Yürürsün bozkırdan karlı dağlara bilirim bilirsin değiştiremeyiz oranın da bi farkı yoktur ama gidersin hal bu ya seni de çok üzdüler belli etmezsin abin her zaman bir yolunu bulur dersin belli belirsiz bir titreme son kadeh şarap tan sonra midem dersin üzülürüm elimden bir şey gelmez Sakarya caddesi ne uzanan ellerin varoluşsal sebeplere gebe kendini içinde bulursun koşarım ardından bırakmam seni yanlız kaç kadeh dindirir acını acımızı ben bi konuşmaya başladıysam devamını sen getir sonları ben toparlayamam yıkarım sen üstesinden gelirsin Ömer’in vardır senin mektup yazarsın Alper abinin Ali si vardır yolda görseniz konuşursunuz ben görsem tanımam bile ama bilirim Ömer sana çok kızar derki “olum yeter üzme kendini neden bu kadar çok içiyorsun” bir yerden tutunmamız lazım dersin bu dünya ilmihali ayık kafayla çekilmez olaki görücek olsam sorarım şaraptan sonra dua etsem kabul olurmu saçmalama diyorum kendime sus yine sonlarda mahvediceksin herşeyi başka şeylerde vardır mesela oraleti severiz dur durak bilmeyen zalimlere kafa tutarız imparatorluk dönemlerinden beri.
Hep istedik bir şeylere yarayalım bu his evlenirsek bi gün belki olur ihtiyarlarsak da üzülmeyelim orta dünya bizimdir çaresiz din bu yüzdendi gidişlerin bilirim bilirim ama sana gitme diyemedim hiç haddime de değil zaten üzülürüm işte öyle enine boyuna kahveni beş şeker li seversin sancılı bı o kadar da ağlamaklı gecelerimizin sonunda iyi gider bi sözün vardır “bizim çocukluğumuz çocukluğumuz dur olum” öyle tabi sebepsizce bir tebessüm şimdi eve gidelim bol bol da bira içelim bol bol.
Abim Muhammet Çakıcı’ya hitaben.