Başlık ne kadar ilginç değil mi? Hiçbir Türk’ün kendine yakıştıramayacağı bir cümle. Siz de böyle düşünüyorsanız, ne yazık ki yanılıyorsunuz. Biz vaktinde Atalarımızın kemiklerini, köpeklere verdik. Çok uzak bir zaman da değil. Cumhuriyet dönemi…
Konya, bildiğiniz üzere Selçukîlerin (Anadolu Selçukîleri) başkenti idi. Bu nedenle, Selçukî hükümdarlarının çoğunluğu bu kentte bulunmuş, aynı şekilde vefat ettikleri zaman buraya defnedilmişlerdir. Sultan I. Mes’ûd Konya’ya eser bırakmak ister. Bu sebeple tahtta cülûs ettikten kısa süre sonra, Cami-i inşaatına başlanmasını emreder (1116). Cami-i’nin kendi istediği kadar yeri yapılır. Uzun süre saltanat süren I. Mes’ûd, 1156 senesinde vefat edince bu cami-i’ye defnedilir. Babasından sonra tahtta çıkan II. Kılıçarslan, cami-i’ye ilaveler yaptırır. O da vefat ettiği zaman buraya defnolunur (1192). Son ilaveden 26 yıl sonra I. Keykavus restore ve ilave çalışmaları yapar. Keykavus’ta buraya defnolunur. Cami-i’ye son şeklini ise Sultan I. Alâeddin Keykubad verir (1220). Son şeklini I. Alâeddin Keykubad verdiği için cami-i’nin adı, “Alâeddin Keykubad Cami-i Şerif-i” olur. Eser tam tamına 94 yılda tamamlanır. Bilâhare, I. Mesud (1146-1155), II. Kılıçarslan (1155-1192), II. Rükneddin Süleyman (1196) I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1211), I. Alâeddin Keykubat (1220-1237), II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246), IV. Rükneddin Kılıçarslan (1262-1266) ve III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284) gibi hükümdarlar bu cami-i’nin lahit kısmına defnedildiler.
(Foto 1) Selçuklu Sultanlarının Alâeddin Cami-i’nde bulunan temsili lahitleri
Yıllar sonra, Cumhuriyet devrine gelinir. Kimi kaynaklar 1960, kimisi 1943-44 yıllarını söyler. Lâkin yaptığım araştırmalar sonucu bu olayın 1943-44 olduğu tahminindeyim. Her ikisi olursa olsun, fark etmez gerçi. Büyük bir utanç vesikası biraz sonra okuyacaklarınız!
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Alâeddin Cami-i altında bulunan mezar odasına bakmak ve içeriyi temizlemek için çalışmalar başlatır. Dönemin hükümetinden izin gelir. Ekipler kurulur. Başlayan çalışmalar sonucunda ise mezar odasına giriş yapılır. Odaya girildiğinde, sekiz hükümdarın kemikleri ile karşılaşılır. İçeriye, arkeoloji ekipleri çağrılır ve Selçuklu hükümdarlarının naaşları tek tek inceleme altına alınır. Bu olaya göre tutanaklar hazırlanır ve hükümdarların hastalıkları bir kâğıda dökülür. Mezar odasının bulunduğu noktada rutubet ve diğer çalışmalar yapılır. Çalışmalar, ekiplerin titizlikleri ile tamamlanmak üzereydi. Büyük ölçüde başarı ile yürütülen çalışmalar, artık sona gelmiş ve küçük hamleler için ertesi gün tercih edilmişti. Buraya kadar her şey normal seyrinde giderken, işçiler mezar odasından çıkarken kemikleri torbalara koymuşlar ve torbaların ağzını bağlamamışlardı. Bu ihmâl yetmezmişçesine, birde mezar odasının havalanma deliklerini (Giriş noktaları) açık bırakmışlardı. Gece vakti sokağa çıkan ve aç gezen sokak köpekleri, kemiklerin kokusunu alınca cümbür cemaat mezar odasının açık bırakılan havalandırma deliklerinden içeri girip, kemiklerin dolu olduğu çuvalı dışarıya çekmişlerdi. Bazı kemikleri yiyen köpekler, yiyemediklerini ise yeşilliklerin içlerine dağıtmıştı. Evet, koca Selçuklu hükümdarlarının kemikleri köpeklerin ağzında idi…
(Foto 2) Selçuklu hükümdarlarının sandukaları sağ tarafta bulunan noktadır. Havalandırma delikleri ise, fotoğrafta altta gözükmektedir.
Ekipler, sabah vakti türbeye ulaşınca gördükleri karşısında donakaldılar. Sekiz büyük Selçuklu hükümdarının kemikleri cami-i’nin etrafında bulunan otlak alana saçılmıştı. Hükümet olayı öğrenince, halka bir şey hissettirilmeden derhal bu rezilliğin düzeltilmesini emretti. Kemikler alelacele toplanıp, mezar odasına konuldu. Lâkin hiçbir tespit işlemi yapılmadan! I. Mesud’un kaval kemiği, III. Gıyaseddin’e gitmiş ve daha nicesi birbirine girmişti. Bu rezilliğin üstü, aynı rezil üslupla kapandı.
Olayın üstünden tam tamına yetmiş dört yıl geçtikten sonra hatamızı öğrendik. Hem de ne hata! 2017 yılının başında, belediye ekipleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliği ile restore çalışmaları adı altında, bu rezilliğin düzeltilmesi için işe koyulundu. Ekipler, kemikleri öylece koymak yerine DNA analizine göndermekle en doğru hamleyi yaptılar. Hem bu DNA analizi sayesinde büyük bir tarihî gerçeği öğrendik -daha doğrusu tasdikledik-. Sultan Alâeddin için zehirlenip 1237 yılında vefat etti iddiası vardı. I. Alâeddin’e yapılan DNA analizi sonucunda kemiğinde zehir ve zehirlenme bulgularına rastlandı. Bu durum, tarihî bir gerçekliği tasdikledi. Kemikler, 1943 yılında arkeoloji ekipleri tarafından hazırlanan hastalık tutanaklarına ve karbon sayısına uygun şekilde düzenlendi. Bu sayede, yetmiş dört yıl aradan sonra hükümdarlar kendi vücudunun kemiklerine kavuştular. Belediye ekipleri tarafından, DNA yardımı ile birleşen kemikler, İslâmî usullere göre kefenlendi. Vali Yakup Canbolat beyefendinin katılımları ile 28 Temmuz 2017’de yaklaşık 900 yıl önce defnedilmiş atalarımızı, 2017’de yeniden defnettik. Lâkin açıklanan sadece üç hükümdarın naaşları oldu; I. Mesud, II. Kılıçarslan ve III. Gıyaseddin Keyhüsrev. Geriye kalan diğer beş hükümdarımızın naaşlarına ne olduğu açıklanmadı. Dönemin Konya Valisi Yakup Canbolat, konu hakkında şunları söylemişti:
“Selçuklu Sultanları Türbeleri ve mezarlarına geçmişteki farklı tarihlerdeki yanlış uygulamalar nedeniyle Selçuklu Sultanlarına ait kemikler plastik torbalara konularak lahitlerin içerisine bırakılmıştı. Valiliğimce verilen talimat doğrultusunda; İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Adli Tıp birimi marifetiyle, Ülkemizde konuyla ilgili uzmanlardan bir heyet oluşturulmak suretiyle, Selçuklu Sultanlarının naaşları ve kalıntıları, bilimsel usullere ve verilere göre tasnif edilmiştir. Konu ile ilgili ileri tetkikler için bütün kemiklerin bilimsel tespitleri, raporları ve fotoğraflama çalışmaları, başından sonuna kadar yapılan görüntü kayıtları muhafaza altına alınmıştır. Ayrıca yapılan bu defin programı ile ilgili arşivleme amaçlı fotoğraf ve video kayıtları yapılmıştır.” demişti.
(Foto 3) Selçuklu hükümdarlarının kemikleri, incelenmek üzere yetmiş dört yıl aradan sonra lahitten çıkartılmış ve yöneticiler tarafından incelenirken çekilmiş olan fotoğraf (Murat Bardakçı Arşivi).
Tarihimize kara bir leke olarak geçen bu olayın ardından kendimizi affettirmek adına ne yaparsak yapalım, her şey havada kalır. Bundan sonra yapılacak tek şey, Osmanlı hükümdarlarına verdiğimiz değeri ve hassasiyeti Selçuklu hükümdarlarına vermektir. Ayrıca bu atalarımızın ebedî noktaya değin istirahat makamı olan mezarlarına sahip çıkarak, sırlandıkları yerde rahat bir uyku çekmelerine vesile olmalıyız. Unutulan bir husus daha var! Osmanlı İmparatorluğu hükümdarlarını ne kadar atamız olarak görüyorsak, Selçukî hükümdarlarını da atamız olarak görmek zorundayız. Unutmayın, Selçuklular olmasaydı Osmanlılar da olmazdı.
(Yazım hakkında, tıbbî anlamda bilgi sunan Sn. Selin Akdemir’e şükranlarımı sunarım.)