Saat:04:13 Adana’da kuzenimin evindeyim. Kaldığım odada annemin su bardağını sehpaya devirmesiyle uyandım. Annem odadan çıktı kafamı yastığa koymuştum ki yatağım sallanınca annemin çarptığını düşünüp kalktım. Annem yoktu veyatak sallanmaya devam ediyordu. 04:17 Sallantı şiddetini arttırmaya başlamıştı. “Deprem oluyor”diye bağırarak kapıya yöneldim ancak ayakta durmakta zorlanıyordum. Kapıdan kuzenimin ve oğlunun isimlerini seslendim. Annemde bağırıyordu. Bir araya geldik can havliyle mutfağa buzdolabınının yanına geçtik. Mutfakta herşey ses çıkarıyordu. Avize tavanın bir sağına bir soluna çarpıyordu. Normal zamanda itmekte zorlanacağınız buzdolabı oyuncak bir araba gibi gidip geliyordu.
Ölümü düşünmüyorsunuz ama korkuyorsunuz. Bildiğiniz o güne dek öğrendiğiniz tüm harfler belli bir düşünce oluşturmuyor. O an aklınıza akıllı bir kelime cümle geliyor mu bilmiyorum. İlk dilime gelen duanın satırları döküldü dudağımdan bu sallantının neyle sonuçlanabileceği düşüncesi çıtırtı sesleriyle karışmıştı ki her yer kapkaranlık oldu. Uğultu vardı kulaklarımda sesler uzaklaşıyordu. Yere dizimin üzerine düşüp alnımı buzdolabına çarpmamla tekrar kendime geldiğimde bayıldığımı anladım. Annem ve kuzenim de bana sesleniyorlardı. Masaya oturdum sallantı durdu.
Hemen montlarımızı giydik kapıdan çıkıyorduk ki tekrar sallanmaya başladı aynı yere tekrar sığındık. Bu kez bilincim iyiydi. “Mutfakta buzdolabının yanındayız” mesajı atmak geldiyse de içimden sallantının şiddeti bir kaç dakika önceki korkuyu geri hortlatmıştı. 2. deprem 1.den daha kısaydı. Sonradan öğrendiğimize göre ilk deprem 1 dakika, 2.si 30 sn sürmüş. 1999 Gölcük depremine İstanbul’da yakalanan biri olarak 45sn’nin bile geçmediği 30 sn ilkine göre çabuk durdu gibi geldi. Hemen merdivenlere yöneldik. Apartmanın içi bağırış çağırış inen insanlarla doluydu. 6 kat hiç bitmeyecek sandım.
Dışarı çıktık. Bir türlü gelmeyen kış sanırım depremle gelmişti. Yağmur her yerde göletler oluşturacak kadar yağmış ve hızla yağmaya devam ediyordu. Tam apartmanın dibinde kucağında minik bir bebeği büyük bir battaniyeye sarmış, iki yanında da 3-4 yaşlarında olduğunu düşündüğüm 2 minik erkek çocuğu olan gencecik bir anne vardı. ağlıyordu. “Lütfen yardım edin” dedi. Çocuklardan biri yalın ayakla ıslak zemin üzerinde titriyordu. “Üşüyorum”diyordu dişleri birbirine vurarak. Diğerinin elinde büyük bir erkek ayakkabısının teki vardı. Annesi ayakkabını al dediğinde uyku sersemliği ile babasının ayakkabısını almıştı. İlk yaptığım ayakları çıplak olan çocuğun hızla montunu kapatmak oldu sonra kucağıma aldım. Anneye dönüp “hadi bizle gel”dedim. Bizim de nereye gideceğimizi bilmeden. “Eşim çalışıyor babam gelip bizi alacak” dedi. Ufaklığı battaniyenin üzerine bıraktım en azından yere basmayacaktı. Komşular onu caminin kenarına götürdü.
Annemin “Hadi nerdesin” sesiyle onlara döndüm.Bizde hem yüksek binalardan hemde yağmurdan korunabilecek bir yer aradık. Dört bir yanımız çok yüksek katlı binalardan oluşuyordu. Sulara bata çıka hızlıca yürüyerek otobüs durağına gittik. Hem açık alandaydı hemde yağmurdan korunuyorduk. Ortalık ana baba günüydü. Ambulans sesleri ile arabaların kornaları birbirine karışmıştı. Trafik ışıkları bozulmuş yanıp sönüyordu. Durakta bekleken yanımıza sığınan insanlar yıkılan binaları gördüklerinden bahsediyorlardı. Yaşanan facia, lüks yaşam koşullarının önemini sıfıra indirmişti. Önemli olan tek lüks bu afetten sağ kurtulabilmenin verdiği histi.
Bir boşluk oluştu içimde günler geçmesine rağmen dolmayan… Gözüm hala avizede…Sıcak evlerimizde oturmaktan utandığımız, bir lokmanın boğazımızdan geçerken zorlandığımız bir his var şimdi…
Elbetteki bu durum yabancı değildi. Sonda değildi. Ancak ilk kez bu kadar yıkıcı olduğuna şahit olduğumuz büyük bir afet yaşadık milletçe… Kayıpların sayılamayacak kadar çok olduğu. Anne babaların evlatsız, çocukların ailesiz kaldığı bir facia… Ben ve ailem bu faciadan sağ kurtulacak kadar şanslıydık sadece…
Oysa ki depremde doğada engel olamadığımız doğal afetlerden bir tanesi. Doğal afetin engel olunulabilirliği yada daha az korkutucu olanı yok maalesef. Üstelik ülkemizin deprem fay hatları üzerinde yer almış olması sebebiyle neredeyse her gün her saat sarsıntılar meydana geliyor. Ancak küçük şiddette olanların bazılarını hissetmiyoruz. Tabi hissetmemek olmadığını varsaymak anlamına gelmese de bir şekilde hayatımıza devam ediyoruz. Yaşadığımız şehir fay hattına ne kadar yakınsa hissedilebilirliği de o kadar yüksek oluyor.
Düşünüyorum da depremle ilk ne zaman tanıştım? Yaşımı hatırlayamıyorum ancak bilinçaltımda (montun giyildiği tarih olarak fotoğraflardan 2-3 yaşlarında olduğum sonucuna vardığım)anneannemin bana montumu giydirip karanlıkta 5 katlı apartmandan aşağı sokağa indiğimiz sonrasındada eve çıkıp montla uyuduğumuz. Bu ne kadarda bir oluyordu hatırlamıyorum ama en azından deprem olduğunda nerelerde durmamız gerektiği sonrasında bulunduğumuz yeri terk etmemiz gerektiğini o zamanlarda öğrendiğimi hatırlıyorum.
Deprem ülkesinde yaşıyor olmamız bir gerçek olsa da bunu her saniye akılda tutmak sanırım herkes için paranoya olurdu. Yaşam şartları ve düzeni içerisinde insan olarak iyi şeyleri akılda tutmak, kötü olayları karşılaşana dek unutmak bilincimizin yarattığı bir olay olsa gerek. İşte biz zaman zaman depremi vs. afetleri unutmuş gibi yapabiliriz. Ev yada herhangi bir konut satın alırken söylenenlerede inanabiliriz ama bunu unutmaması hayati önem taşıyan ve insanlığın iyiliği için görevlerini iyi yapması gereken kişiler var. Deprem gerçeğini akılda tutmak hatta her an göz önünde bulundurmak ilk önce mühendisler vs. ilgili kişilerin baş görevi olmalı. Çünkü insanlığın güvenle yaşayacağı evlerin nerelerde inşa edilmesi, hangi malzemenin kullanılması şartı aranması gibi bir dizi hayati önem taşıyan unsurları onlar bizden daha iyi biliyorlar ve kararlar onların bir imzasından geçiyor.
Tüm ülkeme geçmiş olsun demek isterdim ancak deprem faylarının üzerinde yaşayan bir halk olarak deprem bizim için geçmeyecek bir doğal afet. Hiç bilmediğimiz bir zamanda yine karşımıza çıkabilir gerçeğini kabul etmeliyiz. Dileyebileceğim en iyi şey konutlarımızın, yaşam alanlarımızın duyarlı, bilgili, insanlık adına iyilik yapan mühendisler ve yöneticiler tarafından inşa edilmesi.