Gri bir Aralık Ankara’sında bin bir düşünce içindeyim. Salonda oturduğum yerden gözlerim aniden karşıdan beni bana aksettiren aynaya takılıveriyor. Bu tesadüfi şahitlik düşüncelerimin seyrini hızla değiştiriyor, zihnimdeki gizli kitaplık gün yüzüne çıkıyor ve anlatmaya başlıyor.
Önce “Narcissus”un mitolojik öyküsünden başlıyor: Peri kızı Echo’nun aşkını küçümseyen delikanlıya fena halde içerleyen Olimpos Tanrıları, onu ironik ve paradoksal bir lânetle cezalandırırlar. Bu yüzden su içmek için eğildiği göl kenarında, sudan yansıyan aksine âşık olur Narcissus. Öylesine âşık olur ki bir türlü bırakamaz simaını seyretmeyi ve nihayetinde orada ölüp gider, kimisine göre suya düşer boğulur.
Kendini beğenmişliğin ve kibrin en yalın yergisidir bu öykü. Bilinmeyen ancak yaşandığı varsayılan çağlardan günümüze ulaşırken, her devirde farklı anlamlar yüklenmiştir muhakkak. Modern dünya ve hırsları düşünüldüğünde ise insanlığın kendi suretinde nasıl hapsolduğunu ve bencillik denizinde boğulmaya nasıl mahkûm olduğunu anlatır sanki.
Oysaki ömür kısa, çabucacık geçip gidiyor takıldığı zamanın peşinde. Ne demişti Cahit Sıtkı:
“Yaş otuz beş yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün.”
Çünkü Dante’ye göre yaşam bir yaya benzer. Yetmiş senelik bu yayın en tepe noktası dolayısıyla yarısı otuz beş yaştır. Yani ilk otuz beş yıl zirveye tırmanıştır, sonraki her yıl aşağıya iniş. Cahit Sıtkı da bu anlayışla o unutulmaz dizelerde geçen zamana ağıt yakar adeta ve tasvir eder yansımasını:
“Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden öyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar.”
O aynalar ki, bize neler hatırlatır, neler anlatırlar. Bazen bir anın, tanıdığın belki sevgilinin görüntüsü beliriverir o sırlı dünyada. Kimi hatırlamış, kimi düşünmüştür Ahmet Hamdi acaba aşağıdaki dizelerinde?
“Derin sularında bu ayna her an
Senden bir parıltı aksettirecek
Kâh çıplak bir omuz sessiz düşecek
Eriyen bir kuğu beyazlığından”
“Ayna ayna, söyle bana …” nev’i masalsı bir vaat bulunmadıkça cesaret işidir aynaya bakmak. Zira aynalar yalan söylemez asla ve o sihirli camdan yansıyanlar istendiği gibi değildir çoğunlukla.
“Bana benzeyen bir gözlerim kaldı
Bir de kederli bakışlarım
Düşüncemin olmadığı
Aynalarda ben varım.”
Sizin de içinizi kıymıyor mu, Ümit Yaşar’ın yukarıdaki dizeleri? Ya bir gün sizi de ağlatırsa her bir şarkı her bir kayıp anı hatırlatıp dururken aynalarda unutmak istediklerinizi? Ya İlhan İrem’in şarkısındaki gibi ikilemler keserse yolunuzu?
“Çıksam bir türlü
Dışarıda boşluklar,
Kalsam bir türlü
İçeride aynalar
Sihirli aynalara döndü
İnsanlar.”
Tam da bu noktada başka tarafım galeyana gelerek işe karışıyor, yolumu çeviriyor hüzün duraklarından. Hayatı yaşanmaya değer gören, yeniden, yeniden ve yeniden başlamayı göze alan, umudunu yitirmeyen daima iyimser kalan taraf bu.
Diyor ki bana: Kişinin kendine galebe çaldığı ya da kusurlarıyla yüzleştiği her sefer tüm yaşam serüveninde bir merhale daha ilerler insanlık. Zira bütünü oluşturan birdir.
Bunu kutlarcasına aniden açık televizyonda dönen klipten Tarkan’ın şen sesi taşıyor salonuma:
“Bu yeni ben de kim
Aynada bakıştığım?
Bu yeni ben, ben miyim
Kendimle tanıştığım?
Dünümle bugünüm
Can ciğer kuzu sarması
Geç oldu temiz oldu
Geçmişimin karması…”
Böylece yeni bir çıkarım sahibi oluyorum ben de etrafımla paylaşacak:
“Korktuğunda aynaya bakmalı ki insan korunsun geleceğinden.”