkilerin bitmesi gibidir.Bir tohumda ağaçtaki dalların yaprakların meyvelerin saklı olması gibi.O tohumda hepsi vardır ama açığa çıktığında görülür, anlaşılır.Zatın sınırsız isimlerinin işlediği, O’nun sonsuz sıfatlarının belirmesi olarak anlamalıyız. Allah’ın yarattığı işlerde eksiklik yoktur,yani Allah’ta eksik yoktur. Allah’ın batın olduğu halkın zahir olduğu şeriat alemini de yaratmıştır. Örneğin Allah kula teşekkür edilmesini sever bunla ilgili bir anlatımı olsa şeriata ait bir anlatımdır.Ama kula teşekkürün aynı zamanda Hakka şükür de olduğunu anlatır.Bu anlatımı ise hakikat ehlinedir.Yukarıda verdiğimiz iki gruptaki ayetler bundan dolayı anlatım olarak farklılık gösterir. 1.gruptakiler hakikati 2.grup ise o hakikatin halk içinde yaşama detayıdır. Öyleyse 1.grup ayetler Allah’tan başka bir varlık olmadığını anlatmak içindir.Peki bu durumda 2.grupta verilen ayetlerin detayını nasıl anlamalıyız? 2.grupta verilen ilk ayet de yani Nisa 79’da nefse dikkat çekilmektedir. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir denmesi nefs varsa kötülük vardır sonucunu çıkarmaktadır.Kötülük ve sonucunda meydana gelen ceza o nefsten kaynaklanmaktadır.Bu anlamda Allah’ta kötülük yoktur.(Burada nefsten kasıt nefsin emmare sıfatıyla görüldüğü yerdir,yoksa Hakkın zati tecellisi anlamında değildir)Ayette belirtilen nefs hala terbiye edilmemişse o zaman kötülük ve şer vardır.Yine 2.grupta verdiğim 2.ayet olan Şura 30’da nefsten dolayı meydana gelen ceza da vardır.Şimdi nefs nerden o da Allah’tan veya Allah’ın yarattığı değil mi?denecektir.Bu durumu şu şekilde açıklayalım: Allah’ın celali ve cemali sıfatları vardır.Celali görüntüleri yani belirmeleri kendinin gayri şeklinde gözükür ki kendisinden başkası olmadığına ayna olsun.Her şey zıttı ile vardır. Örnek verecek olursak;Kahhar(kahredici),Mudil(saptıran),Müzil(hor-hakir eden) gibi Celali isimlerin karşılığı olan Cemali isimlerden;Gafur(bağışlayan, günahı örten),Rahman(rahmet eden),Hadi(hidayet eden) gibi… Bu isimler karşılıklı olup aynı zattan çıkarlar.Aynı zatın isimleri olup görünen halkiyet içindeki ve görünmeyen enfüsümüzdeki alemlerde işler durur, hiç biri atıl kalmaz.Mesela şafi ismi şifa veren demektir.Şafi isminin işlemesi için hastalık olması lazımdır.İnsan celali bir tecelli ile hasta olur, sonra Şafi ismi işler insan şifa bulur veya Tevvab (tövbeleri kabul edici) işlemesi için günah lazımdır.Bu konuda şu hadisi bulabiliriz.”Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:“Nefsim kudret elinde olan Zat’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi.” [Müslim, Tevbe 9, (2748).] Allahtan sabır istemeyin hadisi vardır, çünkü bela istiyorsun demektir.Sabır için bela lazımdır, Allah’ın El-Sabur isminin o mazharda işlemesi için.Mani ismi vardır, mani olur bir konuda ve engel olmasının hikmeti vardır. El-Kabıd ismi daraltan,sıkan demektir;El Basıt ise açan,genişletendir. Bunlar için Esma-ül Hüsna’ya bakılabilir, tabi Allah’ın isimleri sadece bu yazılanlardan ve Esma-ül Hüsna’da olanlardan ibaret değildir. Şimdi Allah şeriat aleminde, halkiyetinde bu isimleri işletir,imtihan yapar,bela da vardır, sabır da ,nimet de vardır şükür de…tabi tüm bunlar hayatın içinde olduğu için bu konularda ayetler de vardır.Ayetlerdeki ceza şudur:Muhammedi olmayanlar için yarattığım bu alemde muhakkak ceza oluşur ,bunun nedeni Allah’ın koyduğu kanunlardır.Tıpkı doğa kanunu olarak bilinen yağmurun yağması gibi..Çok içki içersin alkolik olursun, kumar oynarsın rezilliğe batarsın,birinin kalbini kırarsın vicdanın sızlar.Zina yaparsın yuvanı dağıtırsın; yani Allah’ın yarattığı ceza, Allah’ın gökten gönderdiği ceza olmayıp Allah’ın sünnettulah dediğimiz Allah’ın yarattığı düzenine uymamaktandır.Allah için değil,insanın kendisi içindir emir ve yasaklar. Bu ayetlere uyup uymamanın sonunda Allah’a bir zarar veya yarar sağlanmaz.Oruç, namaz ,kalp kırmamak, tüm bu emir ve yasaklar kul içindir, Allah için değildir.İnsan bunlara uymakla kendisi yarar sağlar. Hakikatte ise hiç bir kimsenin kendi başına müstakil bir varlığı yoktur .Allah senaryoyu yazar ve oynar.Tüm işleyen isimler kendisinindir ve mazharlarda da beliren kendi sıfatlarıdır. “Herkes kendi yaratılışına göre davranır”(isra 84) yani hakikat ehli bilir ki her kul kendi fıtratı doğrultusunda işini yapar.Kul fenafillah olursa cezanın şeriata ait bir durum olduğunu görür.Çünkü şeriatte nefsi emmare vardır bunun karşılığında şer vardır ,ceza vardır.Ama Kişiye Allah’tan bir aşk ulaşırda kamil bir öğretici bulup daim zikir alır ve telkin edilen meratiplerle miraç ederse, fenafillah zevki ile ölmeden önce ölür ve Hakkın yüce dost makamına daha Dünya’da iken ulaşırsa o zaman emreden nefsten kurtulur.Bu kurtulma ile birlikte kendini Muhammed makamına teslim eder.Orada artık celali-cemali isimlerin ayrımı yapılır. Muhammed’e göçen insan da ceza görmez.Çünkü Allah’ın yarattığı bu sistemin kendisi için olduğunu bilip ona göre yaşar.Gelen Celali tecellileri de ceza olarak görmez.Yunus burada :Hoştur bana senden gelen
Ya gonca gül,yahut diken
Ya hilattır,yahut kefen
Narında hoş,nurunda hoş
Miskin Yunus sana kuldur
İster ağlat,ister güldür
İster şad et,ister öldür
Narında hoş,nurunda hoşdemiştir.Nefsi raziyeye ulaşmıştır.O salik için ceza bitse de şeriat aleminde ceza devam eder ,çünkü o alem nefsin alemi olup nefsi davranışların sonuçları işlemektedir. İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir.(nisa 79) yani nefsini kaldır ki, kötülük diye bir şey kalmasın diyor ayet.. Eğer kişi nefsini tezkiye eder yani temizlerse o zaman nefse ait bir şey kalmayacağından ceza da kalmaz. “Benliği temizleyip arındıran, gerçekten kurtulmuştur.(şems 9) Nefsi emmare zanlarla örülüdür.Failin kim olduğunu bilmez,kendindeki sıfatların kimin olduğunu bilmez.Tecellilerin nerden geldiğini bilmediği gibi zatını da tanımaktan uzaktır.Ondaki gizli hazine olan Allah’tan üflenmiş ruh, emmare nefs tarafından örtülmüştür.Bu zanlı görüşlerde onun yaşantısında yani fiiliyatında Muhammedi ahlakın dışında hallere sokar ki bunlar da kötülük olarak adlandırılır.Halbuki her işi Allah yaptığından nefsin yaptığı zannedildiği işler gittiğinden her işin hikmetini bilir.Nefsi emmare kalmayınca kötülükte kalkar.Kötülüğü kötülük olarak gösteren nefsin zanlarıdır.Zan ise var olmayan bir şeydir.Ama şeriat aleminde nefs vardır ve kötülük vardır.Bu anlamda hangi pencereden yaşadığımıza ve baktığımıza bağlıdır… Bize doğruyu görmek için Hakkın gözü lazımdır ve bu basiret gözü için de kendi zanlı görüşümüzden kurtulup fenafillah olmamız gerekir.Bu hale ulaştık mı şeriat alemindeki cezayı da anlarız hakikatte ki ödülü de, Zatın kendini izhar ettiğini ve başkasının olmadığını da görürüz. Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına..(Enam 104) Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir”(kaf 22) İyi bilinmeli ki iman olsun, hakikat olsun zıttı ile anlaşılır. Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak üzere ve belli bir süreye göre yarattık. (ahkaf 3) Her şey Hak yaratılışlıdır.Aslında batıl olarak gözüken “batıl” yaratılmıştır. Hakikatte, batıl Hakkı göstermek için yaratıldığından o da görevlidir ve o da hakktır.Batıl da Hakktandır ama batıla uymayıp Hakka uyulur ve batıl burada hakkı göstermek amacıyla batıl olarak görevini yapması Haktır.Burdan bakılırsa batıl bir şey yaratılmamasının ne olduğu görülür. İşte nefsi emmare de olsa batıl gözükse de hakikatte batıl olmayıp imana kavuşturmak için görevlidir aynı şeytan gibi..zaten nefs- şeytan enfüs afak olarak aynı celali tecellidir ve aynı manayı ifade eder. İnsanları imana kavuşturmak için çalışırlar.vesvese verir ,o vesvesenin etkisi ile ondan kurtulmak için saatlerce sohbet,tefekkür çıkar ve iman elde edilir.Allah’ın güzelliğinin, cemalinin anlaşılması için celal gerekir.Tıpkı Dürüstün, iyinin anlaşılması için kötü ve sahtekarlık gerekmesi gibi.Düzgün olmanın, hakikatin, güzelliğin,dürüstlüğün, ahlakın öneminin, anlaşılması, ortaya çıkması için Celali tecelliler gerekir. Her yaratılan eşler halindedir ve zıttı vardır.. Herşeyden iki çift yarattık ki düşünüp anlayabilesiniz.(zariyat 49) Hz.Adem’e şeytan çıkarıldı,Hz.İbrahim’in karşısına nemrut çıktı,Hz.Musa’ya firavun,peygamber efendimize ebu cehil…hep zıttı ile var oldular.Zıt olmasa, onla mücadele olmasa değer ortaya çıkmaz.Peygamber ahlakının güzelliğinin anlaşılması için Ebu cehiller lazım ki efendimizin güzelliği tam manasıyla anlaşılsın,peygamberin farkı ortaya çıksın. Baktığımızda bir filmde hep güzellikler olsa onu kimse seyretmez.Abartılı kötülük olursa da pek seyredeni olmaz.Filmin çok seyredilmesi ,güzel film kategorisine girmesi ve bir öğretisi olup yararlı sonuçlar çıkarması için zıtlıklar lazımdır.Buna karakter çatışmaları denir.Dramanın tanımı çatışmadan ortaya çıkandır.Yani filmde kötü karakterler vardır, iyi karakterler vardır.Sevinç vardır,üzüntü vardır.Kötü olmaz ise ne aksiyon olur ,ne intikam olur, ne de filmin heyecanı olur.Şeriat ehli filmi gerçek zanneder ve kötü karakterlere çok kızar, hatta dışarıda görse küfür eder o sanatçıya.Halbuki adam çok iyi birisidir gerçek hayatta. Ama rolü gerçek sanan cahiller tarafından saldırıya uğrar, işte bu şeriat ehlidir(şeriat ehli kavramını daha önce belirttiğimiz gibi tasavvuf dilinde terim olarak kullanıldığı şekilde kullanmaktayız,yoksa kuranın emir ve yasaklarını uygulayan anlamında değildir.Yoksa Hakikat ehli kuranın hükümlerini baş tacı sayar,şeriat emirlerini en iyi şekilde uygular ve tahkik eder, ilm-i ledün’den haberi olmayan avam hakikat ehlini taklit eder fakat şekilde kalır.Bedeni secde etse de kalbi secde etmez,işte bu manada ilm-i ledün’den haberi olmayan şeriat ehli;kendini ayrı Hakkı ayrı sanan, işlerde Hakkın işini göremeyen, sebeplere takılanlar grubu manasındadır)Bu dinin özünü anlamayıp, şeklinde kalan avamlar kendi içlerindeki karanlığı dışarıda görürler.Kendi nefslerindeki karanlıktan dolayı insanları Alevi,sünni,hıristiyan,müslüman,kafir diye sınıflandırıp, kendisine bir saldırı yapmayan insanlara saldırıp toplumu bölerler,insanların haklarına tecavüz ederler,kendilerinin uydurdukları dini Dünya’ya İslam diye tanıtıp İslam’a en büyük kötülüğü yaparlar.O kötü gördükleri kafirlerden bile daha kötü durumda olduklarını göremezler,Dünya’yı kendi gibi hoşgörüsüz,sevgisiz,kan ve zorbalık dolu yapmaya çalışırlar.Her türlü çıkarları dinlerinin de üstündedir,vatanlarının da(Bu avam tabakası sadece müslümanlar arasında değil, diğer semavi dinlerde de görülmektedir ve dinleri farklı da olsa aynı tabakanın insanıdır) Çıkarlarını korurken dini kullanmayı da ihmal etmezler.Hakikat ehli, ise hem filmi seyrederken, hem de dışarıda oynayanların rol yaptığını bilir, senaryoyu yazanın belirlediğinin dışında bir rol yapamayacağını da bilir.Kötü adama bile ne güzel oynuyor işini yaptı der.İşte” kötülük sorunu” karagöz- hacivat perdesinin arkasını ,yani oynatanı bilmediğinde ortaya çıkan ve çözülemeyen bir olgudur.Buna karşın perdenin arkasında oynatanı bilen ve perdenin önündekilerinin varlığının olmadığını, birer gölge olduklarını bilen için sorun değildir. O Hakikat erenleri Yüce Sultan’ın sıfatlarını ve fiillerini görürler, hem ayrımını yaparlar, hem de Zatın güzelliğini kendilerinde ve halkta görürler. Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz. Ta ki, onun hak olduğu kendilerine ayan beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi?(fussilet 53) Yaratılanı severim yaratandan ötürü dedikleri gibi,yaratanı severim yaratılandan ötürü derler.İçlerindeki sevgi ile aleme bakarlar, insanlar arasında ayırım yapmayıp,bencillikleri kalmadığından halkın çıkarları bile kendi çıkarlarından önce gelir. İşte hakikat ehli ile şeriat ehli arasındaki en büyük ayrım şeriat ehli hep kendini düşünür, alıcıdır,insanları sınıflara sokar,sürekli kusur görür,kendini doğru yolda,çoğu kişiyi yanlış yolda görür,herkese karışır, halkı cehenneme yollamaya meraklı ,zorlaştırıcı,sevimsiz tiplerdir…Hakikat ehli ise hep vericidir,her şeyi yerli yerinde gören,hoş görülü,sevgi dolu kolaylaştırıcıdır. “Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Hadisi çok manalıdır.Şeriat,tarikat yoldur varana.Hakikat,marifet andan içeri . diyen Yunus,hakikat ve marifetin önemini göstermiştir. Demek ki kişi müslüman da olsa,dinin ibadetlerini de uygulasa anlamına varmadığı,özünden uzak şekille yaşadığı sürece nefsi emmareye alt edemiyor ve onda da “kötülük problemi” devam ediyor. Bu nedenle İlm-i Ledün sahipleri peygamberin yaptığı gibi onun yolundan giden Kuran’da belirtilen zikir ehli olduklarından dolayı nefislerini müslüman etmişler ve kendilerindeki “kötülük problemi”nden kurtulmuşlardır.o nedenle şu ayeti iyi anlarlar: Belki de sizin hoşlanmadığınız şey, hakkınızda hayırlı olur; hoşlandığınız şey ise sizin için bir şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.(bakara 216) Yine Kötülük problemini incelerken akılda kalmaması adına Ceza ve irade konusunu da incelemek gerekiyor. Cehennem ve cennet izafidir.Bazının cenneti diğeri için cehennem, bazının cehennemi diğeri için cennet olabilir.Avamın bunu kavraması zordur,ama hakikat ehli aslında bilir ki kul ne için yaratılmışsa onun için uygun olan odur. De ki: “Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir.”(isra 84) Tabi ki yaratılışa göre davranış ortaya çıkar ve nefsi emmareden kurtulmuş olanlar hakikate en yakın olarak doğru yoldadır.Diğerleri de yaratılışına göre doğru yoldadır çünkü; …Hiçbir canlı yoktur ki O, onu perçeminden yakalamış olmasın. Hiç kuşkusuz benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”(hud 56) Şöyle ki gübre böceği diye tabir edilen gübrelerde yaşayan pislik ile beslenen bu böcek türü sadece pis ortamda yaşabiliyor.Onu gül bahçesinde güzel bir ortama götürüldüğünde ölüyor.Onun cenneti orasıdır ama diğer bir canlı için orası cehennemdir.Çöl’de yaşayan deveyi Kutup’a götürürsek ne kadar dayanabilir,ama aynı Kutup’ta bazı hayvanlar sıcakladıkları için buzlu sulara atlayıp serinliyorlar ve onlara soğuk gelmiyor.Askerde tanıdığım biri kendini kesiyordu kolunu, bacağını. Ne zevk alıyorsun ,niye yapıyorsun dediğimde,acayip zevk aldığından ,inanılmaz haz aldığından bahsetti.”O kadar zevk alıyorum ki şu an kendimi zor tutuyorum kesmemek için” demişti. Sürekli kavga edip o ettiği kavgaları anlatmaktan zevk alanlar vardır veya kağıt oynamaktan zevk almayan birini her gece kahveye götürüp onu oynatmaya çalıştığımızı düşünelim nasıl olur?Onun için cehennem olur ama kağıt oynamaktan zevk alan kişi ise saatlerce oturur sıkılmaz.Bu tevhid sohbetini seven için saatler geçer de sıkılmaz ama bu sohbetin sıkıcı geldiği kişiler için de bu böyle olmaz,çağırılsa gelmez, gelse bile çok sıkılır. Birine cennet hali gelen bu sohbet ona cehennem gelir.Avama ölüm çok korkunç gelir ama Mevlana ölüme düğün gecesi demiştir.İşte tüm yaratılanlarda ayrı esmalar hükmeder.Esmaların hükmü altındaki kullar için de esmaların yansımasına göre cenneti ve cehennemi de farklıdır.Cennet ve cehennem kısaca izafidir.Şu da var ki Allah’ın Celaline kimse dayanamayacağından hep Cemalinden isteriz.O nedenle peygamber efendimiz Allah’ım senden sana sığınırım demiştir.O nedenle kuran’da peygamber efendimizin getirdiği emir yasakların, Allah’ın ahlakı olan efendimizin ahlakı ile ahlaklanmak olduğundan, o yolun dışındaki durumların sonuçları cehennem olarak bildirilmiştir.Bu bildiriler de(kuranda anlatılanlar emir yasak ve her şey) bu bildirilenleri anlayacak istidatta olanlaradır, diğer cehennem ehline değildir,Çünkü onların bunları anlamaya gözü kulağı yoktur.. “İçlerinden sana kulak verenler vardır; ama biz onu gereğince anlamamaları için kalplerine kılıflar geçirmiş, kulaklarına bir ağırlık koymuşuzdur. Tüm mucizeleri görseler de onlara inanmazlar.(enam 25)” İnsanı düşünelim ,bütünüyle, vücuduyla tektir ama çok sayıda organı ve fiili vardır.Şimdi insanın parmakları oynadığında, parmakların cüzzi iradesi var mıdır?Vardır. Yani parmaktan görünen hareket parmağın cüzzi iradesidir.Bunla ilgili ayetler başta yazdığımız 2.gruba girer.Parmağı yani şeriatı anlatır.Fakat hakikat ilmi diyoruz herkes kavrayamaz, yani hakikatte o parmağın kendine ait iradesi yoktur.O görülen cüzzi hareket parmağa ait değil insana aittir.Yine insanın dalağı, akciğeri ,böbreği ayrı ayrı çalışır.Her birinde cüzzi hareket olsa da ayrı işleri olsa da ,aslında hiç birinin kendine ait iradesi olmayıp hepsi insanın beyni tarafından irade ve idare edilir.Böyle bakıldığında cüzz denen iradenin aslında külli yani iradenin tamamından geldiği görülür.Cüzz diye görülen irade küllün bir görüntüsüdür, Bu noktada kötülük kavramına gelirsek insanın bağırsağına kötü diyebilir miyiz?Sadece bağırsak işlerine bakarsak insan bu diyebilir miyiz?Ya da hasta olan bir insanın burnunun akmasından dolayı o insana kötü veya pis diyebilir miyiz?İşte o da insan için gereklidir ama insanın kendisi bağırsak- mide olmayıp esasen onun kalbi- beyni ile birlikte tüm Vücududur.İnsanın esası da kendimden üfledim dediği ruhtur. Ben ona şeklini verdiğim ve içine ruhumdan üflediğim zaman hemen onun için secdeye varın.'(Hicr 29) (İnsanın nerede şekil verildiği, nerede üflendiği tevhid mertebeleri gören ariflerce bilinir ve bu ayet halen yaşanmaktadır.) İşte insanın bağırsağına bu insandır diyemeyeceğimiz gibi Allah’ın sınırsız sıfatından herhangi birine Allah budur diyemeyiz, ama Allah’tan ayrı da diyemeyiz, onun tecellisidir.Görülen işlerin bir cüzzünü görüp kötü diyemeyiz.Bize kötü gibi görülen işler bağırsak hükmündedir.Bütünü görürsek bağırsağı da anlarız,kalbi de.Bütünü göremeyip sadece bağırsak işini görürsek cüzzi ilmimizle hüküm verirsek kötülük görürüz..Bunu anlamak için teşbih ve tenzihi birlemek,tevhid etmek gerekir. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.(Şura 11) Alemi ve vücudumuzu oluşturan atomlardan ,moleküllere; enzimlerden, organlara; ekolojik sistemlerden, güneş sistemlerine kadar her şeyi idare eden Allah’ın alemlerinde kim Allah’ın istediği dışında bir şey yapabilir. O , bir şey irade ettiği zaman O’nun emri, sadece ona: “Ol!” demektir. O, hemen olur.(yasin 82) Yarattığının kendisinin isteği dışında bir isteği olabilir mi? Yaratılan bile yaratılmasına rağmen yokluk makamındadır, çünkü yaratan dışında kendisine müstakil ayrı bir varlık yoktur.Yaratılan da Allah’ın sıfatlarından Basir olmasa nasıl görebilir? Semi olmasa nasıl duyabilir? Güç Kuvvet yalnız Allah’ın diyen bir kimsede kendine ait bir güç kalır mı?Seyri süluk’ta zaten Allah’ın olanların anlaşılması vardır.Yani var olanın keşfi gibidir, yeni bir icat değildir.Bizde olanın zaten Allah’ın olduğunu idrak etmektir.Yaratılmamızın aslında yoklukla devam etmesidir.Çünkü izhar olunan kendi güzelliğidir. Sözün özü ne kadar anlatılsa da, biz yaşarsak bu anlaşılır.Anlatılana iman etmek ilmel yakindır. Bunları hakkın, yani şah damarımızdan bize daha yakın olan Adem’e üfürülen o ruh(zatın tecellisinin, yani kendi özümüzün) bizim mazharımızda yaşaması hakkel yakindır.o zaman tam olarak anlaşılır. Birlik halinde olan kötülüklerden ve onun getirdiği problemlerden arınmıştır.