Nedir bilim?… Ne işe yarar?… Bilimin yöntemi ne olmalıdır?… Kimin için bilim?… Bilimsel olanla olmayan arasında ne gibi farklar vardır?… Bilgiye giden tek yol bilim midir?… Tarih boyunca insanın ‘bilme merakının bir sonucu olarak en sık sorduğu sorulardır bunlar.
Amacımız gerçekliği mi bulmak yoksa gerçekliği bilimsel araştırma yöntemlerinin kalıplarına mı sığdırmaktır? Eğer amacımız gerçekliğe ulaşmak ise tüm alanlar ve bilgi türleri ile işbirliği ve paylaşım oldukça önemlidir. Olayları anlama merakı, doğanın anlaşılmasında, yeni eserler ve ürünler ortaya konmasında en önemli çıkış noktasıdır. Bu durum insanın, bilgiyi oluşturma surecinde, kendisinin ve başkalarının sergilediği zihinsel eylemleri de tanımlama ve açıklama ihtiyacıyla iççice geçmiştir. Bu bağlamda gerçeklik, hem bilimin hem de edebiyatın uğraş alanı olmuştur. Tarzları çok farklı da olsa aynı şeyi yapıyorlar aslında.
“Edebiyat gerçekliği yorumlarken, yeniden keşfederken onu tanımamıza yardım eder. Gerçekliği tanımak, onu değiştirmeye başlamak için gereken ilk adımdır” der Galeano.
” Kitaplardan öğrendiğimiz, daha çok da deneyimlerimizden edindiğimiz bilgilere göre, zevk için ya da zorunlu olduğu için erken kalkan biri, çevresindekilerin horul horul uyumasına öyle pek rahat katlanamaz. Göz, belki de insan bedeninin içinde ruh barındıran tek kısımdır.” der yazar Saramago’da Körlük romanında.
Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adamın ansızın kör olmasıyla başlar onun hikayesi.
“ Dünyanın kurtarıcısı olma gibi bir arzum yok, ama dünyanın daha iyi bir yer olabileceği konusunda basit bir inançla yaşıyorum ve bu da dünyayı daha güzel bir yer haline getirmeyi kolaylaştırıyor. İki insandan biri uyandıktan sonra, “Bugün, hiç kimseye zarar vermeyeceğim” dese ve bunu ertesi gün de tekrarlasa hatta bu kelimeleri yaşatsa işte o zaman dünya kısa süre içinde değişecektir. Ama tabii bu sözde kalacak, asla gerçekleşmeyecek. Tüm bunlar, bu dünyada bir sebep aramamı sorgulamaya neden oldu. Bu yüzden de Körlük’ü yazdım hatta.“ diyor jose Saramago.
Edebiyat sanatsal yörüngede bazen duyguların bazen de aklın önüne geçerek bilinmeyen karanlık iç dünyanın, yörüngesine takılır. Ama yaptığı şeyin bilimden de farkı yoktur aslında. O da bir gerçekliği kendi diliyle parmak basıp, okuyucunun kucağına bırakır. Burada da insana, kucağına bırakılan bu bilgiyle ne yapacağını ve yaşamın akışında bunu nasıl kullanacağını düşünmek kalır. Canetti’nin Körleşme ’sinde olduğu gibi hayattan kopuk eldeki yazılı verilerle mi yaşayacaktır. Ya da Saramago’nun Körlük’ü gibi beyazlığa bakıp yeni oluşumda hayatta kalıp kendine yeni bir dünya mı yaratacaktır. Etrafımızda her ikisinden de insanlar yok mu sizce. Beyaz körlüğe bakanlar, bilgisiyle sahip olduğu üstenci bir dille kendini soyutlamış olanlar. Bir de bunların arasında hiçbir şeyden habersiz kendi körlüğünü yaşayanları da unutmamak gerekir. Üç platformlu bir dünya anlayacağınız. Tepede her şeyden soyutlanmış kitapların içinde yaşayanlar, en altta etraftaki hiçbir şeyden habersiz ya da umarsız yaşayanlar ki bunlar kendi düzenlerini kurmuşlar bir de gerçeği bildiği halde hiçbir şey yapamayan üretim bandının akışkanında hayatta kalmaya çalışanlar. Herkes bir şekilde körlüğü bulaştırmıştır birbirine…….Anlayacağınız nereye bakarsanız bir körlük var.
“Körlük, zamanı ve mekanı alt etmeye yarayan bir silahtır; varlığımız tek dayanağını duyularımızla, gerek yapıları gerekse kapsamları bakımından pek değersiz olan duyularımızla kavradığımız birkaç kırıntının dışında sonsuzluğa dek uzanıp giden bir körlükte bulur. Evrende egemen olan kuram, körlüktür. ”der Canetti ‘ de Körleşme romanında. “Dünyasız Bir Kafa”, “Kafasız Bir Dünya” ve “Kafadaki Dünya.” olmak üzere üç bölümden oluşur onun da hikayesi. İçinde ne çağına ait çağdaş bir ahlaki değer, ne de siyasi, ahlaki ve kültürel bir dünyaya dönüşmüş bir kafadır bu. Büyük bir bilgi, yaşam ve kültür birikimine sahiptir ama bunu insani olarak anlayıp kullanabilecek kafayı çoktan kaybetmiştir. Bugünden bakıldığında bunun örnekleri o kadar çoktur ki.
Canetti’ye göre insan dünyanın merkezidir. İnsan bilimi amaç olarak kullanmaya başladığında insanlık tehlikeye girer. Saramago’da ahlak, seçme özgürlüğü ve insanın yapabileceklerinin sınırlarını cesurca sorgular. İnsan denilen varlığın ne tam iyi, ne de tam kötü gibi nitelemelerle anlaşılamayacağını anlatır bize, Doktorun karısının ağzından duyarız, insan denilen varlığın hem ışığı doğuran, hem ışık söndüren, tabiatını. “Bir insan öldürdüm, bunu yapabileceğime hiç düşünmezdim. Ama şimdi bir insan daha öldürüp öldüremeyeceğimi bilmiyorum!” . Yuttuğumuz her lokma bir bakıma başkasının ağzından çalınmış oluyor, bu hırsızlığı aşırıya vardırarak hepimiz az çok katil sayılırız ya… Yazarın deyişiyle neyse. Burada da bize düşen yağmanın, talanın, yıkımın ve tehlikenin kol gezdiği yerlerde hayatta kalmak için yapılacak tek şey bir arada olmaktır. Saramago’ya göre. Örgütlenmek bir bakıma kendi gerçeğini görmeye başlamaktır.
Bilim ne için vardır… Daha iyi yaşam için değil midir? Yoksa birilerinin hükmetmek için kullanacağı bir düzeni mi sağlamak için. İster tepeden üstenci bir dil ile toplumun içine dahil olmadan yaşayarak, ister bilime hizmet ederek amaçtan uzaklaşarak(körleşmede iki kardeş paradoksu gibi ) ister tamamen körleşerek……. Ne açıdan bakarsanız bakın toplumsal bir sorunla karşı karşıya kalırız bu iki romanı okurken. Bugün muhtemel büyük felaketi (ya da yaşadığımız) ve olası sonuçlarını görmek ve ona göre yeni bir siyasi ideolojik tavır geliştirmek yerine derin bir “körleşme” içinde değil miyiz? Hep geçici çözümler üreterek kendimizi kandırmıyor muyuz?
“…..insan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır” diyen Saramago, Elias Canetti ile bize bir şeyler söyler ama farklı biçimde. Bizden de tek istedikleri hayallerini kurdukları dünyayı inşa etmek için bilince sahip olmamızdır.( Hayal edilen dünya bizim içinde gereklidir oysa.)
Jose Saramago, 1998’deki Nobel konuşmasında; ”Kayaların yapısını incelemek için başka bir gezegene araçlar gönderebilecek kapasitede olan bu şizofren insanlık, milyonlarca insanın açlık nedeniyle ölmesinden fütursuzca bahsedebiliyor.
Mars’a gitmek, komşuya gitmekten daha kolay görünüyor. Kimse kendi görevini yerine getirmiyor. Hükumetlerde. Çünkü bilmiyorlar ya da yapamıyorlar veya istemiyorlar. Ya da dünyaya gerçekten hükmedenler onlara izin vermiyorlar. Dünyaya hükmeden bu çok uluslu ve çok kıtalı şirketlerin tartışmasız bir şekilde anti-demokratik olan güçleri, ideal demokrasiden geriye kalan her şeyi yok etti.
Biz vatandaşlar da kendi görevlerimizi yerine getirmiyoruz. İnsan haklarının gerektirdiği görevler simetrik dağılmadan, bu haklar varlık gösteremez. Vatandaşlar olarak sesimizi yükseltmeliyiz. Haklarımızı talep ederken nasıl coşkunsak, yine aynı şekilde, görevlerimizin sorumluluğunu almalıyız. Belki bu sayede, dünya biraz daha iyi bir yer haline gelir. ”diyerek son noktayı koyuyor.
Maalesef o günden bugüne değişen bir şey olmadı …..Ama gene de biz bir gün bu bilince sahip olmayı umalım. Belki bu sefer görmeyi bulaştırırız birbirimize, körlükten kurtulur, dünyayı daha iyi yorumlarız kim bilir. Daha fazla okuyarak, Galeano’nun dediği gibi gerçekliği yeniden tanır ve değiştirmek için ilk adımı atarız.
Elias Canetti Körleşme, Sel Yayıncılık
Jose Saramago Körlük ,Kırmızı Kedi Yayıncılık